Bu Site Hakkında

15 Eylül 2012’de emeklilik nedeniyle ayrıldığım Danıştay Başsavcılığı görevinden sonra ne yapacağım; 28 yılı vergi yargısında tetkik hakimi, Danıştay Savcısı, Danıştay Üyesi, daire başkanı olarak geçen  40 yıllık idari yargıçlık hizmetimde edindiğim bilgi birikimi ve deneyimimi nasıl kullanacağım ve nasıl değerlendireceğim beni aylar öncesinden düşündürmeye başlamıştı. Çünkü; kamunun bana sağlamış olduğu olanaklar sayesinde edindiğim onca deneyim ve bilgi birikiminden sonra, bir köşeye oturup ömrümün geçmesini beklemek bana, hem kendime, hem de bu bilgiye gereksinimi olanlara yapılmış bir haksızlık gibi geliyordu. İmdadıma, Arizona State University’de bilgisayar profesörü olan oğlum Kasım Selçuk CANDAN yetişti. Site kurma fikri ve emek ona ait. Bu site sayesinde, makale, konuşma, tebliğ ve kitaplarımda kamuya sunduğum bilgi, düşünce ve görüşlerimi dostlarımla paylaşıp tartışabileceğimi söyledi. Fikir, bana çok cazip geldi; emekliliğimden sonra işlevsellik kazandırılması koşuluyla, hemen kabul ettim. O da, bu siteyi benim için kurdu; ancak, isteğim doğrultusunda, emekliye ayrıldığım günden sonra etkinleştirdi.

Sitede, oğlumun önerdiği gibi, kitaplarımda, makale, inceleme, bildiri, rapor ve konuşmalarımda dile getirdiğim düşünce ve görüşlerimle, yeni görüş ve düşünceleri dostlarımla ve ilgilenlerle paylaşacağımı umuyorum. Kitaplarım, özgeçmişimde zaten yazılı. Makale, inceleme, bildiri ve raporlarımla konuşmalarımı ise, vakit buldukça bu siteye koyacağım. Elektronik posta adresim, sayfada verilmiş bulunmaktadır. İlgilenenlerle görüş ve düşüncelerimi, yasalar çerçevesinde, paylaşmaktan ve tartışmaktan mutluluk duyacağımı söylemek isterim.

Saygı ve sevgilerimle. Turgut CANDAN.

Not: Bu Sitede yayımlanan ve başka bir yazara ait olduğu bildirilmemiş olan tüm yazılar ve bu yazılar üzerindeki haklar Turgut CANDAN’a aittir.

39 thoughts on “Bu Site Hakkında”

  1. Ali İhsan said:

    Sitenizden yeni haberim oldu. Sitenizde paylaşacağınız yazılarınızı takip etmekten büyük bir memnuniyet duyacağım. Yazınızda belirttiğiniz düşüncelerle bu sitenin kurulmuş olması şayan-ı takdirdir.

  2. Özkan Basat said:

    Bence Hukukçunun emekliliği olmaz hocam. Kaldı ki, hukuka duyulan ilgi, yargıçlık ya da savcılıktan kaynaklanmaz. İnsani ve toplumsal duyarlılığın sonucudur. Zeka ve muhakeme de kışkırtır bu ilgiyi. Sizi 2005/239 sayılı kararla tanımıştım. Öncü bir karardı. Hukuku ileri taşıyacak olan, salt yasal düzenlemeler değil, çığır açıcı içtihatlardır. Ki bu içtihatlar (görüşler) yargı alanında da internet ortamında da üretilebilir. Saygılarımla…

  3. Ahmet VELİLER said:

    Bir MEB avukatı olarak kitap ve makalelerinizden inanılmaz fayda sağlıyorum. Emeğinize sağlık. Saygılar.

  4. Sayın başkan, sitenizden yeni haberdar oldum. Hukukçunun emekliliği olmayacağının güzel bir örneği olmuş. Değerli fikirlerinizi ve tecrübelerinizi bizlerle paylaştığınız içten teşekkür ederim. Takipte kalacağım. İyi haftalar dileklerimle. Av. Oya Şahin McCarthy

  5. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    GÜMRÜK DAVALARINDA TARTIŞMALI BİR KONUDA GÖRÜŞÜNÜZÜ ÖĞRENMEK İSTİYORUM :

    DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALAT YAPILIYOR . GÜMRÜK VERGİLERİ İÇİN GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNE  AYNI TUTARDA TEMİNAT MEKTUBU  VERİLEREK GÜMRÜK VERGİLERİ ÖDENMEDEN İTHALAT YAPILIYOR.

    İTHALAT YAPILDIKTAN SONRA VE FAKAT REJİM SONA ERMEDEN ÖNCE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNCE TESPİT EDİLİYOR.

    İTHALATÇI ŞİRKET TARAFINDAN GÜMRÜK KIYMETİ FARKINA İSABET EDEN GÜMRÜK VERGİLERİ İÇİN GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNE EK TEMİNAT MEKTUBU VERİLİYOR. 

    ANCAK GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜ  YİNE DE 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA PARA CEZASI UYGULUYOR.

    İTHALATÇININ BAŞKA BİR USULSÜZLÜĞÜNE İLİŞKİN GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNÜN TESPİTİ YOK. SADECE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNE İLİŞKİN BİR TESPİT VAR.YANİ OLAYDA VERGİ ZİYAINA İLİŞKİN BİR TESPİT, BAŞKA BİR YOLSUZLUK TESPİTİ   YOK.

    BU DURUMDA ;  DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALATTA ; BAŞKA BİR TESPİT YAPILMADAN ; SADECE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNİN TESPİT EDİLDİĞİNDEN BAHİSLE , REJİM KAPANMADAN ÖNCE VE VERGİ ZİYAI DOĞDUĞU YÖNÜNDE BİR TESPİT DE  OLMADAN;  4458 SAYILI  GÜMRÜK KANUNUN 234/2. MADDESİ UYARINCA KARARA BAĞLANAN PARA CEZASI KANUNA UYGUN MU??

