Adalet Bakanlığınca açıklanan 2025-2029 yılları arasına ait Yargı Reformu Stratejisinde (4.5), idari yargılama usulünün sadeleştirilmesi ve etkinliğinin artırılması amacı çerçevesinde “pilot dava” yönteminin getirilmesi öngörülmektedir. Daha önce de, ilki “seri dava”, ikincisi “grup dava” adı altında olmak üzere iki kez yasa taslaklarında yer alan, ancak yasalaşmayan yöntemin amacının, yasa taslaklarının gerekçelerindeki açıklamalardan, aynı maddi veya hukuki sebepten kaynaklanan ve birbirine emsal nitelikte olan çok sayıda davadan birini (pilot davayı) öncelikle karara bağlamak ve verilen kararı temyiz incelemesinden geçirmek suretiyle, diğer davaların da temyiz incelemesiyle kesinleşen bu yargısal çözüm doğrultusunda, en az giderle ve kısa sürede, çözümünü sağlamak ve, böylece, diğer davalar için gereksiz zaman ve emek sarfını önlemek olduğu anlaşılmaktadır.
Aşağıda, yasa taslaklarının en son, ikincisi (grup dava önerisi) dolayısıyla o tarihte kaleme alıp, arşivimizde muhafaza etmiş olduğumuz açıklamalarımız, okuyucunun bilgisine sunulmuştur:
“Grup dava:
Madde 20/B – 1. Aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı ve birbirine emsal teşkil edebilecek nitelikte olan ve idare ve vergi mahkemeleri ile Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar, grup dava olarak kabul edilebilir ve bunlar hakkında aşağıda belirtilen yargılama usulü uygulanır.
2. Mahkemece, grup davalardan biri öncelikle karara bağlanır. İlgili yargı merciinin davanın grup dava olduğuna ilişkin kararı ile uyuşmazlığın esası hakkında verdiği karar, temyiz veya istinaf talebi üzerine dosya ile birlikte Danıştay ilgili dava daireleri kuruluna gönderilir. Aynı kapsamdaki diğer davaların karara bağlanması için Danıştayın vereceği karar beklenir.
3. Danıştayın ilgili dava daireleri kurulu bu nitelikteki davanın grup dava olup olmadığını inceler. Grup dava olmadığına karar verilen dosya, ilgili temyiz veya istinaf merciine, kararın bir örneği de mahkemesine gönderilir. Davanın grup dava olduğunun kabulü halinde ise, işin esası hakkında üç ay içinde kesin olarak karar verilir. Bu karara esas toplantıya, uyuşmazlık konusunda görevli dava dairesinin başkanı ve iki üyesinin katılması zorunludur.
4. Danıştay, grup dava kapsamındaki başvurular ile bu başvurular hakkında verdiği kararları elektronik ortamda yayınlar.
5. Mahkemeler, grup davaları Danıştay kararı doğrultusunda sonuçlandırır. Grup davalar nedeniyle ilgili dava daireleri kurulu tarafından verilen karara uygun olarak grup dava kararını veren ilgili yargı mercii veya diğer yargı mercilerince verilen kararlar aleyhine kanun yollarına başvurulamaz. Ancak karara bağlanan davanın grup dava kapsamında olmadığına ya da grup davaya uygun karar verilmediğine ilişkin iddialarla temyiz veya istinaf yoluna başvurulabilir. Grup davanın esasına ilişkin olmayan istinaf ve temyiz nedenleri saklıdır.”
AÇIKLAMA
I – TANIM:
Yukarıda açıklandığı üzere; Taslakta, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununa eklenen “20/B” maddesinde, “Grup dava” adı altında, idari yargılama usulünde o tarihe kadar olmayan yeni bir usul müessesesi getirilmiştir. Gerekçesinden, getirilen müessesenin amacının, aynı maddi ve hukuki sebepten kaynaklanan ve birbirine emsal nitelikte olan davalardan birini (pilot davayı) öncelikle karara bağlamak ve verilen kararı temyiz incelemesinden geçirmek suretiyle, diğer davaların da temyiz incelemesiyle kesinleşen bu yargısal çözüm doğrultusunda, en az giderle ve kısa sürede, çözümünü sağlamak ve, böylece, diğer davalar için gereksiz zaman ve emek sarfını önlemek olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin İç Tüzüğünde bireysel başvurular dolayısıyla öngörülen pilot dava türüne benzetilerek oluşturulan bu yeni usul müessesesinin işleyebilmesi için, maddede, bazı koşullar öngörülmüştür. Aşağıda, “grup dava” yerine, “grup davalarda yargılama usulü” tanımlamasının kullanılmasının, getirilen müessesenin bir idari dava türü olmaması nedeniyle, daha uygun olacağını düşündüğümüz müessesenin koşulları ve işleyişi hakkında açıklamalar getirmeye çalışacağız.
