Kahramanmaraş Depremi, Mücbir Sebep Ve İdari Yargı İle İlgili Sürelerin İşlememesi

                                                                                                   

                                                                                        

I – GİRİŞ:

6 Şubat 2023 gününde Kahramanmaraş ilinde 7,7 ve 7,6 şiddetinde meydana gelen iki depremin, bu il dışında, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerinde de felaketlere yol açması üzerine, 8 Şubat 2023 gün ve 32098 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan aynı gün ve 6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile, Elazığ dışındaki bu illerde 8.2.2023 Çarşamba günü saat 01.00’den itibaren üç ay süre ile olağanüstü hal ilan edilerek, deprem felaketinin gerektirdiği önlemler alınmaya başlanmıştır. Alınan bu önlemler arasında, 11 Şubat 2023 gün ve Mükerrer 32101 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 120 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yargı Alanında Alınan Tedbirlere İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde öngörülenler de vardır. Metninde gösterilmiş olmamakla birlikte, Cumhurbaşkanlığı’nın bu Kararnameyi, Anayasanın 119’uncu maddesinin altıncı fıkrasına dayanarak aldığı anlaşılmaktadır.

Anılan Kararname ile yargı alanında olmak üzere alınan tedbirler arasında, bir hakkın doğumu, kullanılması veya sona ermesi ile ilgili sürelerin 6.4.2023 gününe kadar işlememesi de bulunmaktadır. Altı maddeden ibaret olan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinde düzenlenen bu önlemler, Kovid-19 salgını dolayısıyla 7226 sayılı Kanunun Geçici 1’inci maddesinde yargı alanıyla ilgili olarak alınan önlemlerin hemen hemen aynısıdır. Fark, yalnızca, anılan salgınla ilgili önlemlerin kanunla öngörülmüş olmalarına karşın, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremi ile ilgili olanların Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle öngörülmüş olmasındadır.

Aşağıda, 120 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde İdari Yargı’da, bir hakkın doğumu, kullanılması veya sona ermesi ile ilgili sürelere ilişkin olarak öngörülen önlemler ve bunlardan yararlanma hakkı olanlarla ilgili açıklamalar yapmaya çalışacağız. Öncelikle de, anılan önlemlerin anayasal dayanağı hakkında yorumlarda bulunacağız.

II – CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİYLE YARGI ALANINDA ALINAN ÖNLEMLERİN ANAYASAYA UYGUNLUĞU SORUNU:

Yukarıda değinildiği üzere, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile alınan önlemlerin anayasal dayanağı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Olağanüstü hal yönetimi” başlıklı 119’uncu maddesinin altıncı fıkrasıdır. Fıkra, Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.” düzenlemesini içermektedir. Görüldüğü üzere; fıkra, olağanüstü hallerde, Cumhurbaşkanına, Anayasa’nın 104’üncü maddesinin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi vermektedir. Daha açık olarak fıkra, Anayasa’nın 104’üncü maddesinde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi için öngörülen sınırlamalardan yalnızca ikinci fıkrada yazılı olanların olağanüstü hallerde uygulanmayacağı; diğerlerinin, geçerliliklerini sürdürecekleri anlamına gelmektedir.

Anayasa’nın Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104’üncü maddesinin 119’uncu maddenin altıncı fıkrasında sözü edilen onyedinci fıkrasının düzenlemesi, “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” şeklindedir.

Görüldüğü üzere; onyedinci fıkra, beş cümleden oluşmaktadır:

İlk cümle; Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin düzenleme alanı ile ilgilidir ve bu kararnamelerin yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarabileceğini söylemektedir.

İkinci cümle; Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi hakların ve ödevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemeyeceğini söylemektedir.

Üçüncü cümle; Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılamayacağına ilişkindir.

Dördüncü cümle; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümlerin bulunması halinde, kanun hükümlerinin uygulanacağını öngörmektedir.

Son cümle ise; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümsüz hale geleceği hükmünü içermektedir.

Anayasa’nın söz konusu ikinci cümlede sözü edilen İkinci Kısmı, temel haklar ve ödevlere ayrılmıştır. Bu Kısmın Birinci Bölümünde genel hükümler; İkinci Bölümünde de, kişi hakları ve ödevleri düzenlenmiştir. Bu İkinci Bölümde yer alan 36’ncı maddenin başlığı da, “Hak arama hürriyetidir”. Maddenin ilk fıkrası; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğunu söylemektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına göre de, dava açma ve başvuru süreleri, adil yargılanma hakkının alt unsuru olan mahkemeye erişim hakkı ile ilgilidir. Dolayısıyla; yargı alanında hak arama ve başvuru süreleri ile ilgili düzenlemeler, söz konusu 36’ncı madde kapsamında olmaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan, olağanüstü hâl dönemlerinde adil yargılanma hakkı ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının mümkün olduğu; bu konuda herhangi bir anayasal sorunun olmadığı sonucu çıkmaktadır.

