GİRİŞ:
Bilindiği üzere; İdari Yargı Sistemimizde 28.6.2014 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan 6545sayılı Kanunla önemli bir yapısal değişiklik olmuştur. Her ne kadar, değişiklikte, mevcut bölge idare mahkemelerinin Kanunun yayım tarihinden itibaren üç ay içerisinde, yeniden yapılandırılarak idari istinaf mahkemeleri haline getirilmeleri ve bu yeni yapılanmanın sonucu olan kanun yollarına ilişkin yeni usul kuralların da o tarihte yürürlüğe girmesi öngörülmüş ise de bölge idare mahkemelerinin istinaf mahkemesi olarak yeniden yapılandırılmaları ve göreve başlamaları, ancak, 20 Temmuz 2016 tarihinde mümkün olabilmiştir. Dolayısıyla da kanun yollarına ilişkin yeni usul kuralları o tarihten itibaren uygulanabilmiştir.
Değişiklikle, sistem, altta idare ve vergi mahkemeleri, ortada istinaf mercii görevini gören bölge idare mahkemeleri, üstte de temyiz mercii olan Danıştay olmak üzere, uyuşmazlığın konusu olan para tutarının belli sınırın altında kaldığı durumlarda tek, genel olarak iki, sınırlı olarak da üç dereceli bir yapıya kavuşturulmuştur. Başka anlatımla da; anılan tarihten önce ilk derece mahkemesi kararlarına karşı gidilebilecek kanun yolu olarak temyiz genel, istinaf/itiraz sınırlı/istisnai iken; sistem tersine döndürülmüş, istinaf genel, temyiz sınırlı/istisnai hale getirilmiştir.
Bu değişikliği sağlayan düzenleme, İdari Yargılama Usulü Kanununun 45’inci maddesinin 1 ve 6’ncı fıkraları ile 46’ncı maddesinde yapılmıştır. 45’inci maddenin 1’inci fıkrası; “İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, konusu beş bin[1] Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.”; 6’ncı fıkrası da, “Bölge idare mahkemelerinin 46 ncı maddeye göre temyize açık olmayan kararları kesindir…” hükmünü içermektedir. İlk fıkra; ilk derece idari yargı yerlerinin kararlarına karşı, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi, tam yargı ve iptal davalarında verilenler hariç, kanun yolu olarak istinafı gösterirken; 6’ncı fıkra, bölge idare mahkemelerinin kararlarından Kanunun 46’ncı maddesinde temyiz yolu açık olmayanları o aşamada kesinleştirmektedir. Sözü edilen 46’ncı maddenin birinci fıkrasında ise, “Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştay’da, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir” cümlesiyle, bölge idare mahkemelerinin istinaf mercii olarak vermiş oldukları kararlardan temyize tabi olanlar sayma yöntemiyle belirlenmiş ve, böylece, davanın taraflarının istinaf mahkemesinin kararlarına karşı temyiz hakkı fıkranın “a” ilâ “m” bentlerinde sayılan davalarda verilenlerle sınırlandırılmıştır. Buna göre; bölge idare mahkemelerinin anılan bentlerde yazılı davalarda vermiş oldukları dışındaki kararlarına karşı temyiz yolu kapalı bulunmaktadır.
Kararları temyizi olanaklı davaları gösteren bentlerden, bu yazımızda söz konusu edeceğimiz Anayasa Mahkemesi kararına konu olan, “b” bendi, “Konusu yüz bin[2] Türk Lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar” düzenlemesini içermektedir. Bent, konusu para (veya para ile ilgili olan)[3] vergi davaları, tam yargı davaları ile iptal davalarında verilen istinaf kararlarının temyiz olanağını, para tutarının/miktarının yüz bin Türk lirası veya daha fazla olması koşuluna bağlamaktadır. Başka deyişle, bent, anılan davalarda verilen kararlar bakımından tarafların kararı temyiz yoluyla denetletebilme haklarının kullanılmasına parasal sınır getirmektedir. Sınırı oluşturan para tutarı ise, 2577 sayılı Kanunun Ek 1’inci maddesi uyarınca, her yıl başında, Vergi Usul Kanununun mükerrer 298’inci maddesinde öngörülen yeniden değerleme oranı uygulanmak suretiyle yeniden belirlenmektedir[4]. Bu nedenle; davanın açıldığı tarihteki parasal sınır, istinaf merciinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar birkaç kez değişebilmektedir.