II – GRUP DAVA YÖNTEMİNİN UYGULANMA KOŞULLARI:
Maddede, bir idari davanın grup dava yöntemiyle karara bağlanabilmesi için, üç koşul öngörülmüştür:
Grup dava usulünün uygulanabilmesi için, üç koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
- Aynı maddi sebebe bağlı olmak,
- Aynı hukuki sebebe bağlı olmak,
- Birbirine emsal teşkil edebilecek nitelikte olmak.
Bu koşullardan yalnızca birinin varlığı, davaların grup dava usulüne tabi tutulabilmesi için yeterli değildir. Koşullar arasına konulan “ve” bağlacı, yöntemin uygulanabilmesi için bu üç koşulun da gerçekleşmiş olması gerektiğini göstermektedir. Bu üç koşul birlikte varsa, grup dava yönteminin uygulanması mümkün bulunmaktadır.
Bu üç koşul dışında, grup dava yönteminin uygulanabilmesi için;
- Kanunda yazılı olmamakla birlikte, bu nitelikteki davaların sayısının birden fazla olması.
- Davaya bakan mahkemece, re’sen veya taraflardan birinin isteği üzerine, grup dava usulünün uygulanmasına karar verilmiş bulunması da gereklidir.
A – AYNI MADDİ VE HUKUKİ SEBEBE BAĞLI OLMAK:
İdari davaların aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı olması, gerçekte, İdari Yargılama Usulü Kanununun 5’inci maddesinde düzenlenen, aynı kişinin birden fazla idari işleme veya birden çok kişinin aynı veya çok sayıda idari işleme karşı aynı dilekçe ile idari dava açabilmelerinin koşuludur. Yani; bu sebeplere bağlı çok sayıda davanın, az emek ve zaman harcayarak aynı şekilde çözüme kavuşturmasını amaçlayan bir yargılama yöntemi, esasen, 2577 sayılı Kanunda düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu yol varken, “grup dava” adıyla yeni bir usul müessesesine ihtiyaç duyulmasının nedeninin, maddenin gerekçesinde verilen örneklerden, birden fazla kişinin aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı davalarını dava arkadaşlığı şeklinde değil de ayrı ayrı açmış olmaları halinde, bu şekilde açılan söz konusu davaların, en az emek ve zaman sarfı ile aynı çözüme kavuşturulmalarını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak; bunun böyle olması, bize göre, müessesenin, aynı kişi tarafından ayrı dilekçelerle açılan ve aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı bulunan çok sayıda dava için de uygulanmasına engel değilse de, asıl amacın, yöntemin farklı kişiler tarafından açılan davalar hakkında uygulamak olduğu kanısındayız.
İdari Yargılama Usulü Kanununun yukarıda sözü edilen 5’inci maddesinin 1’inci fıkrasında, maddi veya hukuki yönden bağlılıktan; 2’nci fıkrasında da, davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olmasından söz edilmiş olunmasına karşın; 20/B maddesinde, “aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı” ibaresi kullanılmıştır. Bu ibarenin 5’inci maddenin 2’nci fıkrasındaki ibare ile kimi yönlerden örtüştüğünde kuşku bulunmadığını düşünüyoruz. Ancak; ibare, hem koşullar, hem de anlam bakımlarından, anılan maddenin 1’inci fıkrasındaki ibareye nazaran dar kapsamlıdır. Grup dava için, ayniyetin maddi ve hukuki sebeplerde birlikte olması koşulu aranmış olunmasına karşın; 5’inci maddenin ilk fıkrasında, birden fazla idari işleme aynı dilekçe ile dava açılabilmesi için, maddi veya hukuki sebep yönünden bağlılıktan birinin bulunması yeterli görülmüştür. Davalar arasında maddi ve hukuki sebepleri yönünden bağlılık bulunması başkadır; bu sebeplerin aynı olması başkadır. Örneğin; idarenin bir eyleminden dolayı çok sayıda idare edilenin maddi ve manevi zarara uğraması halinde, bunların uğradıkları zararların tazmini istemleriyle açacakları idari davaların aynı maddi sebebe bağlı olduğu söylenir. Buna karşılık; aynı tür eşyayı, farklı zamanlarda birden çok kez ithal eden yükümlünün muhatap olacağı gümrük vergisi ek tahakkukları dolayısıyla açacağı idari davalar arasında maddi yönden bağlılıktan söz etmek gerekir. Maddede, bu tür bir bağlılığın da amaçlanıp amaçlanmadığı, gerekçesinde, açıkça ortaya konulmuş değildir. Bununla birlikte; gerekçede verilen örneklerden hem sebeplerde aynılık, hem de sebepler yönünden bağlılık bulunmasının, müessesenin işletilebilmesi için yeterli kabul edildiği anlaşılmaktadır. Verilen örneklerdeki, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunun bir bankaya el koyması sebebiyle açılan davalar, aynı maddi sebepten kaynaklanan davalar olmasına karşın; Sosyal Güvenlik Kurumunun emekli ikramiye ödemelerinden kaynaklanan davalar, aralarında maddi yönden bağlılık bulunan davalardır. Biz, gerekçede örnek verilerek yapılan açıklamalardan hareketle, maddede aranan “aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı olma” halinin, Kanunun 5’inci maddesinin 1 ve 2’nci fıkralarında birden fazla davanın aynı dilekçeye konu edilebilmesi için aranan, “maddi veya hukuki yönden bağlılık” ve “davaya yol açan maddi veya hukuki sebeplerin aynı olması” koşullarının ikisini de kapsadığı sonucunu çıkartmaktayız[1].