Ancak; İkinci Kısmın, tüm diğer bölümleriyle ilgili genel hükümleri düzenleyen, Birinci Bölümünün “II.Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13’üncü maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği öngörülmektedir. Buna göre; İkinci Kısımda yazılı temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının münhasıran kanunla olması zorunlu olmaktadır. 104’üncü maddenin onyedinci fıkrasının 119’uncu maddenin altıncı fıkrası kapsamında olmayan üçüncü cümlesinde de, Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanı kararnamesinin çıkarılması yasaklanmıştır. Bu bakımdan; 13’üncü madde ve bu üçüncü cümle hükümleri birlikte değerlendirildiğinde de, İkinci Bölümdeki temel hak ve özgürlüklerin sınırlamasının Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapılamasının olanaksızlığı sonucuna varılmaktadır.

Olağanüstü hâl dönemlerinde Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi bakımından, Anayasa’da, bir yandan İkinci Kısmın bir ve ikinci bölümleriyle ilgili sınırlamanın geçerli olmayacağı söylenirken; diğer yandan da, (bu bölümlerde yazılı temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasının münhasıran kanunla olması sebebiyle) bu konuların Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemeyeceğinin söylenmesi bir çelişki olmaktadır. Böyle durumlarda yapılması gereken, lex specialis derogat generali – lex posterior derogat priori kuralının uygulanması olmak zorundadır. Anayasanın 119’uncu maddesinin altıncı fıkrasının hükmü, temel hak ve özgürlükler hakkında düzenleme yapılması bakımından 13’üncü maddenin ilk fıkrasına nazaran özel hüküm niteliğindedir. Ayrıca; anılan 119’uncu madde, 16.4.2017 gün ve 6771 sayılı Kanunun 8’inci maddesiyle değişmiştir. Yani; sonraki kanundur. Dolayısıyla; her iki kural bakımından da, öncelikle uygulanması gereken hüküm 119’uncu maddenin altıncı fıkrası olmaktadır.

Dahası; hak arama yollarına başvuru için süre öngörülmesi, mahkemeye erişim hakkının sınırlanması niteliğindedir. Bu sürelerin, belli durumlarda uzayacağının öngörülmesi ise, bu sınırlamanın bu durumlarda geçici de olsa kaldırılmasıdır. Bunu sağlayan düzenleme, temel hak ve özgürlüklerle ilgili olmakla birlikte, Anayasa’nın 13’üncü maddesinde münhasıran kanunla yapılması gerektiği öngörülen (sınırlayıcı) düzenleme olarak da nitelendirilemez.

Bu bakımlardan; biz, 120 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde anayasaya uygunluk yönünden bir sorun olmadığını düşünmekteyiz.

III – MADDE KAPSAMINDAKİ SÜRELER:

120 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının “a” bendinde; olağanüstü hal ilan edilen illerde, “Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler”in 6.2.2023 (bu tarih dahil) gününden itibaren 6.4.2023 (bu tarih dahil) gününe kadar duracağı; duran sürelerin, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden; yani, 5.4.2023 gününden itibaren işlemeye başlayacakları öngörülmüştür.

Anılan fıkraya göre; düzenleme, olağanüstü hâl ilan edilen on ilde deprem sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla getirilmiş bulunmaktadır. O halde, bu bent uyarınca duracak sürelerin yargı alanına (İdari Yargı yönünden bu yargı alanına) ilişkin olmaları, maddenin uygulanmasının ön koşulu olmaktadır. Dolayısıyla; adli ve idari yargı alanlarına ilişkin olmayan; idari usule ilişkin kanunlarda öngörülen sürelerin durması, bendde yazılı istisnai haller dışında, bu maddeye göre olanaklı değildir. Nitekim; 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yazılı sürelerle ilgili olarak, Hazine ve Maliye Bakanlığı, bu Kanunun 15’inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki yetkisini kullanarak, kendi internet sitesinde, 8.2.2023 gününde, saat 09.58’de yayımladığı duyuruda, 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş ilinde meydana gelen deprem felaketine ilişkin olarak, depremden etkilenen Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerinde Bakanlığımız tarafından, mücbir sebep hali ilan edilmesinin uygun bulunduğunu bildirmiştir[1]. Daha sonra da, 16.2.2023 gün ve 1975 sayılı kararla, Elazığ ili mücbir sebep kapsamına alınmış olup; söz konusu illerde deprem tarihi itibarıyla mükellefiyet kaydı bulunan mükelleflerin, bu mükellefiyetleri nedeniyle vergi kanunlarının uygulanması bakımından 6.2.2023 ilâ 31.7.2023 (bu tarih dâhil) tarihleri arasında mücbir sebep halinde olduğu kabul edilmiştir.