İdari Yargı Sitemimizi oluşturan üç kanunda (2575, 2576 ve 2577 sayılı Kanunlarda) da temyiz hakkının varlığının belirlenmesinde, yargılamanın dava, karar, istinafa başvuru ve istinafın karar tarihi aşamalarından hangisinde geçerli olan parasal sınırın esas olacağı konusunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Aşağıda vereceğimiz Anayasa Mahkemesi kararından anlaşıldığına göre; Danıştay’ın dava dairelerinin çoğunluğu, bu belirlemede, istinafın karar tarihini esas almaktadır. Bent hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine gönderilmesine neden olan sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Zira; istinaf başvurusunun karara bağlandığı tarihte geçerli olan parasal sınırın esas alınması halinde; davasını açtığı tarihte, bu davada ileride (istinaf aşamasında) verilecek kararı temyiz başvurusuna konu etme hakkı bulunan davacı, aradan geçen zaman diliminde davanın konusu olan para miktarının, yeniden değerleme oranına göre birkaç kez yeniden belirlenen parasal sınırın altında kalması nedeniyle bu hakkını kaybedebilmektedir.
Bu durumu, mahkemeye erişim hakkı, hükmün denetlenmesini talep hakkı, ölçülülük ve kanuni hâkim ilkeleriyle bağdaşır bulmayan Samsun Bölge İdare Mahkemesi 2’nci Vergi Dava Dairesinin, temyiz hakkına parasal sınır getiren kuralın hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine de aykırı olduğu gerekçesiyle, bent hükmünü, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine göndermesi sonucu aşağıda değerlendirmeye çalışacağımız iptal kararı verilmiştir.
ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI VE GEREKÇESİ:
Anayasa Mahkemesinin 26.7.2023 gün ve E:2023/36, K:2023/142 sayılı iptal kararı, 13.10.2023 gün ve 32338 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasaya uygunluk denetimini, istinaf mahkemesinin gönderme kararında ileri sürülen anayasaya aykırılık gerekçelerinden yalnızca hükmün denetlenmesini talep hakkı ile ilgili olan yönünden ele alarak yapan Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 36’ncı maddesinde hak arama özgürlüğü kapsamında anayasal güvenceye bağlandığını söylediği bu hakkın kullanılmasına temyiz kanun yolu bakımından getirilen parasal sınırın, anayasa aykırılığını iki gerekçeye dayandırmıştır:
Mahkemenin ilk gerekçesi, temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın kanunla olması zorunluluğuyla (AY md.13) ilgilidir. Anayasa Mahkemesine göre; sınırlamanın Anayasaya uygun olabilmesi için, şekli anlamda kanunla yapılmış olması yeterli değildir; ayrıca, kanun hükmünün belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir olması da gereklidir. Oysa; yukarıda açıklandığı üzere, bent hükmü, bu konuda herhangi bir belirlilik ve öngörülebilirlik içermemektedir. Aksine; hükmün denetlenmesini talep hakkının varlığının istinafın karar tarihinde geçerli parasal sınır esas alınarak belirlenmesi halinde, davacının dava tarihinde var olan istinaf kararını temyiz edebilme hakkının o tarihte olmaması gibi bir sonucun doğması mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla; bent hükmü, anılan tarihlerden hangisinin parasal sınırın tespitinde esas alınacağı konusunda olan tereddütleri giderebilecek netlik ve açıklıkta düzenleme içermemesi nedeniyle kanunilik koşulunu taşımamaktadır.