    4458 SAYILI KANUNUN 234 MADDESİNİN  KANUN BAŞLIĞINDA ” VERGİ KAYBINA BAĞLI FİİLLER İÇİN UYGULANACAK  PARA CEZALARI ” DENİLMİŞ. YANİ KANUN VERGİ ZİYAI ŞARTINI  DA AYRICA ARAMIŞ GİBİ GÖZÜKÜYOR. ANCAK BAZI YAZARLAR BU KANUN BAŞLIĞININ HATALI OLARAK KALDIĞINI; YENİ DEĞİŞİKLİK HÜKÜMLERİNDEN SONRA ESKİ HÜKÜMLERDEKİ BU BAŞLIĞIN KALDIRILMASININ YASA KOYUCU TARAFINDAN UNUTULDUĞUNU İDDİA EDİYORLAR. ONLARA GÖRE VERGİ KAYBI OLMASA DA BU MADDEDEKİ YENİ HÜKÜM UYARINCA PARA CEZASI KARARI ALINMASI GEREKİYOR.
    ESKİ KANUN DÖNEMİNDE DANIŞTAY 7. DAİRESİ VERGİ ZİYAI ŞARTINI ARIYORDU.

    HATTA 7. DAİRENİN BU KARARINA KARŞI BU YENİ HÜKMÜN YASA KOYUCU TARAFINDAN ÖZELLİKLE GETİRİLDİĞİ DE BAZI YAZARLAR TARAFINDAN İDDİA EDİLMEKTE VE VERGİ ZİYAI ŞARTININ BU SEBEPLE KALDIRILDIĞI , AMA MADDE BAŞLIĞININ DEĞİŞTİRİLMESİNİN UNUTULDUĞU BELİRTİLMEKTEDİR.

    BAŞKA BİR ANLATIMLA;  DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALATTA KIYMETİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNİN GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNCE TESPİT EDİLDİĞİ DURUMLARDA  234/2 MADDE UYARINCA PARA CEZASI UYGULANABİLMESİ İÇİN; 

    KIYMET  DÜŞÜKLÜĞÜ  BEYANININ AYNI ZAMANDA BAŞKA  BİR ŞEKİLDE VERGİ ZİYAINA DA SEBEP OLDUĞUNUN  GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNCE KANITLANMASI  GEREKİR Mİ?? GEREKMEZ Mİ??

    PRATİK HAYATTA DAHİLDE İŞLEME REJİMİNDE  GÜMRÜK KIYMETİ DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNİN GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜNCE TESPİTİ HALİNDE İTHALATÇI TARAFINDAN TEMİNAT MİKTARI ARTTIRILMAK SURETİYLE BU  SORUN ÇÖZÜLMEKTE.

    PEKİ  TEMİNAT MEKTUBU MİKTARININ ARTTIRILARAK SORUNUN ÇÖZÜLDÜĞÜ  BÖYLE BİR DURUMDA VERGİ ZİYAI NASIL OLUŞABİLİR???

    EĞER VERGİ KAYBI ŞART DENİRSE,
    KIYMETİN DÜŞÜK BEYAN EDİLMESİ DURUMUNDA VERGİ ZİYAININ DA   AYRICA BİR ŞEKİLDE  OLUŞMASINA İLİŞKİN PRATİK HAYATTAN  SOMUT ÖRNEKLER VEREBİLİRMİSİNİZ????

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    SAYGILARIMLA..

         

    0

    • Sayın ERCİYAS, merhaba,
      Öncelikle, özel uğraşlarım nedeniyle, sormuş olduğunuz soruya yanıt vermekte geciktiğim için kusuruma bakmayacağınızı umuyorum. Yanlış anlamadıysam, sorunuza esas olan olayda; yükümlü, dahilde işleme rejiminden yararlanarak, ithalat yapıyor. O tarihte, beyan ettiği kıymet üzerinden hesaplanan vergi teminata bağlanarak, ithalat gerçekleştiriliyor. Rejim sona ermeden (taahhüt kapatılmadan) önce, gümrük idaresince, ithal edilen eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiği tespit ediliyor ve yükümlüden ek teminat alınıyor.
      Sorunuz: Gümrük Kanununun 234’üncü maddesinin, “Vergi Kaybına Neden Olan İşlemlere Uygulanacak Cezalar” başlığına karşın, olayda, herhangi bir vergi kaybı tespiti yapılmaksızın, aynı maddenin 2’nci fıkrası uyarınca ceza kesilebilir mi, kesilemez mi?
      Sayın ERCİYAS, Gümrük Kanununun 231 ve devamı maddelerinde yazılı kanuna aykırılıkların tümü, tıpkı, Vergi Usul Kanununda karşılığında idari para cezası öngörülen kanuna aykırılıklar gibi, Kabahatler Kanunu anlamında kabahattir. Kabahatlerde de, suçlarda olduğu gibi tipiklik esastır. Başka anlatımla; kanundaki tipe uymayan eylem için kabahat nitelemesi yapılamaz ve idari para cezası kesilemez. Dahası; herşeyden önce, matrahı vergi aslı olan idari para cezasının miktar olarak hesaplanabilmesi, ortada, kanunun öngördüğü şekilde hesaplanmış bir vergi aslının olmasına bağlıdır.
      Gümrük Kanununun 234’üncü maddesinin sözünü ettiğiniz 2’nci fıkrasında, “Dâhilde işleme rejimi, gümrük kontrolü altında işleme rejimi ve tam muafiyetli geçici ithalat rejimi hükümlerine tabi eşyaya ilişkin olarak yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda; birinci fıkrada belirtilen farklılıkların tespiti durumunda aynı fıkrada öngörülen cezaların yarısı kadar para cezası alınır.” denilmektedir. Görüldüğü üzere; fıkradaki kabahat, beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda tespit edilen, birinci fıkrada belirtilen farklılıkların bulunması halidir. Cezası da, aynı fıkrada öngörülen cezaların yarısı kadar para cezasıdır.
      Fıkranın cezanın hesaplanmasında göndermede bulunduğu, ilk fıkranın üç ayrı bendinde de, kabahat için öngörülen cezanın miktarının tespitinde vergi farkının esas alındığını görmekteyiz. Dolayısıyla; 2’nci fıkrada sözü edilen, “birinci fıkrada belirtilen farklılıklar”dan kasıt, bu vergi farkları olmaktadır. Şu farkla ki; 1’inci fıkranın söz konusu bentlerinde, “vergi farkından ayrı olarak”, “vergilerinden başka” denilmek suretiyle, vergi farkının alınacağı, ayrıca da bendde öngörülen cezanın alınacağı söylenilmiş olunmasına karşın; 2’nci fıkrada, vergilerin alınacağına dair bu tip ibarenin yer verilmemiş olmasıdır.
      2’nci fıkrada, anılan ibareye yer verilmemiş olunması, sanki vergiler alınmayacak da, yalnızca ceza alınacakmış gibi bir izlenim vermektedir. Rejimin henüz kapatılmadığı durumlarda, verginin alınmayacağı doğrudur. Zira; rejimin özelliği, vergilerin alınmamasını gerektirmektedir.
      Gümrük Kanununun 108’inci maddesinin 1’nci fıkrasında dahilde işleme rejimi, “Serbest dolaşımda olmayan eşya, işlem görmüş ürünlerin üretiminde kullanılmasından sonra Türkiye Gümrük Bölgesinden yeniden ihraç edilmesi amacıyla, gümrük vergileri ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmaksızın ve vergileri teminata bağlanmak suretiyle, dahilde işleme rejimi kapsamında geçici olarak ithal edilebilir. Eşyanın işlem görmüş ürünler şeklinde ihracı halinde, teminat iade olunur. Eşyanın bu şekilde dahilde işleme rejiminden yararlanmasına şartlı muafiyet sistemi denir. “ şeklinde tanımlanmıştır.
      Görüldüğü üzere; DİR, vergisi tahakkuk ettirilen ancak, tahsil edilmeyip teminata bağlanan rejimdir. Dolayısıyla; eğer, eşyanın ithali sırasında, teminata esas vergiler 234’üncü maddenin düzenlemelerinde yazılı nedenlerle noksan hesaplanmışsa (henüz rejimin sona ermemiş olması koşuluyla); bu durumun tespiti halinde, teminatın, vergi farkı hesaplanarak, bu miktarda tamamlattırılması gerekmektedir. Bu bakımdan; 234’üncü maddenin 2’nci fıkrasının düzenlemesini böyle okumak gerekir. Yani; fıkrada öngörülen ceza, teminatın tamamlanmasına esas alınan vergi farkı üzerinden kesilen ceza olarak görülmelidir.
      Örnek vermiş olduğumuz olayda da; yükümlüden alınan teminatın, noksan beyan edilen kıymet farkı esas alınarak tamamlattırıldığı sabit. Kıymet farkı üzerinden vergi farkı hesaplanması ve tahakkuku, herşeyden önce, teminatın tamamlattırılabilmesi için şart. Dolayısıyla; teminat alındığına (tamamlattırıldığına) göre; ek teminat için kıymet farkı üzerinden hesaplanan vergi ve bu vergiye ilişkin bir tahakkukun var olduğundan kuşku duymamak gerekir. Başka türlü olması mümkün değildir.
      İyi akşamlar dileğiyle…