İkinci olarak; “a” bendinde duracağı söylenen sürelerin, kural olarak, olağanüstü hâl ilan edilen on ille ilgili olması da gereklidir. Bununla birlikte; 2’nci maddenin 4 ilâ 7’nci fıkralarında yazılı hallerde madde, ülke genelinde uygulanma olanağı bulmaktadır.

1’inci fıkranın “a” bendi, maddenin uygulanmasından etkilenecek (yargı alanındaki) sürelerin, bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin olmasını aramaktadır. Bu süreler, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda düzenlenen süreler olabileceği gibi, bu Kanun uyarınca hakem ya da mahkeme tarafından tayin edilen süreler de olabilir.

Bent, maddenin uygulanmasından etkilenecek süreleri, bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin tüm süreler olarak genellemiştir. Bu bakımdan; yargılama hukuka ilişkin olup da, yine bu hukuk kapsamındaki bir hakkın doğumuna, (dava, savunma, cevap, yenileme, harç tamamlama, yürütmenin durdurulmasına itiraz, bilirkişi raporuna itiraz, karara itiraz, istinaf, temyiz, yargılamanın yenilenmesi vs) kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin tüm süreler, 2’nci maddenin uygulama alanındadır.

Bununla birlikte; madde, bu genellemeyle de yetinmemiş; girişinde, bu sürelere dahil olan kimi süreleri tek tek sayma ihtiyacı da duymuştur. Bent düzenlemesi, bu sayma işlemini, “Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere” cümleciğiyle yapmıştır. Cümlecik içerisinde geçen, “zorunlu idari başvuru süreleri” ibaresinden, Kanun koyucu’nun bu ihtiyacının, maddenin uygulama kapsamında olan sürelerin salt, yargılama usulü kanunlarında yazılı süreler olarak algılanması endişesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Böylece; Kanun koyucu, Yargılama Hukukuna ilişkin hakların doğumuna, kullanılmasına veya sona ermesine ilişkin olup da, başka kanunlarda düzenlenen zorunlu idari başvurulara ilişkin süreleri de madde kapsamına almış olmaktadır. Başvurulmaması, yargılama usulüne ilişkin bir hakkın; örneğin, dava hakkının doğumuna ve kullanılmasına engel oluşturuyorsa, o idari başvurunun zorunlu kabul edilmesi gereklidir. Örneğin; 4558 sayılı Gümrük Kanununun 242’nci maddesine göre, vergi tahakkuklarına, ceza kararlarına ve idari kararlara karşı idari dava yoluna gidilebilmesinin ön koşulu, bu tahakkuk ve kararlara karşı onbeş gün içinde maddede yazılı idari mercilere itirazda bulunulmuş olunmasıdır.  Aynı şekilde; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 122 ve 124’üncü maddeleri göre de; vergi hatası olarak nitelendirilen hataların düzeltilmesi isteklerinin yargıya dava yoluyla taşınabilmesinin önkoşulu, öncelikle, düzeltme, ardından da şikayet başvurularında bulunulmasıdır. Benzer bir durum da, bizzat 2577 sayılı Kanunun kendisinde vardır. Anılan Kanunun 13’üncü maddesine göre; idarenin eylemleri dolayısıyla maddi ve/veya manevi zarara uğrayanların, idari dava açmadan önce, idareye başvuruda bulunarak zararlarının tazminini istemeleri gereklidir.