B – ÇÖZÜMÜN EMSAL TEŞKİL EDECEK OLMASI:
Grup davalarla ilgili yargılama usulünün uygulanabilmesi için ikinci koşul, davalardan birinde ulaşılacak yargısal çözümün, diğerlerine de emsal olabilecek nitelik taşımasıdır. Bu koşul olmadan, davaların tümünün aynı maddi ve hukuki sebepten kaynaklanıyor olması, bu yargılama usulünün uygulanabilmesi için yeterli değildir.
Bir idari davada verilen kararın (davaya getirilen çözümün) başka bir idari davaya emsal olması, iki yönlü de olabilir: Lehe emsal – Aleyhe emsal.
Bir idari davada verilen kararın diğer idari davalarda lehe emsal olabilmesi için, bu iki davanın hem maddi hem de hukuki sebeplerinin aynı olması gereklidir. Örneğin; aynı kanunun aynı maddesinin vermiş olduğu bir haktan yararlanma istemiyle idareye yapılan başvuruların her davacının özel durumuna dayanılarak reddedilmesinden kaynaklanan ve, bu nedenle, her davacı yönünden maddi koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin ayrıca araştırılıp incelenmesini gerektiren davalardan birinde ulaşılan çözümün diğerlerine emsal olması söz konusu olamaz. Davacıların her biri yönünden olan bu ayrıntılar, doğal olarak, aynı hukuki sebepten kaynaklanmış bulunmalarına karşın davalar hakkında birbirinden farklı kararların verilmesine yol açabileceğinden; davaların birinde ulaşılan çözümün diğerlerine aynen uygulanması mümkün değildir. Başka anlatımla da; aynı maddi olaya farklı hukuk kurallarının veya aynı hukuk kurallarının farklı maddi olaylara uygulanmasından kaynaklanan davaların birinde verilen kararın diğeri için de çözüm olarak aynen alınması düşünülemez. Veya, örneğin, hukuki sebepleri aynı olan davaların birinde verilen karar diğerinin aynı yolda çözümüne emsal alınabilecek nitelikte ise, bu iki davanın maddi sebeplerinin de aynı olduğunu söylemek gerekir.
Bu bakımdan; açıklanan türde bir emsal karardan söz edilebilmesi için, o emsal kararın verilmesini gerektiren dava ile çözümüne bu kararın emsal alınması istenilen davanın hem maddi hem de hukuki sebeplerinin aynı olmasında zorunluluk vardır.
Buna karşılık; hukuki sebepleri aynı, maddi sebepleri farklı veya hukuki sebepleri farklı, maddi sebepleri aynı davaların birinde verilen bir karar, diğeri yönünden tersine emsal olabilir. Örneğin; (A) koşulunun bir statüde bulunanlara tanınan haktan yararlanabilmek için aranan maddi koşullar arasında olmadığından bahisle, bu haktan yararlanmak amacıyla yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davada, bu koşula sahip bulunmanın da anılan haktan yararlanılmasını sağlayacağı yolunda verilen karar, aynı statüde bulunan ve taşıdığı (B) koşulunun bu statünün vermiş olduğu haktan yararlanmayı gerektirmeyeceği yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın çözümünde lehe emsal olmaz. O davada, (B) koşulunun da verilen haktan yararlanmayı sağlayıp sağlayamayacağının, ayrıca incelenip tartışılması gereklidir. Ancak; (A) koşuluyla ilgili olarak verilen kararda, statüye verilen hakkın diğer yararlanma koşulları da sayılarak, (A) koşulu ile maddede sayılan bu koşulların dışında kalan durumların anılan haktan yararlanılmasına olanak sağlayamayacağı ya da münhasıran (A) koşulu ile maddede sayılan diğer koşulların bu haktan yararlanmaya olanak vereceği söylenilmişse, davacısının taşıdığı (B) koşulu bu koşullar arasında bulunmayan ikinci davada, aleyhe emsal olabilir.