      • Mustafa Kemal Bulut said:

        Sonuç itibariyle ceza kesilmesi hukuki midir değil midir?

      • Sayın BULUT, merhaba,
        Sonucu itibarıyla hukuki olup olmadığını sorduğunuz cezanın, sayın ERCİYAS’ın sözünü ettiği ceza olup olmadığından emin olamadığımdan, sorma gereği duydum: Sözünü ettiğiniz ceza, o ceza mıdır? Bildirirseniz sevinirim.

      • Mustafa Kemal Bulut said:

        Sn. Candan,

        Dahilde işleme rejimi kapsamında yapılan ithalat sırasında gümrük idaresince tespit esilen kıymet veya tarife farkına tekabül eden verginin üç katının yarısı oranında kesilen GK’nun 234/2 . Maddesi uyarınca kesilen cezayı kastetmiştim.

      • Sayın BULUT, iyi pazarlar.
        Yanıtınız için teşekkür ederim. Böylece, sonucu itibarıyla hukuka uygun olup olmadığını öğrenmek istediğiniz cezanın, Sayın ERCİYAS’ın sorularıyla gündeme getirdiği olaya uygulanan ceza olduğu açıklığa kavuşmuş oldu. Sayın ERCİYAS’a vermiş olduğum yanıtlarda, olaya uygulanan cezanın, Gümrük Kanununun 234’üncü maddesinin 2’nci fıkrasına uygun olduğunu söylemiştim. Ancak; siz, cezanın kanuna uygun olup olmadığını değil, böyle bir ceza öngörülmesinin hukuka uygun olup olmadığını soruyor olduğunuzdan, bu yanıt yeterli değildir. Ayrıca; Gümrük Kanununun 234’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında, sonuçta tahsil edilmeyecek verginin matrahının noksan beyanına, vergi farkının üç katının yarısı miktarında ceza öngörülmesinin hukuki olup olmadığının da açığa kavuşturulması gerekmektedir.
        Sayın BULUT, kanunda öngörülen bir cezanın hukuki olup olmadığını belirlemekte kullanabileceğimiz ölçütler şunlardır: Cezanın amacı meşru mudur? Ceza, meşru amacı gerçekleştirmek için zorunlu mudur? Ceza, bu amacı gerçekleştirmeye elverişli midir? Ceza, ölçülü müdür?
        İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Bendenoun/Fransa, Ferrazini/İtalya ve Jusilla/Finlandiya kararlarında, bir yaptırımın ceza olarak nitelendirilebilmesi için, caydırıcı ve acıtıcı (acı verici) olması koşulları aranmaktadır. Cezanın caydırıcı olma niteliği, aynı zamanda, cezanın meşru amacı olmaktadır. Başka deyişle; bir cezanın, hukuka uygun olabilmesi için, meşru bir amaç için konulmuş olması ön koşuldur. O halde; konumuz bakımından, öncelikle, sözünü ettiğimiz cezanın meşru amaca hizmet edip etmediğini belirlememiz gerekmektedir. Bunun için de, dahilde işleme rejiminin özelliklerinin ve bu özellikler içinde, rejimden yararlananlarca yapılmasından caydırılmasında kamu yararı olanların olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
        DİR (Dahilde İşleme Rejimi), Gümrük Kanununda, vergisi teminata bağlanarak ithal edilen eşyanın işlenerek yeniden ihraç edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Kanuna göre; eşyanın vergisinin teminata bağlanabilimesi için, öncelikle tahakkuk ettirilmesi gerekmektedir. Eşya, işlenerek rejime uygun olarak ihraç edildiğinde, alınan teminat geri verilmekte; ancak, rejim ihlal edildiğinde (örneğin; taahhüde aykırı olarak tüketildiğinde ve serbest dolaşıma sokulduğunda), başta (eşyanın ithali sırasında) tahakkuk ettirilen vergi, 6183 sayılı Kanunun 56’ncı maddesi uyarınca teminat paraya çevrilerek tahsil edilmektedir.
        Eşyanın girişinde verginin tahakkuku için de, yükümlünün, eşyanın kıymeti ve verginin hesaplanmasında esas olarak diğer özellikleri bakımından doğru beyanda bulunması, önemlidir. Eşyanın kıymetinin noksan beyanı, verginin miktar olarak, noksan hesaplanması demektir. Yükümlüler, esasen, işledikten sonra yeniden ihraç edecekleri eşyanın alınmayacak olan vergisini noksan beyan etmekte ne gibi yarar umabilirler diye sorulabilir. Örneğin; maliyeti yüksek olan teminatın daha az verilmesini amaçlamış olabilirler. Ya da, ilerde, eşyayı aynen veya işledikten sonra serbest dolaşıma sokmayı düşündüklerinden, böyle bir durumda, daha az vergiyle muhatap olmayı düşünmüş olabilirler. Bu düşüncelerinde de, denetimden kaçabileceklerini veya zamanaşımı gibi etkenlerden yararlanabileceklerini göz önünde bulundurmuş olabilirler. Vs, vs. Amaçları, ne olursa olsun, bu tür girişimlerden kamunun zarar göreceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla; yükümlülerin bu tür davranışlardan caydırıcı önlemlerin alınmasında kamunun yararı var demektir. Gümrük Kanununun 234’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında öngörülen ceza, bu amaca hizmet edecek nitelikte olması bakımından, meşrudur.
        Pekiyi, ceza, anılan amacın gerçekleştirilmesi bakımından zorunlu mudur? Şöyle düşünülebilir: Kanunun 238’inci maddesinde esasen DİR ile ilgili bir usulsüzlük cezası öngörülmüştür. Noksan beyan da, esasen ileride tahsil edilmemesi olasılığı yüksek vergi bakımından yalnızca bir usulsüzlüktür. Dolayısıyla, ikinci bir ceza, amacın gerçektirilmesi bakımından gereksizdir. Gümrük Kanununun 238’inci maddesinde öngörülen ceza, DİR’nin ihlali için öngörülen cezadır. Bir rejimin ihlal edildiğinin söylenebilmesi için, öncelikle o rejime usulüne uygun olarak dahil olunması gereklidir. Noksan beyan, rejime girmek için yapılan bir beyandır; rejim içinde yapılan değil. Bu bakımdan; eşyanın kıymetinin noksan beyan edilmesi, DİR’nin ihlali sayılamaz. Unsarları ve sonuçları farklı olan bir kabahattir. Dolayısıyla; rejimin ihlali kabahati için öngörülen cezanın, eşyanın kıymetinin noksan beyan edilmesi eylemini caydırıcı etki yapması mümkün değildir. Bu bakımdan; bu kabahat için ayrı bir ceza öngörülmüş olması zorunludur diyebiliriz.
        Üçüncü olarak; fıkrada öngörülen cezanın, meşru amacı gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığına bakmak gerekir. Cezanın miktarı, noksan beyan sebebiyle hesaplanacak vergi farkının üç katının yarısı olarak tespit edilmiştir. Bu, oldukça ağır bir cezadır. Yakalandığınız takdirde, hem vergi farkını (faiziyle birlikte) ödeyeceksiniz, hem de bu vergi farkının üç katının yarısı kadar ceza vereceksiniz. İşin mahiyetini ve ithal ettiğiniz eşyanın kıymetini düşündüğünüz de, eşyanın kıymetinde noksan yapacağınız beyanın, risk almaya değmeyeceğini düşündürebilecek bir ceza. Zaten, ceza öngörmekten amaç da, yükümlülerde bu düşüncenin doğmasının sağlanması değil mi? O halde; ceza, meşru amacı gerçekleştirmeye elverişlidir de diyebiliriz.
        Son olarak; cezanın ölçülü olup olmadığını araştıralım: Cezanın miktarı, vergi farkının üç katı olarak belirlenmemiştir. Üç katının yarısıdır. Yarı oranda belirlenmesinin nedeninin, eşyanın işlendikten sonra, sorunsuz olarak yeniden ihraç edilmesinin asıl olması ve bu olasılığın da yüksek bulunması olduğunu; Kanun koyucu’nun, bu bakımdan, cezanın miktarını, noksan beyanla serbest dolaşıma sokulan eşyanın cezasına nazaran yarı oranda tuttuğunu düşünüyorum. Bu yönüyle de, ölçülü olduğu görüşündeyim.
        Sonuç olarak; yapmış olduğum bu açıklamaların, kanunda böyle bir ceza öngörülmesinin hukuka uygun olduğunu gösterdiğini söyleyebilirim.
        Umarın, açıklayıcı olmuştur. Selamlar.

      • Mustafa Kemal Bulut said:

        Çok teşekkürler ayrıntılı açıklamalarınız için.

  6. Mustafa Kemal BULUT said:

    Sn. Candan merhabalar,

    Bir konuda görüşünüzü merak ediyorum. İthalatçı firma tarafından Gümrük Kanunu’nun 211. maddesi hükümlerine göre ödenmiş olan gümrük vergilerin geri verilmesi talep edilerek vergiler geri veriliyor. Gümrük Müdürlüğü’nce geri verilmiş olan vergiler, bilahare Gümrük Kanunu’nun 217. maddesine göre şirketten talep ediliyor ve 15 günlük sürede ödenmesi gerektiği aksi halde 6183 sayılı Yasa kapsamında işlem yapılacağını belirten bir yazı tebliğ ediliyor. Bu şekilde düzenlenerek tebliğ edilmiş olan yazı, Gümrük Kanunu’nun 242’nci maddesine göre idari itiraza tabi olan bir işlem midir? Yoksa doğrudan dava konusu edilebilir mi?

    Şimdiden teşekkür ediyorum yorumlarınız için.