Anılan yasalarda öngörülen, tüm bu başvuru yolları ve başvurulmadan idari dava yoluna gidilmesi olanaksız (659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede öngörülen sulh başvuru yolu gibi) benzerleri, yargılama usulünde korunan dava hakkının doğumu ve kullanılması bakımından zorunlu idari başvuru yollarıdır. Dolayısıyla; anılan maddelerde başvuru için öngörülen süre, zamanaşımı (örneğin, düzeltme hakkının kullanılabilmesi için uyulması gerekli tarh zamanaşımı süresi) ve sükutu hak müddetlerinin, geçici madde hükmünün kapsamında olduğunu söyleyebiliriz.

4458 sayılı Gümrük Kanununun 244’üncü, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun da 205 sayılı Kanunla ek maddelerinde düzenlenen uzlaşma müesseselerine ilişkin başvurular, idari dava açma hakkının doğabilmesi ve kullanılabilmesi için zorunlu başvurular değildir. Geçmişte, 213 sayılı Kanunun 15’inci maddesinin uzlaşma başvuru süresi ile ilgili olarak uygulanamayacağına dair Danıştay’ca verilmiş kararlar mevcuttur[2]. Bu kararlar, uzlaşma başvurusunun vergi ödevleriyle ilgili süreler olmadığı görüşüyle verilmiş kararlardır. Dolayısıyla, yukarıda sözünü ettiğimiz Hazine ve Maliye Bakanlığı duyurularının kapsamında olan süreler de değildirler. Bununla birlikte; uzlaşma başvurularıyla ilgili sürelerin, bentte geçen “uzlaştırma kurumlarındaki – burada sözü edilen uzlaştırma kurumlarının Gümrük Kanunu ile Vergi Usul Kanunundaki uzlaşma komisyonları olmadığını bilmemize karşın –süreler” olarak anlamanın, amaç yorumuyla,  mümkün olabileceğini düşünüyoruz.

İdari usul yasalarında veya maddi yasalarda yer alan sürelerin, geçici maddenin düzenlemesinden etkilenebilmesi, ancak, bu sürenin yargılama usulüne ilişkin olması koşuluyla mümkündür. Zira; “a” bendinde geçen, “usul hükmü içeren diğer kanunlarda” ibaresinin, ilk fıkranın girişindeki amaç cümlesiyle birlikte yorumlanması ve “yargı alanı kapsamındaki bir hakkın doğuşuna, kullanılmasına veya sona ermesine ilişkin usul hükmü içeren diğer kanunlar” şeklinde anlaşılması zorunludur. Örneğin; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58’inci maddesinde öngörülen ödeme emrine karşı dava açma süresi gibi. Veya maddi kanunlarda, genel dava açma sürelerini kısaltan ya da daha uzun süre belirleyen düzenlemeler gibi.

IV – SÜRELERİN DURMASI VE HESABI:

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin yargı alanında bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin sürelerin Kahramanmaraş’ta 6 Şubat 2023 gününde meydana gelen depremler dolayısıyla durması konusunda; biri olağanüstü hâl ilan edilen on ilde, diğeri de, ülke genelinde olmak üzere iki ayrı düzenleme yapmıştır. İlk düzenleme, Kararnamenin 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasında yapılan düzenlemedir. İkinci düzenleme, aynı maddenin 4 ilâ 7’nci fıkralarında yapılmıştır. Aşağıda; bu düzenlemeler, idari yargı alanıyla ilgili olarak ve iki ayrı alt başlık altında incelenmiştir.

A) Olağanüstü Hal İlan Edilen İller Bakımından:

Düzenleme, yargılama usulüne ilişkin süreleri, Kahramanmaraş depreminin olduğu 6 Şubat 2023 gününden (6 Şubat günü dahil);

a) Kural olarak, 6 Nisan 2023 gününe (6 Nisan günü dahil);

b) 6 ve 7’nci fıkrada yazılı hallerde ise, 6 Mart 2023 gününe (6 Mart günü dahil);

Kadar durdurmaktadır.

Buna göre; anılan tarihler arasında duran bir süreden söz edilebilmesi, iki durumda söz konusudur:

1 – İlk durum; bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin sürenin, depremin olduğu tarihten önce başlayan süre olmasıdır:

Bunun için sürenin başlamasına neden olan olayın (idari işlemin, davalı idarenin cevabının, mahkemenin kararının vs tebliğinin) 6 Şubat 2023’den önce gerçekleşmiş; yani, sürenin bu tarihten önce işlemeye başlamış, ancak sona ermemiş olması gerekmektedir. Örnek verelim: Dava konusu edilebilecek nitelikte bir idari işlem, 20 Ocak 2023 gününde tebliğ edilmiş olsun. Bu takdirde; idare mahkemesinde dava açma süresi, durduğu 6 Şubat 2023 tarihinde onyedinci gününde olmaktadır.  6 Şubat (depremin olduğu gün) günü, işleyen süreye dahil olmadığından; bu tarihe kadar, altmış günlük idare dava açma süresinden onaltı gün işlemiş demektir. Dolayısıyla; 6 Şubat günü onaltıncı gününde işlemesi duran dava açma süresi;

a) 6 Nisan gününü izleyen gün olan 7 Nisan gününden;

b) 6 ve 7’nci fıkralarda yazılı hallerde ise, 7 Mart gününden;

 İtibaren, onyedinci gününden başlayarak işlemeye devam eder ve son gününün çalışma saatinin sonunda (dava dilekçesinin elektronik posta ile gönderilmesi halinde saat 24.00’de) sona erer.

2 – İkinci durum, bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin sürenin, 6 Şubat gününde veya bu günden sonraki günlerde işlemeye başlamış olmasıdır:

Eğer, bir hakkın doğumuna, kullanılmasına veya sona ermesine ilişkin süre işlemeye, depremin olduğu gün veya daha sonraki günlerde başlayacaksa; hiç işlemez, yani 6 Nisan (6 ve 7’nci fıkrada yazılı hallerde 6 Mart) gününe kadar durur. Örneğin; tebligatın 5 Şubat gününde yapıldığını varsayarsak; 6 Şubat gününde başlaması gereken süre o tarihte durur; işlemez. Duran süre, durma süresinin sona erdiği günü izleyen gün olan, 7 Nisandan (6 ve 7’nci fıkralarda yazılı hallerde 7 Marttan) itibaren birinci gününden itibaren işlemeye başlar ve normal süresinin son gününün çalışma saatinin sonunda (dava dilekçesinin elektronik posta ile gönderilmesi halinde saat 24.00’de) sona erer. Sürenin, 6 Şubattan sonraki bir tarihte başlaması halinde de, durum aynıdır.

Maddede; 7226 sayılı Kanunun Geçici 1’inci maddesinin düzenlemesinden farklı olarak, sürenin durma günü itibarıyla kalan kısmı onbeş günden az olması halinde, kalan sürenin onbeş gün olarak hesaplanacağına dair düzenleme bulunmamaktadır. Bu bakımdan; durma süresinin başladığı tarihte, dava açma süresinden ne kadar kalmışsa, durma süresinin sona erdiği günü izleyen günden itibaren o kadar süre işler. Örneğin; dava açma süresinin 5 Şubat tarihine kadar (bu tarih dahil) 50 gün işlediğini varsayarsak, bu tarih itibarıyla idare mahkemesinde dava açma süresi olan altmış günlük süreden geriye 10 gün kalmış olur. Dolayısıyla; süre, 7 Nisanda 51’inci günden itibaren işlemeye başlayarak 16 Nisan günü çalışma saati bitiminde (dava dilekçesinin elektronik posta ile gönderilmesi halinde saat 24.00’de) sona erer.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinin 9’uncu fıkrasında; durma süresince (6 Şubat-6 Nisan “6 ve 7’nci fıkralarda yazılı haller bakımından, 6 Şubat- 6 Mart arasında”) duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi;

a) Danıştay (Danıştay dava daireleri ve dava daireleri kurulları) bakımından, Danıştay Başkanlar Kurulu’na,

b) İlk derece idari yargı mercileri (idare ve vergi mahkemeleri) ile bölge idare mahkemeleri bakımından, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na,

Verilmiştir.

B) Ülke Geneli Bakımından:

Kararnamenin 2’nci maddesinin 4 ilâ 7’nci fıkralarında, bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin sürelerin durmasıyla ilgili Kararname hükümlerinin ülke genelinde uygulanacağı haller düzenlenmiştir. Bu hallerin bulunması halinde, ilgili kişi, dava ve işler hakkında, sürelerin durmasıyla ilgili hükümlerin ülke genelinde; başka deyişle, anılan hükümlerin yerleşik olunan yere, kayıtlı olunan baroya, davanın görülmekte olduğu mahkemenin bulunduğu yere bakılmaksızın ülke genelinde uygulanması gerekmektedir. Konuya açıklık getirmek için, olağanüstü hâl ilan edilen illeri temel alarak, iki başlık altında inceleme yapılmasında yarar bulunmaktadır.