İlk gerekçesinde böyle söyleyen Anayasa Mahkemesi, ikinci olarak, hükmün denetlenmesini talep hakkının kullanılmasına parasal sınır getirilmesinin amacının, Danıştay’ın iş yükünü azaltmak olduğunu belirterek, sınırlamanın bu amaçla orantılı olup olmadığını denetlemiştir. Mahkemeye göre; önemsiz davalarda[5] verilen kararlar ile istinaf başvurusunun reddi kararların kesin olmasının, usul ekonomisi ve makul sürede yargılanma ilkesi açısından, hükmün denetlenmesini talep hakkını ihlal edici sonucu bulunmamaktadır. Ancak; istinaf mahkemesinin ilk derecede verilen kararı kaldırarak davanın esası hakkında yeniden verdiği kararların kesin olmasının, anılan hakkı ihlal etmesi mümkündür. Dahası, konusu olan para tutarı bentte öngörülen parasal sınırın (güncel, beş yüz seksen bir bin Türk lirasının) altında kalan her dava da önemsiz değildir. Bu bakımdan; istinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak yeniden (ilk kez/ilk elden) verdiği kararların salt davanın konusu olan para tutarının parasal sınırın altında kalması sebebiyle kesin sayılması, Danıştay’ın iş yükünü azaltma amacı ile davacıların kararlarını denetletme hakkını kullanmalarıyla elde edecekleri menfaat arasındaki makul dengeyi onlar aleyhine bozabilecek niteliktedir.
Bu iki gerekçeyle bent hükmünü Anayasa’nın 13 ve 36’ncı maddelerine aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi, doğabilecek sorunları da düşünerek, iptal kararının yürürlüğe girmesini yayımından itibaren dokuz ay sonraya bırakmıştır. Buna göre; Yasama Organınca yeni bir düzenleme yapılmadığı takdirde, iptal hükmü, 14 Temmuz 2024 gününde yürürlüğe girmiş olacaktır.
ANAYASA MAHKEMESİNİN BAŞKA TÜRLÜ KARARI OLABİLİR MİYDİ?
Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalardan anlaşılacağı üzere; bendin uygulanması ile ilgili sorun, Danıştay dava dairelerinin yorumundan kaynaklanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararında kararlarına gönderme yapılan dava daireleri, dar yorum yaparak, temyiz hakkının varlığının tespitinde istinaf kararının verildiği tarihte geçerli olan parasal sınırı esas almışlardır. Oysa; hükmün denetlenmesini isteme hakkı, temel hak ve özgürlüklerle ilgilidir. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili yasal düzenlemelerin yorumunda ise, daraltıcı yorum değil genişletici yorum esastır.
Bent hükmü 46’ncı maddenin ilk fıkrasıyla birlikte okunduğunda, “Konusu yüz bin Türk lirasını aşan” ibaresinde “konu” sözcüğünün istinaf/bölge idare mahkemesi kararını değil, davayı nitelediği görülür. Yani, para istinaf kararının değil, davanın konusudur. Davanın konusu ise, davanın açıldığı tarihte dava dilekçesinde ya da davaya konu edilen idari işlemde yazılı olan miktardır. Dahası; hukuki güvenlik ilkesi gereği, kanunların belirli, öngörülebilir ve ulaşılır olması, yargı yerlerince bilinen bir gerekliliktir. Dava tarihinden sonraki aşamalarda parasal sınırın değişebileceği göz önünde bulundurulduğunda, belirlilik koşulunu taşıyan tek tarihin dava tarihi olduğunda da kuşku yoktur. Bu bakımdan; bentle ilgili yorumun dava tarihi esas alınarak yapılması gerekirken istinaf kararının tarihi esas alınarak yapılması, hükmün denetlenmesini talep hakkını/temyiz başvurusunda bulunma hakkını kanunda öngörülmeyen biçimde daraltan yorumdur ve, bize göre, hukuka uygun değildir.