    Saygılarımla,

    Mustafa Kemal BULUT

    • Sayın BULUT, merhaba,
      Gümrük Kanununun 217’nci maddesi, “Gümrük vergilerinin hatalı olarak kaldırılması veya geri verilmesi halinde, başlangıçta tahakkuk eden
      vergiler ile 216 ncı madde uyarınca ödenmiş faizler yeniden tahsil edilir. Tahsil edilmeyen miktarlar tebliğ tarihinden itibaren
      onbeş gün içinde ödenir. Bu süre içinde ödenmeyenler için 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
      hükümlerine göre işlem yapılır” hükmünü içermektedir. Bu maddeye, hataen kaldırılan veya geri verilen vergilerle ödenen faizlerin geri alınmasını (yeniden tahsilini) öngörmektedir. Kaldırılan ya da geri verilen vergi ve ödenen faizlerin yeniden tahsil edilebilmesi için, gümrük idaresince, evvelce yapılan ödemelerin hatalı olduğuna dair bir işlemin öncelikle yapılmış ve ilgilisine tebliğ edilmiş olması gerekir. İkinci cümledeki, “tahsil edilmeyen miktarlar” ibaresi, ancak bundan sonra tahsil edilmeyen bir miktar kalırsa, bu miktarın da tebliğinden itibaren onbeş gün içinde ödeme yapılmadığı takdirde, 6183 sayılı Kanunun uygulanacağı anlamına gelmekteyse de; uygulamada, ilk kez yapılan tebliğden itibaren onbeş gün içinde ödeme olmazsa 6183 sayılı Kanun uygulanmaktadır. Öyle de uygulansa, böyle de uygulansa, sonuç olarak, madde, hataen kaldırılan veya ödenen vergi ve faizin yeniden tahsili için, ilgilisine bir yazının tebliğini öngörmektedir. Bu yazının dayanağı, 4458 sayılı Kanunun anılan maddesidir. Başka anlatımla, yazı, Gümrük Kanunu uygulanarak yapılan bir işlem niteliğindedir. Gümrük Kanununun 3’üncü maddesinin 5’inci fıkrasında da; bağlayıcı tarife ve menşe bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük idaresinin, gümrük mevzuatı ile ilgili olarak belirli bir konuda bir veya daha fazla kişi üzerinde hukuki sonuçlar doğuracak idari tasarrufunun “idari karar” olduğu söylenmektedir. Dolayısıyla; bana göre, anılan yazı bir idari karardır ve 242’nci madde uyarınca itiraza konu edilmeden idari dava açılamaz. Esasen; Danıştay Yedinci Dairesinin eski kararlarında da, 217’nci maddenin uygulanmasıyla tesis edilen işlemin idari karar olduğu kabul edilmiştir (Dan.7.D., 8.2.2010, E:2009/2294, K:2010/601). Ancak; son zamanlarda, faiz ödenmesi isteğiyle yapılan başvuruların reddi işlemlerinin idari karar olmadığı, doğrudan dava açılabileceği yolunda Dairenin kararları olduğunu biliyorum. Şu an yazlıkta olduğumdan, arşivimi araştırma olanağı bulamamış bulunmaktayım. Bu nedenle, bu görüş değişikliğinin 217’nci maddeyi de kapsayıp kapsamadığını kesin olarak söyleyemiyorum. Ancak; Daire görüşünü değiştirmiş olsa dahi; sormuş olduğunuz benim kişisel görüşüm, açıklamış olduğum şekildedir.
      İyi geceler dileğiyle…

    • SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

      YANITINIZ İÇİN ÖNCELİKLE TEŞEKKÜR EDERİM.

      TARTIŞMALI BU KONUNUN DAHA DA NETLİK KAZANMASI AMACIYLA ; YİNE BU KONUYLA İLGİLİ OLARAK BİR SORUM DAHA OLACAK…

      DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALATTA, REJİM SONLANDIRILIP TEMİNATLAR İADE EDİLDİKTEN SONRA, GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNİN TESPİTİ ÜZERİNE , VERGİ ZİYAI YÖNÜNDE AYRICA BİR TESPİTTE DE BULUNULMADAN ; 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA YİNE PARA CEZASI UYGULANABİLECEK MİDİR?

      BAŞKA BİR ANLATIMLA, DAHİLDE İŞLEME REJİMİNDE, ÖDENMESİ GEREKEN BİR VERGİ FARKI OLMADAN DA , 234/2 MADDE UYARINCA PARA CEZASI UYGULANABİLMESİ İÇİN;
      GÜMRÜK KIYMETİ TESPİTİNİN; REJİM KAPANMADAN ÖNCE TESPİT EDİLMESİYLE, REJİM KAPANDIKTAN SONRA TESPİT EDİLMESİ YÖNÜNDEN BİR AYRIMA GİDİLECEKMİDİR?

      SAYGILARIMLA…

      MEHMET FATİH ERCİYAS

      • Sayın, ERCİYAS , merhaba,
        Sorduğunuz sorunun yanıtı önceki yanıtımda, “eğer rejim kapatılmamışsa” ibaresi içerisinde gizli olmakla birlikte, daha açık olarak yazayım. Eşyanın geçici olarak ithali sırasında kıymeti noksan bildirilmiş olmakla birilikte; eğer, rejimin gerekleri aynen yerine getirilmiş ve dahilde işlenen eşya, taahhüt edildiği gibi yeniden ihraç edilmişse,bu nedenle geri verilen teminatın eşyanın girişinde kıymetinin noksan bildirilmesi sebebiyle tamamlanmasına gerek bulunmadığından ve tahsili gereken vergi de olmadığından, ek bir vergi hesaplaması (ek vergi tahakkuku) da yapılamaz. Ek vergi tahakkuku olmadıkça, o verginin matrahını oluşturacağı bir para cezası da olamaz. Yani; böyle bir durumda para cezası kesilemez. Esasen, Danıştay Yedinci Dairesinin kararları da bu yöndedir. 234’üncü maddenin 2’nci fıkrası uyarınca ceza, ancak, rejim kapanmadan önce noksanlık tespit edilmesi halinde ve teminatın tamamlattırılması için ek olarak tahakkuk ettirilecek vergi dolayısıyla kesilebilir.

  7. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    BU DURUMDA 6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE YASA YAPICI, VERGİ SORUMLULARI AMME BORÇLUSUDUR DEDİĞİNE GÖRE, YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER İLE SERBEST MALİ MÜŞAVİRLER DE VERGİ HUKUKUNA GÖRE VERGİ SORUMLUSU OLDUKLARINDAN AMME BORÇLUSU OLUYORLAR.

    BURDAN ŞU SONUCUNA ULAŞMAK İSTİYORUM SAYIN BAŞSAVCIM..

    İHTİYATİ HACİZ İŞLEMİ AMME BORÇULULARI HAKKINDA TESİS EDİLEBİLİYOR.

    YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER İLE SERBEST MALİ MÜŞAVİRLER AMME BORÇLUSU OLDUKLARINDAN DOLAYI ADLARINA İHTİYATİ HACİZ İŞLEMİ TESİS EDİLEBİLMESİ GEREKİYOR DEĞİL Mİ???