1 – Olağanüstü hâl ilan edilen illerde;

a) 6.2.2023 tarihi itibarıyla yerleşim yeri bu iller olan gerçek ve tüzel kişiler bakımından:

Kararnamenin 2’nci maddesinin 4’üncü fıkrasına göre; bir hakkın doğumu, kullanılması ve sona ermesi ile ilgili sürelerin durmasına ilişkin hükümler, olağanüstü hâl ilan edilen illerde yerleşik kişiler bakımından ülke genelinde uygulanır. Bunun anlamı; bu kişilerin yalnızca olağanüstü hâl ilan edilen illerdeki idari yargı alanındaki işlemleriyle ilgili sürelerin değil, ülkenin  genelinde bulunan aynı nitelikli işlemlerine ilişkin olanların da, 6 Şubat-6 Nisan tarihleri arasında işlememesidir.

b) Yerleşim yeri bu iller olmamakla birlikte 6.2.2023 tarihinde bu illerde bulunan kişiler bakımından:

Bu kişiler olağanüstü hâl ilan edilen on ilde, herhangi bir nedenle; örneğin, ziyaret, ticaret, iş veya turisttik amaçla bulunuyor olabilirler. Bunun, Kararnamenin 2’nci maddesinin hükmünün bunların ülkenin genelinde bulunan dava ve işleri hakkında uygulanması bakımından önemi yoktur. Kahramanmaraş depreminin olduğu gün, anılan illerde bulunduklarını kanıtlama koşuluyla, ülkenin neresinde olursa olsun, idari yargı ile ilgili bir hakkın doğumuna, kullanılması ve sona ermesine ilişkin işlemleriyle ile ilgili süreler, Kararnamenin 2’nci maddesinin 4’üncü fıkrası uyarınca, 6 Şubattan itibaren (bu tarih dahil) işlemez, durur. Duran süre hakkında, 2’nci maddenin 1’inci fıkrası hükmü uygulanır.

c) Bu illerin barolarına kayıtlı avukatların takip ettikleri dava ve işler bakımından:

Kararnamenin 2’nci maddesinin 5’inci fıkrasına göre; olağanüstü hâl ilan edilen on ilin barolarına kayıtlı avukatların yalnızca bu illerde değil ülke genelinde takip ettikleri idari davalardaki bir hakkın doğumuna, kullanılmasına ve sona ermesine ilişkin işlemleriyle ile ilgili süreler hakkında da, Kararnamenin 2’nci maddesi hükmü uygulanır. Bunun; örneğin Ankara İdare Mahkemesinde takip ettiği veya edeceği davaya ilişkin sürelerin durması için, avukatın, Kahramanmaraş depreminin olduğu 6 Şubat 2023 tarihi itibarıyla, bu on ilin barolarından birinde kayıtlı olması yeterlidir. Bu avukatlar, depremin olduğu tarihte o illerde fiilen bulunmuyor olsalar bile, bu hükümden yararlanırlar.

d) Bu illerin barolarına kayıtlı olmamakla birlikte 6 Şubat 2023 gününde bu illerin birinde bulunan avukatların takip ettikleri dava ve işler bakımından:

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinin 5’inci fıkrası, Kahramanmaraş depreminin olduğu gün olağanüstü hâl ilan edilen illerin birinde bulunan başka iller barolarına kayıtlı (bu on ilin barolarından birine kayıtlı olmayan) avukatların ülke genelindeki idari yargı ile ilgili bir hakkın doğumuna, kullanılması ve sona ermesine ilişkin işlemleriyle ile ilgili süreler hakkında da, Kararnamenin 2’nci maddesi hükmünün uygulanacağını söylemektedir. Söz konusu avukatların anılan düzenlemeden yararlanabilmeleri için, olağanüstü hâl ilan edilen illerde görülmekte olan bir dava dolayısıyla bulunmaları da şart değildir. Herhangi bir nedenle, örneğin, akraba ziyareti, turistik gezi vs dolayısıyla da bulunuyor olmaları ve bunu kanıtlamaları yeterlidir. Bu kanıtlamayı yaptıkları takdirde, vekili oldukları gerçek veya tüzel kişilerin yalnızca bu illerdeki değil ülke genelindeki, örneğin Ankara İdare Mahkemesindeki davalarına ilişkin süreler hakkında da 2’nci madde hükmü uygulanır.