Bu bakımdan; maddede, grup dava yönteminin uygulanabilmesi için aranan ikinci koşul olan emsal teşkil edebilme niteliğini, lehe ve aleyhe emsal teşkil edebilme niteliği olarak anlamanın doğru olacağını düşünüyoruz.
C – DAVA SAYISININ BİRDEN FAZLA OLMASI:
6545 sayılı Kanunun Tasarısının ilk şeklinde, grup dava yönteminin uygulanabilmesi için, grup dava olarak nitelendirilebilen dava sayısının çok olması koşulu aranmıştı. Bu koşul, sonradan metinden çıkarıldı. Yeni taslak düzenlemesinde de bu koşul mevcut değildir. Bununla birlikte; söz konusu koşul, müessesenin doğasında mevcuttur. Bir ya da iki dava için, grup dava müessesesinin işletilmesinin bir anlamı olmayacağı açıktır. Bu yüzden; müessesenin doğasında olan bir koşulun yasa metninde ayrıca zikredilmesi gereksizdir.
Dava sayısının grup dava yönteminin uygulanmasını gerektirip gerektirmeyeceği, önce davaya bakan mahkemenin, daha sonraki aşamada da temyiz merciinin takdirindedir. Mahkeme ya da temyiz merciinin, yukarıda açıklanan üç koşulu taşıyan dava sayısını müessesenin uygulanmasını gerektirecek nitelikte bulması durumunda, grup dava yöntemine göre yargılama yapılıp, karar verilmesi mümkün bulunmaktadır.
Maddenin ilk fıkrasında kullanılan, “Aynı maddi ve hukuki sebebe bağlı ve birbirine emsal teşkil edebilecek nitelikte olan ve idare ve vergi mahkemeleri ile Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar, grup dava olarak kabul edilebilir” ibaresinden, anılan koşulları taşıyan birden fazla davanın grup dava olarak nitelendirilebilmesi için, tümünün ilk derece aşamasında olması gerektiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte; örneğin, grup dava olma koşulunu taşıyan davalarla aynı koşulları taşıyan kimi davaların istinaf veya (ivedi yargılama usulüne göre yargılaması yapılan davalarla ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay’da görülen davalarda verilen kararlar yönünden) temyiz aşamasında olması; hatta, bu davalarda verilen kararların bir kısmının istinaf merciince İdari Yargılama Usulü Kanununun 45’inci maddesinin 5’inci fıkrası uyarınca kaldırılarak işin esası hakkında karar verilmek üzere dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmiş bulunması da mümkündür. Maddede, bu gibi durumlarda da, henüz ilk derecede incelemeye alınmamış davalar hakkında, grup dava yönteminin uygulanmasına karar verilip verilemeyeceği veya grup dava yönteminin uygulanması konusunda verilecek kararın, kanun yolu aşamasında bulunan ya da istinaf merciince kararı kaldırılıp dosyası mahkemeye geri gönderilen davalara etkisinin ne olacağı açıklanmış değildir.
Müessesenin var oluş nedeninin, grup dava niteliğini taşıyan davaların, pilot dava yöntemiyle, istinaf ve temyiz mercileri atlanılıp, İdari Yargı Düzeninin en tepesinde bulunan Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulunca bulunacak çözüme göre aynı yolda karara bağlanması ve kanun yolu başvurularının önlenmesi amacı olmasaydı; Kanun koyucu’nun, grup dava yönteminin uygulanabilmesi için tüm davaların ilk derecede olması koşulunu aradığını söyleyebilirdik. Amaç böyle olunca, grup dava olma niteliği taşıyan davaların kimilerinin istinaf ya da temyiz aşamasında bulunmasının, kimileri hakkında verilen kararların da istinaf merciince kaldırılarak dosyasının mahkemesine geri gönderilmiş olmasının, ilk derecede henüz incelenme sırası gelmemiş dosyalar yönünden bu yöntemin uygulanmasına engel olmayacağını düşünüyoruz.