    SAYGILARIMLA

  8. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEGİŞİKLİKTEN VE GEREKÇESİNDEN,

    ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINDA BULUNAMIYACAĞI ORTAYA ÇIKIYOR MU YOKSA ÇIKMIYOR MU?

    SADECE VUK 126 MADDESİNDEN HARAKETLE GÖRÜŞÜNÜZÜ SORUYORUM.

    SAYGILARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

      AŞAĞIDA YAPMIŞ OLDUĞUM HUKUKİ YORUM VE SONUCA SİZ DE KATILIYORMUSUNUZ????

      1- CEZALI TARHİYATA İLİŞİKİN VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİ USULÜNE UYGUN BİR ŞEKİLDE TEBLİĞ EDİLİYOR. AMA CEZALI TARHİYATTA AÇIK VERGİ HATASI VAR.

      2- MÜKELLEF AÇIK VERGİ HATASI OLAN CEZALI TARHİYATA DAVA AÇMIYOR.

      3- DAHA SONRA MÜKELLEF ADINA ÖDEME EMRİ DÜZENLENİP TEBLİĞ EDİLİYOR. ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇIYOR VE AÇIK VERGİ HATASI OLDUĞU İDDİASINDA BULUNUYOR.

      4- BU DAVADA VERGİ MAHKEMESİ DAVANIN REDDİNE KARAR VERMELİDİR. ÇÜNKÜ BU AŞAMADA VERGİ MAHKEMESİ AÇIK VERGİ HATASINI DİKKATE ALMAZ.YANİ AÇIK VERGİ HATASINI ” BÖYLE BİR BORCUM ” YOKTUR İTİRAZI KAPSAMINDA GÖREMEZ.

      5- PEKİ VERGİ MAHKEMESİ AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINI NİYE DİKKATE ALAMAZ.. ÇÜNKÜ YASA KOYUCUNUN İRADESİ BU YÖNDE.

      6- PEKİ YASA KOYUCUNUN BU ŞEKİLDE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ NERDEN ANLIYORUZ.?

      7- YASA KOYUCUNUN BU ŞEKİLDE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ 213 SAYILI VUK NUN 126 MADDESİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKTEN VE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİNDEN ANLIYORUZ.

      ÇÜNKÜ ;

      *GEREKEÇE DE* ;

      *”*   MÜKELLEFLER ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 

      ADLARINA VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİYLE İLANEN TEBLİĞ EDİLEN VE AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARI ÖĞRENİYORLAR.

      ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE,  ÖĞRENDİKLERİ ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLAR İÇİN DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDEMİYORLAR.. ÇÜNKÜ  AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN BU  CEZALI TARHİYATLAR İÇİN   DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI GEÇMİŞ OLUYOR. BU YÜZDEN ÖDEME EMRİ  İÇERİĞİ CEZALI TARHİYATLAR İÇİN  DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMINI UZATTIK. 

      DENİYOR.

       

       

      DEMEK Kİ, YASA KOYUCUNUN İRADESİNE GÖRE;

       ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 

      ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ  OLUP, AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARI ÖĞRENEN MÜKELLEFLER , 

      EĞER 15 GÜNLÜK DAVA SÜRESİ İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇARLARSA,

       AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINDA BULUNAMIYORLAR. YANİ AÇIK VERGİ HATALARINI ” BORCUM YOKTUR” İTİRAZI KAPSAMINDA İLERİ SÜREMİYORLAR .

        EĞER AÇIK VERGİ HATASINI İLERİ SÜRME İMKANLARI OLSAYDI, YASA KOYUCU BÖYLE BİR YASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPMA GEREĞİ GÖRMEZDİ.

      ÇÜNKÜ,  AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARA KARŞI DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI  SÜRESİ GEÇMİŞ OLSA BİLE,

      ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇILIP, AÇIK VERGİ HATASINI İLERİ SÜRÜLEREK ÖDEME EMRİNİN İPTALİ SAĞLANABİLİRDİ.

      DEMEK Kİ ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE  15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVADA  ,

       ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ CEZALI TARHİYATLARDA  AÇIK VERGİ HATASI  OLDUĞU İLERİ SÜRÜLMEK SURETİYLE ÖDEME EMRİNİN İPTALİNİN SAĞLANMASI MÜMKÜN DEĞİL.

      SAYGILARIMLA

      MEHMET FATİH ERCİYAS

  9. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    213 SAYILI VERGİ USUL KANUNUN 10. MADDESİ UYARINCA KANUNİ TEMSİLCİ SIFATIYLA ESKİ ŞİRKET MÜDÜRÜ ADINA ŞİRKET VERGİ BORÇLARINDAN DOLAYI ÖDEME EMRİ DÜZENLENMİŞ.

    İLGİLİ VERGİLENDİRME DÖNEMİNDE ŞİRKET MÜDÜRÜ OLUNMADIĞI ÇOK AÇIK OLUNDUĞU HALDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇILMAMIŞ.

    ÖDEME EMRİNE KARŞI DAVA AÇILMAYINCA ESKİ ŞİRKET MÜDÜRÜ ADINA HACİZ İŞLEMİ TESİS EDİLMİŞ.

    ESKİ ŞİRKET MÜDÜRÜ, HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇMIŞ..

    DAVACI HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇTIĞI BU DAVADA İLGİLİ DÖNEMDE ŞİRKET MÜDÜRÜ OLMADIĞINI İSPATLAMIŞ. YANİ MÜKELLEFİYETTE AÇIK HATA VAR.

    BU DURUMDA VERGİ MAHKEMESİ ; VERGİLENDİRME DÖNEMİNDE ŞİRKET MÜDÜRÜ OLMADIĞININ KANITLANDIĞI GEREKÇESİYLE HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERMESİ GEREKİR Mİ? GEREKMEZ Mİ?

    SAYGILARIMLA.

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS, haciz işlemine karşı açılan idari davada, yalnızca, usulüne uygun olarak ödeme emri tebliğ edilip edilmediği; edilmişse, süresi içerisinde idari davaya konu edilip edilmediği; edilmişse, bu davada ne yolda karar verildiği incelenir. Ödeme emrine karşı açılacak iptal davasında ileri sürülmesi ve incelenmesi mümkün iddiaların bu davada incelenmesi mümkün olmadığı gibi; vergi hatası iddiasının da incelenmesi mümkün değildir. Bununla birlikte; daha önce de, söylemiş olduğum üzere, Danıştay VDDK’nun ve kimi dava dairelerinin, “mükellef değilim” iddialarını ödeme emri ve haciz aşamalarında incelediği olmuştur.