2 – Olağanüstü Hal İlan Edilen:

a) İller barolarına kayıtlı olmayan avukatların takip ettikleri dava ve işler bakımından:

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinin 6’ncı fıkrasına göre; olağanüstü hâl ilan edilen iller dışındaki iller barolarına bağlı avukatlar ile bunların bürolarında çalışan kişilerin;

aa) Olağanüstü hâl ilan edilen illerde kan veya kayın hısımlarının bulunması;

ab) Veya olağanüstü hâl ilan edilen illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bu illere gitmeleri;

Halinde, 2’nci madde hükmünün, söz konusu avukatlar tarafından ülke genelinde takip edilen dava ve işler hakkında bu avukatlar bakımından, ancak bu kez 6 Mart 2023 gününe (6 Mart günü dahil) kadar uygulanması gerekmektedir.

Bu bent hükmünün uygulanabilmesi için;

aa) İlk hal, olağanüstü hâl ilan edilen on ilin barosuna kayıtlı avukatın veya bürosunda çalıştırdığı kişinin bu illerde kan veya kayın hışmının olmasıdır. Eğer; bu avukatın veya çalışanının anılan illerde kan ya da kayın hısmı varsa, bu avukatın ülkenin neresinde olursa olsun takip ettiği idari davalarla ilgili süreler, anılan tarihlerde işlemez. Hükmün uygulanabilmesi için, avukatın bürosunda çalıştırdığı kişinin, mutlaka avukat olması da gerekmez. Hizmet akdine dayalı olarak avukatın bürosunda ve avukata bağlı olarak çalışan avukat stajyeri, kâtip, büro görevlisi vs olması yeterlidir. Bent, kan ya da kayın hısımlık derecesi hakkında bir sınırlama getirmemiştir.  Bunun uygulamada belirsizlik, dolayısıyla da sorun yaratacağını düşünüyorum. Dahası; bent, avukat ya da çalışanının kan veya kayın hısımının söz konusu on ilde bulunmasını maddenin uygulanması için yeterli görmüş; ayrıca, avukat veya çalışanının o illere yardım, kurtarma vs amaçla gitmiş olması koşulunu da aramamıştır. Cümlenin yapısı, bu anlamı vermektedir. Böyle yapılmasının nedeninin, anılan illerde akrabası bulunan avukatın veya çalışanının, büronun işleriyle yeterince ilgilenme konusunda psikolojik olarak hazır olamayacağı düşüncesi olduğunu sanıyorum. Yine; düzenleme, avukat veya çalışanının akrabasının söz konusu on ilin birinde bulunma nedeninin orada yerleşik olmaları olmasını da aramamıştır. Akrabanın, olağanüstü hal ilan edilen o illerde, ziyaret, ticaret, iş veya turistik amaçla bulunuyor olması, bent hükmünün uygulanması için yeterli görülmüştür.

ab) İkinci durum, olağanüstü hâl ilan edilen illerde kan ya da kayın hısmı olmasa dahi, bu iller dışındaki illerin barolarında kayıtlı avukatların veya onların büro çalışanlarının, bu illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bu illere gitmeleridir. Bu halde de, bent, dolayısıyla madde hükmü, avukatın ülke genelinde takip ettiği idari davalarıyla ilgili süreler hakkında uygulanır. Bu hükmün uygulanması için, anılan illere avukatın ya da avukatla birlikte büro çalışanlarının tamamının da gitmiş olması şart değildir; yalnızca avukatın veya büro çalışanlarından yalnızca birinin gitmesi; bunun da, kanıtlanması yeterlidir. Dahası; avukat veya büro çalışanlarının anılan illere gitmiş olması da, madde hükmünün uygulanması için tek başına yeterli değildir. Ayrıca; gitmelerinin nedeninin, bu illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçlarının karşılanması amacı olması ve bunun da kanıtlanması gereklidir. Kanıtlamanın, kamu birimleri ile kurtarma ve yardım çalışmalarını yapan resmi veya gönüllü kuruluşlardan alınacak resmi kuruluşlarca onaylı belgelerle ya da enkaz kurtarma veya yardım çalışmalarında alınmış bir görüntü ile mümkün olabileceğini düşünüyorum.