Anayasa Mahkemesi, kimi zaman, böyle durumlarda, kanunun nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini kararında yazarak, anayasaya aykırılık iddiasını reddetmektedir. Mahkemenin, bu yöntemle verilmiş kararları bulunmaktadır. Bize göre; bu başvuru ile ilgili olarak da, benzer bir karar verilmesi mümkündü. Yüksek Mahkemenin böyle yapmamasının sebebinin, kararı ikinci gerekçesinde gizli olduğunu sanıyoruz. Yani; Mahkemenin, parasal sınır kuralının yalnızca belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini değil ölçülülük ilkesini de ihlal ettiği görüşünde olduğu için, kararın gerekçesine uygun olarak bendin yeniden düzenlenmesini sağlamak amacıyla iptal hükmü verme yoluna gittiğini düşünüyoruz.
İPTAL KARARININ SONUÇLARI NE OLABİLİR?
1 – Dokuz Ay İçinde Yeni Düzenleme Yapılmamasının Sonucu:
Kararda Yasama Organına tanınan dokuz aylık süre içerisinde yeni bir düzenleme yapılmadığı takdirde; maddenin ilk fıkrasının “… bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştay’da, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir:” hükmü gereğince, evvelce parasal sınırı aşıyor olmaları sebebiyle temyize tabi olan kararlara da temyiz yolu kapanmış olacaktır.
Zira; konusu olan para yüz bin Türk lirasını aşan vergi, tam yargı ve iptal davalarında bölge idare mahkemelerince verilen kararların temyiz edilebilmeleri, “b” bendinin yürürlükte olması ile mümkündür. Bent hükmü yürürlükten kalkınca, konuları olan para miktarı ne olursa olsun, anılan davalarda verilen istinaf kararlarının temyizi olanaksızlaşır.
2 – Dokuz Aylık Süre İçerisinde Bent Hükmü Nasıl Uygulanmalıdır?
Kuşkusuz, bent hükmü, yeni bir düzenleme yapılmadığı takdirde, dokuz ay daha yürürlükte olacaktır. Danıştay’ın, geçmişte, Anayasaya aykırılığı Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya çıkmış olan bir yasa hükmünü, yürürlüğü için ayrı bir süre öngörülmüş olunmasına karşın uygulamamak gibi bir uygulaması vardı. Eğer, Danıştay bu konudaki görüşünü sürdürecek olursa, bentte yazılı davalarda verilen kararlarla ilgili uygulamasının Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesine uygun bir çözüm üretmesi mümkündür. Böyle yaptığı takdirde Danıştay’ın;
- Temyiz hakkının kullanılmasında bentte yazılı parasal sınırın varlığını kabul edeceğini; ancak, duruma göre, dava veya, İdari Yargılama Usulü Kanununun 16’ncı maddesinin 4’üncü fıkrası uyarınca artırım yapılması halinde, artırım tarihindeki parasal sınırı esas alarak uygulama yapacağını;
- Bölge idare mahkemelerinin ilk derece mahkemesinin kararını hukuka aykırı bularak kaldırdıktan sonra davanın esası hakkında ilkinden ayrı ve tamamen yeni bir karar vermeleri halinde de, bu kararlara karşı davanın konusu olan para miktarına bakılmaksızın temyiz hakkı tanınması yoluna gideceğini;
Tahmin ediyoruz.
3 – Bendin Yeni Düzenlemesi Nasıl Olmalıdır?
Anayasa Mahkemesince iptal edilen bendin yerine yapılacak düzenleme konusundaki tahminimiz de, bunun benzeridir. Yasama Organı, önce, “b” bendini, rakamı güncelleştirmek suretiyle yeniden ve eski şekliyle yazabilir. İkinci olarak, bölge idare mahkemesinin istinafa konu kararı kaldırdıktan sonra ilkinden tamamen farklı karar vermesi halinde, tarafların davanın konusunun bu tutarı aşıp aşmadığına bakılmaksızın kararı temyiz edebilecekleri düzenlemesi yapılabilir. Son olarak da, ek 1’inci maddeye, kararın temyiz edilip edilemeyeceğinin belirlenmesinde, yeniden değerleme oranı uygulanarak artırılan tutarlardan dava tarihinde, dava konusu tutarın 16’ncı maddenin 4’üncü fıkrasının son cümlesi uyarınca artırılması halinde de artırma tarihinde yürürlükte olanın esas alınacağı düzenlemesi eklenebilir.