  10. SAYIN BAŞSAVCIM ÖNÇELİKLE YANITINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.ELLERİNİZE SAĞLIK.

    ANCAK HAKİMLERİMİZCE BU KONUYLA İLGİLİ OLARAK ŞÖYLE BİR HUKUKİ SORUN SIKÇA DİLE GETİRİLİYOR: !!!!!!!!!!

    İLGİLİ DÖNEMDE ŞİRKET MÜDÜRÜ OLMADIĞI AÇIK OLAN BİR KİŞİ , ADINA 213 SAYILI VUK NUN 10. MADDESİ UYARINCA KANUNİ TEMSİLCİ SIFATIYLA DÜZENLENEN ÖDEME EMRİNE KARŞI DAVA AÇMAYIP; DAHA SONRA MÜKELEFİYETTE HATA İDDİASIYLA HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇIP , İLGİLİ DÖNEMDE ŞİRKET MÜDÜRÜ OLMADIĞINI KANITLADIĞI HALDE; VERGİ MAHKEMESİNİN YİNE DE DAVANIN REDDİNE KARARI VERMESİ MÜLKİYET HAKKKININ İHLALİ SONUCUNU DOĞURMAZ MI?

    HUKUK DEVLETLERİNDE MÜLKİYET HAKKI İHLALİNİN AÇIK OLDUĞU DURUMLARDA BÜTÜN MAHKEMELERİN DAVACILAR LEHİNDE KARAR VERMELERİ GEREKMİYOR MU?

    AKSİ TAKDİRDE HUKUK DEVLETLERİNDEKİ HUKUKİ GÜVENLİK İLKESİ İHLAL EDİLMİŞ OLMAZ MI?

    DİĞER TARAFTAN ; AÇIK MÜKELLEFİYETTE HATASI OLDUĞU HALDE YİNE DE VERGİ MAHKEMESİNİN HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVADA DAVANIN REDDİ YÖNÜNDE KARARI VERMESİ ÜZERİNE ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU YAPILDIĞINDA ,ANAYASA MAHKEMESİ SONUÇTA MÜLKİYET HAKKININ İHLALİ YÖNÜNDE KARARI VERMEYECEK Mİ?

    BU SEBEPLERLE, MÜKELLEFİYETTE AÇIK VERGİ HATASI OLDUĞU İDDİASININ İSPATLANDIĞI DURUMLARDA ; VERGİ MAHKEMELERİNİN HACİZ İŞLEMİNİN İPTALİ YÖNÜNDE KARAR VERMELERİNİN ; DAHA ADİL, HAKKANİYETE UYGUN VE SONUÇTA HUKUKA DAHA UYGUN OLDUĞU GÖRÜŞÜ SAVUNULAMAZ MI?

    SAYGILARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS, sorunuzla, sanırım, şunu demek istiyorsunuz: Kişinin gerçekte borçlusu olmadığı bir parayı ödemek zorunda kalması, onun mülkiyet hakkının ihlal edildiği anlamına gelir. Kanuni temsilci olmayan kişinin, kanuni temsilci imiş gibi kendisine tebliğ olunan ödeme emrini dava konusu etmemesi nedeniyle, üçüncü kişi olan şirkete ait borcu ödemek zorunda kalması da, bu niteliktedir. Dolayısıyla; ihlalin önlenebilmesi için, kanuni temsilci olmadığı iddiasının, ödeme emrinin kesinleşmesi sebebiyle yapılan sonraki takip işlemlerine (haciz ve satış işlemlerine) karşı açılan davalarda da ileri sürülebilmesi ve yargı yerince de dikkate alınması doğru ve adalete uygun olmaz mı? Aksine uygulama mülkiyet hakkının ihlali olacağı gibi, hukuki güvenlik ilkesine de aykırı olmaz mı?
      Bu soruya verilecek olumlu yanıt, aslında; mülkiyet hakkı söz konusu olduğunda, kamu yararını ön planda tutan idarede istikrar ilkesinin; dolayısıyla, idari dava açma süresinin ne önemi var demek gibi birşeydir. Başka anlatımla da; “Mülkiyet hakkı söz konusu olduğunda, ne kamu yararını, ne idarede istisrarı, ne de dava açma süresini tanımam” demekle eşdeğerdir.
      Böyle bir sonuç, ancak bir durumda olağan karşılanabilir: Mülkiyet hakkının mutlak bir hak olması durumunda. Oysa; Anayasamızın 35’inci maddesi, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla yasayla sınırlandırılabileceğini söylemektedir. Demek ki, Anayasamıza göre, mülkiyet hakkı, mutlak bir hak değildir. Aynı şekilde; Anayasamızın 90’ıncı maddesinin son fıkrasının son cümlesine göre, ulusal yasalara önceliği bulunan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine ek 1 Nolu Protokolün 1’inci maddesinde de, kamu yararına ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukuka uygun olarak kişilerin mülkiyet hakkından mahrum edilebileceğini söylemektedir. Demek ki, mülkiyet hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine göre de mutlak bir hak değildir; kamu yararına ve uluslararası hukuka uygun olarak yasayla öngörülen şartlarda kısıtlanması mümkün bir haktır.
      Bilindiği gibi; Kamu İdaresi, Devletin, kamu hizmeti görmek üzere, eleman, mali olanak ve ekipman temin ederek oluşturduğu organıdır. Kamu hizmeti ise, kamu yararına yapılan hizmettir. Kamu hizmeti; yine bilindiği üzere, idari makamlarca, idari kararlar alınarak, eylemler yapılarak yürütülen bir hizmet türüdür. Kamu hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi ise, alınan kararların hukuka uygun olmaları yanında; sonsuza değin iptal edilebilirlik tehdidi altında olmamalarına bağlıdır. İdari dava açma süresi, bu nedenle vardır. Yani; idarenin işlemlerine karşı idari dava açma hakkının bir süreyle kayıtlanması, kamunun yararınadır. Dolayısıyla; idari dava hakkının süreye bağlanması, idari işlemin konusu olan (olumsuz etkilediği) hakların ileri sürülebilmeleri yönünden, kamu yararı lehine bir sınırlandırma oluşturmaktadır.
      İdari dava açma süresinin geçirilmesi, şu anlama gelir: Hukuka uygunluk karinesiyle vücut bulan idari işlem hukuka aykırı olsa bile, bundan böyle, idarece geri alınmadıkça, sonsuza kadar, hukuka uygunmuş gibi kabul edilir. Bir tür yargısal dokunulmazlık kazanır. Buna, “İdari İşlemlerin Kesinliği” adı verilir.
      İdare edilenlerin mülkiyet haklarının ihlali ile tesis edilen idari işlemler, hukuka aykırı idari işlemlerdir. Bu tür işlemlerin süresi içerisinde idari davaya konu edilmemiş olmaları, açıklanan nedenle, onları, sonsuza kadar, içerdikleri hukuka aykırılıklar yönünden hukuka uygun hale getirir. Dolayısıyla; bundan böyle, mülkiyet hakkına haksız bir müdahaleden söz edilemez. Başka anlatımla da; eğer, söz konusu olan bir borç doğurucu işlemse; işlemin doğurduğu borç kesinleşmiş olur. Bundan sonra, yapılacak işlem; kesinleşmiş borçların tahsili için gerekli olan işlemdir (haciz, satış vs) ve bu işlemlere karşı açılacak davalarda, yalnızca, borcun kesinleşip kesinleşmediği ve ödenip ödenmediği araştırılıp, incelenir; ödeme emrine karşı açılan davada incelenebilecek hususlara değinilmez. (Not: Özel Hukukta, icraya konulan senete itirazın süresinde yapılmaması durumunda da, öyle değil mi?).