Buna karşılık; grup dava olma koşullarını taşıyan davalardan biri hakkında normal yargılama yoluyla verilen kararın, kanun yolu incelemesinden de geçerek, kesin hüküm halini almış bulunması halinde, aynı şeyi söylemek mümkün görünmemektedir. Zira; bu halde, uyuşmazlık, diğer davalarda verilecek kararların da olağan yöntemle gidebilecekleri yüksek yargı yerince, (diğer davalar yönünden bağlayıcı olmasa da) kesin hüküm halini alan bir çözüme kavuşturulmuş olmaktadır. Bu durum, istinaf mercii kararının Danıştay ilgili dava dairesince işin esası yönünden bozularak yeniden karar verilmek üzerine gönderildiği bölge idare mahkemesi dava dairesince bozma kararına uyulması veya bozma kararına direnilmesi halinde de aynıdır. Bozma kararına uyuşması halinde; bölge idare mahkemesi dava dairesi, kimi istisnalar dışında, usulü kazanılmış hak ilkesi uyarınca, bozma kararı ile getirilen çözüme uygun karar vermek zorundadır. Dolayısıyla, ilk halde kesin hüküm halini alan karar, ikinci halde de uyulması zorunlu bozma kararı pilot karar haline gelmiş olmaktadır. İstinaf merciinin bozma kararına direnmesi halinde ise; bu karara karşı yapılacak temyiz başvuru hakkında verilecek karar, grup davalar hakkında ilk yargısal çözüm olma bakımından, (bağlayıcılığı olmasa da) pilot dava yöntemiyle Danıştay Dava Daireleri Kurullarından ilgilisine gidecek dosyada verilecek kararla aynı işlevi görecektir.
Ortada grup davalarla ilgili bir çözüm varken pilot karar yöntemiyle yenisinin aranması, kuşkusuz, pilot kararın bağlayıcılığı bakımından yararlı olabilir; ancak, ilk çözümle çelişme olasılığı bakımından sorunludur. Bu bakımdan; biz, böyle durumlarda, grup dava koşullarına sahip henüz ilk derece aşamasında bulunan davalarda pilot dava yönteminin uygulanamayacağı; esasen, yasa maddesinde de buna olanak veren bir düzenleme bulunmadığı görüşündeyiz. Bize göre; bu davalar hakkında, bundan böyle, yapılması gereken, bağlantılı davalar yönteminin uygulanması veya kesinleşmiş aykırı kararların ortaya çıkması durumunda aykırılığın giderilmesi müessesesinin işletilmesidir.
D – MAHKEMENİN KARARI:
Açıklanan koşulları taşıyan davalar hakkında grup dava yönteminin uygulanabilmesi için, öncelikle, davalara bakan mahkemelerden veya ilk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Danıştay dava dairelerinden biri tarafından, davaların grup olduğuna ve maddede yazılı yöntemin uygulanmasına karar verilmesi gereklidir. Kararın, davaların açıldığı mahkemelerden herhangi biri tarafından verilmesi yeterlidir. Davaların bulunduğu tüm mahkemelerin aynı kararı vermeleri gerekli değildir.
Bu konudaki karar, mahkemece re’sen (kendiliğinden) verilebileceği gibi, davanın taraflarının birinin istemesi üzerine de verilebilir. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanununun 7’nci maddesi uyarınca tek hâkimin görevine giren konularda, bu konudaki karar, davaya bakan tek hâkim tarafından verilir. Ancak; maddede bir açıklık bulunmamakla birlikte, aynı mahkemede, grup dava koşullarını taşıyan hem kurulun hem de tek hâkimin görevine giren davalar varsa, grup dava yönteminin uygulanmasına mahkeme kurulunun karar vermesi doğru olur. Bununla birlikte; söylediğimiz gibi, maddede bu konuda bir açıklık bulunmadığından; uygulama kararının tek hâkim tarafından alınmasına da herhangi bir engel yoktur.
III – USUL:
A – DAVAYA BAKAN MAHKEMECE UYGULANACAK USUL:
Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, grup dava yönteminin uygulanmasına, davalara bakan mahkemelerden biri tarafından re’sen karar verilebileceği gibi, davaların taraflarından birinin isteği üzerine de karar verilebilir. Maddenin ilk fıkrasında, grup dava sayılma koşullarına sahip Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar da grup dava olarak kabul edilerek, bunlar hakkında da sonraki fıkralarda (aşağıda) belirtilen yargılama usulünün uygulanacağı söylendiğinden; bu yöntem, Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda da uygulanabilir niteliktedir.
Eğer, grup dava yönteminin uygulanmasına ilişkin koşulların varlığı konusunda kanaat oluşursa, mahkeme, önce grup dava yönteminin uygulanmasına karar verir. Grup dava olarak nitelendirilen davaların farklı mahkemelerde bulunması durumunda diğer mahkemelerin de aynı yolda karar verip vermeyecekleri konusunda maddede bir açıklık yoktur. Grup dava olarak nitelendirilen davaların bir kısmı başka mahkemelerde ise; öncelikle, İdari Yargılama Usulü Kanunun bağlantılı davalara ilişkin hükümleri uygulanarak, dosyaların aynı mahkemede toplanmasının sağlanması doğru olabilir. Esasen yapılması gereken bu uygulama sonunda, grup dava yönteminin uygulanmasına davaların görümüyle yetkili kılınan mahkemece karar verilmesi sağlanmış olur.