Bu şekilde yapılacak düzenleme, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesine uygun düzenleme olur. Ancak; kanun yollarına başvuru hakkının/kararın denetlenmesini talep hakkının kullanılmasına getirilen parasal ve konusal sınırlamalardan kaynaklanan adaletsizlikleri ve şikayetleri sonlandırabilecek bir düzenleme olmaz. Zira; biz, bu yolda yapılacak düzenlemenin de;
- Aynı konuda açılan ve konusu olan para tutarı farklı çok sayıda davada verilen kararların bir kısmının istinafta kesinleşmesi, diğerlerinin ise temyizde farklı şekilde sonuçlanmasından doğan adaletsizlikleri gidermeyeceği;
- İlk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasından sonra istinaf merciince gerekçesi değiştirilerek aynı kararın verilmesi halinde, verilen kararın bölge idaresince ilk kez/Anayasa Mahkemesinin deyimi ile ilk elden verilen karar olup olmadığı konusunda tartışma yaratacağı;
- Açıkça yürürlükteki hukuka aykırı olarak verilen ilk derece mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararların, kanun yararına temyiz müessesesine karşın, davacının hak ve menfaatleri üzerindeki olumsuz etkilerini gideremeyeceği;
- Bölge idare mahkemesinin ilk derece mahkemesinin, örneğin, davanın reddi yolundaki kararını kaldırdıktan sonra davanın esası hakkında kısmen dava konusu işlemin iptali/davanın kabulü, kısmen de davanın reddi yolunda vermiş olduğu kararın iptale/davanın kabulüne ilişkin hüküm fıkrasının idarece temyiz edilmesi durumunda, davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasının da temyize cevap süresi içerisinde (karşılık temyiz olarak) davacı tarafından temyiz edilip edilemeyeceği konusunda tartışma çıkaracağı;
- En önemlisi de; örneğin, doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz lira doksan dokuz kuruş ile yüz bin lira arasındaki önem farkının açıklanmasında yetersiz kalacağı;
Görüşündeyiz.
Biz, bu sakıncaları giderecek ya da olmasına meydan vermeyecek düzenlemenin, istinaf ve temyiz başvuruları için konusal ve parasal sınırlara yer vermeyen düzenleme olduğunu; bu nedenle de, İdari Yargılama Usulü Kanununun 45’inci maddesinin 1 ve 6’ncı fıkralarıyla 46’ncı maddesinin bunu sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz ve öneriyoruz.
Bu önerimizin, bu tür bir düzenlemenin tüm davaların temyize kadar gidereceği, Danıştay’ı çalışamaz hale getireceği ve makul sürenin aşılması riski ile karşı karşıya kalınacağı itirazıyla karşılaşacağını biliyoruz. Ama; biz, temyiz denetiminin, uyuşmazlığın hukuki yönüyle ilgili olduğundan, maddi uyuşmazlığın temyizin konusu olmadığından hareketle, eğer, temyize başvuru koşulları (parasal değil) bunu sağlayacak şekilde düzenlenir ve denetimi de buna göre yapılırsa hem temyize başvuru sayısının azalacağı hem de makul süre koşulunun ihlalinin bugünkünden çok daha az sayıda olacağı görüşündeyiz. Adli yargıda da, idari yargıda da kanun yollarına başvuru için parasal sınır olmasına karşın, hak ihlali en fazla makul sürenin aşılması dolayısıyla olmaktadır. İstatistikler, istinaf ve temyiz başvuruları için konusal ve parasal sınır olmayan Fransa’da ilk derecede verilen kararların %10’nun istinafa; istinafta verilen kararların da %33’ünün temyiz başvurusuna konu edildiğini; temyiz başvurusuna konu edilen kararların ilk derece mahkemelerince verilen kararların yalnızca %3,2’si olduğunu göstermektedir[6]. Oysa; bu rakamlar, kanun yollarına başvuru için konusal ve parasal sınırlar olan ülkemizde, sırasıyla; %43, %63 ve %22’dir[7]. Bu karşılaştırmanın gösterdiği yalnızca bir gerçek bulunmaktadır. O da, kanun yollarına başvuru hakkı için getirilen parasal ve konusal sınırların, adaletsizlik ve sorun yaratmaktan başka bir işlevlerinin olmadığıdır.