Fıkra hükmü, fıkrada sözü edilen avukatların ülke genelinde takip ettikleri idari dava ve işlere ait süreler için, ancak yalnızca bu avukatlar bakımından uygulanır. Başka deyişle, aynı dava ve işler başka avukatlar tarafından da takip ediliyorsa, onlar bakımından fıkra ve dolayısıyla 2’nci madde hükmü uygulanmaz. Yani; onların, söz konusu dava ve işlerle ilgili yükümlülüklerini etkilemez.

b) İllerde Yerleşik olmayan (Yerleşim yeri bu iller olmayan) kişiler bakımından:

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesinin 7’nci fıkrasında; olağanüstü hâl ilan edilen iller dışındaki illerde yerleşik kişilerin, önceki fıkrada olduğu gibi;

ba) Olağanüstü hâl ilan edilen illerde kan veya kayın hısımlarının bulunması;

bb) Veya olağanüstü hâl ilan edilen illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bu illere gitmeleri;

Halinde, 2’nci madde hükmünün, söz konusu kişiler hakkında 6 Mart 2023 gününe (6 Mart günü dahil) kadar uygulanması öngörülmektedir.

Önceki fıkra hükmü ve uygulanma koşulları ile ilgili olarak yapmış olduğumuz açıklamalar, bu kişilerin ülke genelinde takip ettikleri kendilerine ait idari dava ve işler hakkında da aynen geçerlidir.

V – SONUÇ:

Doğal afetlerin, süreye bağlı tüm diğer haklarda olduğu gibi, yargı alanındaki hakların doğumu, kullanılması ve sona ermesiyle ilgili olarak da engeller çıkardığı bilinmektedir. Bu durum, hukuk sistemlerinde mücbir sebep olarak nitelendirilen hallerden biridir. Önceki yazılarımızda da belirtmiş olduğumuz gibi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda, yargılama usulü ile ilgili sürelerin mücbir sebep sayılan böyle durumlarda duracağı konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle de, uygulamada, kimi zaman, farklı kararlar verilebilmektedir. Yukarıda açıklanmaya çalışılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükmü; soruna, geçici çözüm olabilecek niteliktedir. Bizim görüşümüz; mücbir sebep konusunda, İdari Yargılama Usulü Kanununda, kalıcı çözüm olabilecek bir düzenleme yapılmasıdır.


[1] Hazine ve Maliye Bakanlığının söz konusu duyurusunda; Bu kapsamda, söz konusu illerde deprem tarihi itibarıyla mükellefiyet kaydı bulunan mükelleflerin, bu mükellefiyetleri nedeniyle vergi kanunlarının uygulanması bakımından 06.02.2023 ila 31.07.2023 (bu tarih dâhil) tarihleri arasında mücbir sebep halinde olduğu kabul edilmiştir.

 Mücbir sebep hali süresince,

  • verilmesi gereken vergi beyannameleri ve bildirimlerinin verilme süreleri,
  • bu beyanname ve bildirimler üzerine tahakkuk eden vergilerin ödeme süreleri,
  • Deprem tarihinden önce tahakkuk etmiş, ödeme süresi mücbir sebep hali ilan edilen süreye rastlayan her türlü vergi, ceza ve gecikme faizinin ödeme süresi,
  • 2023 yılı motorlu taşıtlar vergisinin ikinci taksit ödeme süresi,
  •    deprem tarihinden önce ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen ve vadesi mücbir sebep halinin başladığı tarihten sonrasına rastlayan her türlü vergi, ceza ve gecikme faizinin ödeme süresi

uzatılmıştır.

Buna göre, mücbir sebep halinin geçerli olduğu dönemde verilmesi gereken beyanname ve bildirimler 15.08.2023 Salı günü sonuna kadar verilebilecek, bu beyanname ve bildirimler üzerine tahakkuk eden vergiler ile yukarıda ifade edilen diğer vergi, ceza ve gecikme faizleri 31.08.2023 Perşembe günü sonuna kadar ödenebilecektir.

Bununla birlikte söz konusu yerlerde bulunan mükellefler tarafından, mücbir sebep hali süresi içerisinde verilmesi gereken 2023 yılı 1 inci geçici vergi dönemine ilişkin geçici vergi beyannameleri verilmeyecektir.

Ayrıca bu yerlerde bulunan vergi mükelleflerinin vergi borçları 02.10.2023 Pazartesi günü sonuna kadar başvuru yapmaları ve gerekli şartları da taşımaları kaydıyla faiz alınmaksızın 24 aya kadar taksitlendirilecektir.

Ayrıntılı bilgilere bağlı olunan vergi dairesinden ulaşılabilinir.” açıklaması yapılmıştır.

[2] Bkz. Turgut CANDAN, Vergilendirme Yöntemleri ve Uzlaşma, 2. Bsk. Maliye ve Hukuk Yayınları, Temmuz 2006, sh.314.