Grup dava yönteminin uygulanmasına karar veren mahkeme (ilk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Danıştay dava dairesi), grup davalardan birini öncelikle esastan karar bağlar ve kararı taraflara tebliğ eder. Bu karar istinaf ve (ivedi yargılama usulüne tabi davalar ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay’ın görevine giren davalar yönünden) temyize tabi bir karar olabilir. Kararın tabi olduğu kanun yoluna göre, aleyhine karar verilen taraf veya tarafların kanun yoluna (istinaf ve temyiz) başvurmaları üzerine; kararı veren mahkeme, dava dosyasını, grup dava yönteminin uygulanmasına dair kararı ile birlikte, ilgisine göre, Danıştay’ın İdari veya Vergi Dava Daireleri Kuruluna gönderir. Başka anlatımla; grup dava yöntemi uygulanarak esası hakkında karar verilen davaya ait bu karar, ister istinafa, isterse temyize tabi olsun, kanun yolu başvurusuna konu edildiğinde; bu başvuru, bölge idare mahkemesinde veya Danıştay’ın ilgili dava dairesinde değil; vergi uyuşmazlığına ilişkin olup olmamasına göre, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda veya Danıştay Vergi Dava daireleri Kurulunda kanun yolu incelemesine tabi tutulur. Bir bakıma; bu durum, istinafa tabi kararlarda, bölge idare mahkemelerinin; temyize tabi kararlarda ise, Danıştay dava dairelerinin inceleme yetkisinin istisnası niteliğindedir.
Dava dosyasını Danıştay’a gönderen mahkeme, grup dava kapsamındaki diğer dosyalar hakkındaki kararı, Danıştay’ın gönderilen dosya hakkında vereceği kararın sonucuna bırakır. Yani; Danıştay’ın kararını, bekletici ön mesele yapar. Maddede, mahkemenin, bu konuda ayrıca karar alıp almayacağına dair bir açıklık yoktur. Bize göre; doğrusu, mahkemenin, diğer dosyalar hakkında bekletme kararı almasıdır.
B – DANIŞTAY’IN İNCELEMESİ:
Danıştay’a gönderilen dosya, ilgisine göre, İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulunda incelenir. Dosya gönderen mahkemenin, vermiş olduğu kararın kanun yollarına dair dilekçeyi, 2577 sayılı Kanunun 48’inci maddesinde yazılı incelemeye tabi tutup tutmayacağı ya da bu incelemenin mahkeme ve Danıştay’ın ilgili Kurulundan hangisi tarafından yapılacağı konusunda, maddede, bir açıklık mevcut değildir. Bize göre; temyiz ya da istinaf dilekçesinin anılan 48’inci maddede yazılı incelemeye tabi tutulması ve bu incelemenin de, dosyanın Danıştay’a gönderilmesinden önce, kararı kanun yolu başvurusuna konu edilen yerel mahkemece yapılması gerekir.
Dosya kendisine gelen Danıştay Dava Daireleri Kurulu, önce, dosyada işlem gören davanın, kanunun anladığı anlamda, grup dava olup olmadığına karar verir. Kurulun bu incelemesi için, maddede öngörülmüş bir süre yoktur. Bu inceleme, maddede, öncelikli işlerden de sayılmamıştır. Böyle bir sürenin öngörülmemiş ya da incelemenin öncelikli işlerden sayılmamış olması, müessesenin varlık nedeni düşünüldüğünde, bir noksanlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak; incelemeyi yapan kurulun, bu tür işleri öncelikli iş sayarak, öncelikli işler sırasına koymasına engel bulunmamaktadır.
İncelemeyi yapan Kurulca, davanın grup dava niteliği taşımadığına karar verilmesi durumunda; dosya, kararın tabi olduğu kanun yoluna göre, istinaf ya da temyiz incelemesi yapılmak üzere, ilgili mercie; kararın bir örneğini de mahkemesine gönderilir. İlgili merci, kararın temyize tabi karar olması halinde, Danıştay’ın ilgili idari veya vergi dava dairesi; istinafa tabi olması halinde ise, yetkili bölge idare mahkemesidir.
Kurulun, davanın grup dava niteliğinde olduğu yolunda karar vermesi durumunda ise, dosyanın esası; yani, istinaf veya temyiz istemi hakkında üç ay içinde karar verir. Üç aylık sürenin ne zaman başlayacağı hususu da, maddede düzenlenmemiştir. Bize, bu sürenin, davanın grup dava olduğuna dair kararın verildiği tarihten başlayarak hesaplanması gerektiğini düşünüyoruz. Esas hakkında kararın verildiği Kurul toplantısına, ilgili dava dairesinin başkanı ile bu dairenin kendi üyeleri arasından seçeceği iki üye de katılır. İlgili dava dairesinden kasıt, kararın grup dava yöntemi dışında verilmesi halinde temyiz başvurusuna konu edildiğinde, Danıştay’ın bu temyiz incelemesini yapmakla görevli olan dava dairesidir.