SONUÇ:
İdari Yargılama Usulü Kanununun 46’ncı maddesinin ilk fıkrasının, konusu para olan vergi, tam yargı ve iptal davalarında verilen bölge idare mahkemesi kararlarının temyize konu edilebilmesi için parasal sınır öngören, “b” bendi, Anayasaya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. İptal kararı, yayım tarihinden itibaren dokuz ay sonra; yani, 14 Temmuz 2024 gününde yürürlüğe girecektir. İptal kararının yürürlüğe girmesinden sonra bir boşluk doğmaması için de, o tarihe kadar, yeni bir yasal düzenlemenin yapılması gerekmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere; kararın denetlenmesini talep hakkına getirilecek her türlü sınırlama, belki Anayasa Mahkemesinin kararında sözü edilen sorunlara çözüm olacak; ancak, başka sorunlara yolacağı gibi, adaletsizlikleri de önlemeye yeterli olmayacaktır. Bu konuda olması gereken çözüm, gerekli önlemlerin de alınması suretiyle[8], bu hakkın kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu bakımdan; yapılacak düzenlemenin, hak arama özgürlüğü kapsamında anayasal güvence altında olan anılan hakka tam güvence sağlanması için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
[1] 2023 Takvim Yılı için: 20.000 TL.
[2] 2023 Takvim yılı için: 581.000.- TL
[3] Bentte sözü edilen vergi davalarından kasıt, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 378’inci maddesinde uyuşmazlık türü gösterilen davalardır. Bunlar, gerçekte, ayrı bir idari dava türü değil, vergilendirme işlemlerini konu alan iptal davalarıdır ve para davanın değil, iptal davalarında olduğu gibi, davanın konusu olan vergilendirme işleminin/idari işlemin konu unsurudur. İdari davalarda para, yalnızca tam yargı davaların konusudur. Dolayısıyla, bent cümlesinin böyle okunması İdari Yargılama Usulü terminolojisi bakımından gereklidir.
[4] Bu şekilde bulunan miktarın bin Türk lirasını aşmayan kısmı dikkate alınmaz
[5] Anayasa Mahkemesi, burada, İdari Yargılama Usulü Kanunun 45’inci maddesinin 1’inci fıkrasında, konusu olan para tutarının beş bin liranın altında olan davalarda verilen kararın kesinliğine gönderme yapmaktadır. Bize göre; bir davanın davacı dışında kalan herhangi bir kişi ya da kurumun davanın önemini belirleme yetkisi bulunmamaktadır. Mali külfeti ağır yargılama giderleri ile yargılama sürecinin tüm maddi ve manevi sıkıntılarına katlanmayı göze alarak dava açmış olduğuna göre; dava, davacısı için önemli demektir. Dahası, adalet beklentisine yanıt verilmesinin, daha makul ve adil çözümlerle halledilebilecek yargının iş yükünü azaltma amacından daha önemli olduğunu da düşünüyoruz.
[6] Kaynak: Conseil d’Etat, Chiffres clés 2022 de la juridiction administrative.
[7] Kaynak: Adalet İstatistikleri 2021.
[8] Bu konuda; Fransız İdari Yargılama Usulündeki temyiz başvurusunda bulunurken sebep gösterme, sebebin hukuki uyuşmazlığa ilişkin ve ciddi olması gibi zorunluluklara uyulup uyulmadığının araştırılmasını konu edinen ön inceleme; aynı konudaki birden fazla uyuşmazlıkla ilgili olarak doğan ciddi bir hukuki sorun dolayısıyla Danıştay’dan görüş isteme ve temyizde avukat zorunluluğu gibi usul müesseselerinden yararlanılabilir.