Madde, dosyayı inceleyen Kurulun, dosyanın esası hakkında kesin karar vereceğini söylemektedir. Dosya, kanun yolu dosyası olduğuna göre, dosyanın esası da, gerçekte, kanun yolu (temyiz veya İstinaf) başvurusuna ilişkin olarak düşünülebilir. Ancak; madde, kesin olarak karara bağlanmaktan söz ediyor. İdari Yargılama Usulü Kanununun kararın düzeltilmesi müessesesi ile ilgili 54’üncü maddesi, 6545 sayılı Kanunla, bölge idare mahkemelerinin istinaf mahkemesi olarak kurulup, bütün yurtta göreve başladıkları tarihten sonra verilecek kararlar bakımından, yürürlükten kaldırılmış bulunduğuna göre; Kurulun vereceği karar, esasen kesin karar olmak zorundadır. O zaman, maddede kesin karardan söz edilmesinin anlamı, bu anlamda kesinlik değildir. Maddede dosyanın esası hakkında karardan ve kesinlikten amaçlanan, davanın esasının (maddi ve hukuki uyuşmazlığın), dosyayı inceleyen Kurul tarafından çözümlenmesi olmalıdır. Esasen; böyle olması da, grup dava müessesesi adı altında bir yargılama müessesesinin getirilmesinin amacına uygundur.
Bu açıklamaya göre;
– Dosyayı inceleyen Kurul, istinaf ya da temyize tabi kararı hukuka uygun bulursa, onar ve mahkeme kararı, böylece, kesinleşir.
– Tersine; Kurul, mahkeme kararına hukuka aykırı görürse, bozar ve davanın esası hakkında kendisi karar verir. Ancak; burada, bir noksanlıktan söz etmek kaçınılmazdır. Kurulun, mahkeme kararını, maddi uyuşmazlıkla ilgili yeterli inceleme ve araştırma yapılmamış olması gerekçesine dayanarak bozması halinde; noksan olan inceleme ve araştırmayı kimin yapacağı konusunda maddede bir düzenleme mevcut değildir. Bu incelemenin, Kurul tarafından yapılmasının, işin doğası gereği olduğu söylenebilir. Ancak; temyiz incelemesinin niteliği ve bir önceki maddede (20/A), gerekli inceleme ve tahkikatın temyiz merciince bizzat yapılacağının açık olarak düzenlenmiş bulunması, açık düzenleme olmaksızın, bu tür incelemenin temyiz merciince yapılamayacağını göstermektedir. Söylediğimiz gibi; madde, bu açıdan düzenleme noksanlığı taşımaktadır.
Maddenin 4’üncü fıkrasına göre; Danıştay, grup dava başvurularını ve başvurular hakkında verilen kararları, elektronik ortamda yayınlar.
IV – KURUL KARARININ BAĞLAYICILIĞI:
Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulunun grup davanın esası hakkında vermiş olduğu karar, haklarında grup dava yönteminin uygulanmasına karar verilen diğer davalar yönünden, kararı veren mahkeme ve grup davaların kayıtlı olduğu diğer mahkemeler (Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak görevli bulunduğu davalar yönünden ilgili dava dairesi) için bağlayıcıdır. Bu bağlayıcılığı, Kurul kararına, etkisi idari yargı yerleriyle sınırlı, bir tür içtihadı birleştirme kurulu kararı niteliği kazandırmaktadır.
Maddede, bu bağlayıcılık konusunda, kullanılan ifade; idari mahkemelerin, grup davaları, Danıştay kararı doğrultusunda sonuçlandıracakları yolundadır. Düzenlemedeki bu ibareyi, davaya bakan mahkemenin;
1 – Dava hakkında, Danıştay’ın ilgili Kurulunun karar verirken yapmış olduğu araştırma ve incelemeleri yapmak,
2 – Yürütmenin durdurulması istemini, Kurul kararı doğrultusunda kabul veya reddetmek,
3 – Kararı Danıştay’ın ilgili dava dairesince bozulup dosyası gönderilen davaları, bozma gerekçesi ne olursa olsun, Kurul kararı doğrultusunda karara bağlamak,
4 – Henüz inceleme sırası gelmemiş olan dosyaları, sırası geldiğinde, Kurul kararına uygun olarak sonuçlandırmak,
Zorunda olması şeklinde anlamak gerekir.
Maddede açıkça öngörülmüş olmamakla birlikte; grup dava olma koşullarına sahip davalardan bazılarının, istinaf veya temyiz aşamasında bulunması halinde ise; başvuruyu inceleyen merciin, kararı, mahkemece Kurul kararına uygun karar verilmek üzere bozması ve dosyasını mahkemeye göndermesi doğru olur.
V – KANUN YOLUNUN KAPALILIĞI VE İSTİSNASI:
Madde, 5’inci fıkrasında, grup dava yöntemi uygulanarak Danıştay’ın ilgili Kurulunca verilen karara uygun olarak önündeki grup davaları çözen mahkemenin vermiş olduğu kararlara karşı kanun yolunu (istinaf veya temyiz yolunu) kapatmış bulunmaktadır. Yani; bu kararlara karşı, kararın dayandığı maddi ve hukuki gerekçelerin kanuna ve usule aykırılığından bahisle istinaf ve temyiz başvurusunda bulunma olanağı yoktur. Davanın tarafları, “mahkeme kararını verirken, yeterli araştırma ve incelemeyi yapmadı, maddi olayı yanlış nitelendirdi, hatalı hukuku kuralını uyguladı veya hukuk kuralını hatalı yorumladı, şu yoldaki iddiamı karşılamadı vs.” şeklindeki iddialarla istinaf ve temyiz başvurusunda bulunamazlar.
Bununla birlikte; Kanun koyucu, önündeki grup davaları Kurul kararına göre çözen mahkemenin bu çözüm sırasında hata yapmış olabileceğini düşünerek, kurala istisna da getirmektedir. Bu istisnaya göre; eğer, karara bağlanan dosyanın grup dava kapsamında olmadığı; yani, grup dava sayılma koşullarını taşımadığı veya Danıştay’ın ilgili Kurulunun pilot dava hakkında vermiş olduğu karara uygun karar verilmediği iddia edilmekte ise; duruma göre, istinaf ve temyiz başvurusunda bulunma olanağı vardır. Bu iddialar dışındaki iddialarla yapılan istinaf ve temyiz başvuruları, İdari Yargılama Usulü Kanununun 48’inci maddesine göre yapılacak inceleme sırasında, ortada, istinafa veya temyize tabi karar olmadığı gerekçesiyle, dosya tekemmül ettirilmeksizin reddedilir. Ancak; bu konuda getirilmiş bir ön inceleme mekanizması bulunmadığından, salt sözü edilen iddialarla yapılan temyiz başvurularının dahi, temyiz merciinin iş yükünün artırılması gibi bir sonuç yaratması kaçınılmaz olabilir.
Dahası; üst yargı yerlerinin iş yükünü azaltmak amacı taşıyan bu tür yargısal yöntemler, hukukun belli bir çözümde dondurulması sonucu yaratacağından, bize göre, olması gereken çözümler değildir. Kuşkusuz, üst yargı yerlerinin iş yüklerinin makul düzeye indirilmesi, bireysel adaletin makul sürede ve gereği gibi tecelli edebilmesi bakımından önemlidir. Ancak; hukukun gelişmesi de, toplum için önemlidir. Bunu sağlayabilecek yöntem ise, hukukun tek çözümde dondurulması değil, çözüm olasılıklarının çeşitliliği ve bulunan çözümlerin tartışılabilirliğidir. Kaldı ki, yargı yerlerini bağlayarak başka çözümler üretilmesini önleyen tek çözümün, adaletin gereği gibi tecelli etmesini sağlayan çözüm olduğu da her zaman söylenemez. Zira; pilot dava ile ulaşılan çözüm, daha önce yargı yerlerinde tartışılıp ortaya çıkan çeşitli görüş ve çözümlerden hareketle ulaşılan çözüm değildir. Bu yüzden; en doğru çözüm olmama olasılığı fazla olan çözümdür ve hukuku dondurma, özellikle de, hatalı olma olasılığı fazla olan bu çözüm temelinde dondurma sakıncası vardır. Biz, tıpkı kanun yolları için parasal ve konusal sınırlar getirilmesinde olduğu üzere hukuku dondurmak gibi (sakıncası günün birinde mutlaka görülecek) kolay yöntemler yerine; adaletin makul sürede ve gereği gibi tecellisine olanak veren, üst yargı yerlerinin iş yüklerinin de katlanılabilir düzeyde kalmasını sağlayan başka yöntem ve çözümlerin bulunabileceği görüşündeyiz.
[1] Bu konuda, Turgut CANDAN, Açıklamalı İdari yargılama Usulü Kanununun (10’uncu baskı Yetkin Yayınları 2023) 5’inci madde ile ilgili açıklamalarına bakabilirsiniz.