      Öte yandan; mülkiyet hakkına haksız müdahale oluşturan (hukuka aykırı ) idari işlemler için idari dava açma süresi öngörülmesi, yasayla olmuştur ve uluslararası hukuka uygundur. Örneğin; mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için öngörülen otuz günlük süre ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde öngörülen altı aylık süre gibi. Siz, bu süreleri geçirirseniz, mülkiyet hakkınızı ne Anayasa Mahkemesine, ne de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine dinletebilirsiniz.
      O halde; şunu kesinlikle söyleyebiliriz: bir hak, ancak, yasalarda öngörülen usul ve sürelere uyularak ileri sürülmesi halinde, korunmaya layık olur. Nitekim; Anayasa Mahkemesinin, derece mahkemelerinde; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin de, ulusal mahkemelerinde ileri sürülmeyen mülkiyet hakkını, kendilerine yapılan başvurularda incelememeleri bu nedenledir. Siz, mülkiyet hakkını, ulusal yasanın öngördüğü şekilde ve zamanda ileri sürmemişseniz; artık, ne Anayasa Mahkemesinde, ne de Strasbourg Mahkemesinde ileri sürebilirsiniz.
      Verdiğiniz örnekte, mülkiyet hakkını ihlal eden işlem, kişinin (şirket müdürü) kanuni temsilci olmamasına karşın, kanuni temsilci imiş gibi hakkında düzenlenen (VUK. md.10, 6183 sayılı K. mük. md. 35’e göre tesis edilen) borç doğrucu ödeme emridir. Dolayısıyla; kanuni temsilci olmamasına karşın tüzel kişinin borçlarından sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasının ileri sürülebileceği usul ve zaman, bu hakkın ihlali sonucunu yaratan ödeme emrinin iptali istemiyle açılacak iptal davasıdır. Bu dava süresinde ve usulüne uygun olarak açılmadığı takdirde; hukuka aykırılık içeren ödeme emri, idarece geri alınmadığı sürece, sonsuza kadar, hukuka uygun kabul edilir ve yargısal dokunulmazlık kazanır. Ve de muhatabı yönünden borç kesinleşir. (Kaldı ki; ödeme emrinin muhatabı olan bireyin, asıl borçlulara rücuuna veya, zaman aşımı süresi içerisinde, vergi hatası iddiasıyla düzeltme ve şikayet başvurusunda bulunmasına engel de bulunmamaktadır.)
      Bu bakımdan; mülkiyet hakkı ihlalini her aşamada dikkate alırım diyen görüş, hukuki bir görüş olarak nitelendirilemez.
      Her aşamada mülkiyet hakkı dikkate alınmazsa, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edileceği yolundaki iddiayı dikkate alınmaya değer bulmadığımı söylemeliyim. Zira; ödeme emrine dava açma süresine ilişkin yasa düzenlemesinin, erişilebilir ve öngörülebilir olmadığı söylenemez.
      Adaleti temin eden ise, hukuk kurallarıdır. Hukukun adaleti ile sokaktaki bireyin kafasındaki adaletinin uyumlu olması, her zaman mümkün olmayabilir. Bu durumda; asıl olan, hukukun adaletidir. Dolayısıyla; adaletli karar verilmek isteniyorsa, hukuk kurallarına uygun yargılama yapılması yeterli olur.

  11. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    AŞAĞIDAKİ HUKUKİ YORUMUMA SİZ DE KATILIYORMUSUNUZ?

    1- CEZALI TARHİYATA İLİŞİKİN VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİ USULÜNE UYGUN BİR ŞEKİLDE TEBLİĞ EDİLİYOR. AMA CEZALI TARHİYATTA AÇIK VERGİ HATASI VAR.

    2- MÜKELLEF AÇIK VERGİ HATASI OLAN CEZALI TARHİYATA DAVA AÇMIYOR.

    3- DAHA SONRA MÜKELLEF ADINA ÖDEME EMRİ DÜZENLENİP TEBLİĞ EDİLİYOR. ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇIYOR VE AÇIK VERGİ HATASI OLDUĞU İDDİASINDA BULUNUYOR.

    4- BU DAVADA VERGİ MAHKEMESİ DAVANIN REDDİNE KARAR VERMELİDİR. ÇÜNKÜ BU AŞAMADA VERGİ MAHKEMESİ AÇIK VERGİ HATASINI DİKKATE ALMAZ.YANİ AÇIK VERGİ HATASINI ” BÖYLE BİR BORCUM ” YOKTUR İTİRAZI KAPSAMINDA GÖREMEZ.

    5- PEKİ VERGİ MAHKEMESİ AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINI NİYE DİKKATE ALAMAZ.. ÇÜNKÜ YASA KOYUCUNUN İRADESİ BU YÖNDE.

    6- PEKİ YASA KOYUCUNUN BU ŞEKİLDE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ NERDEN ANLIYORUZ.?

    7- YASA KOYUCUNUN BU ŞEKİLDE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ 213 SAYILI VUK NUN 126 MADDESİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKTEN VE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİNDEN ANLIYORUZ.

    ÇÜNKÜ ;

    *GEREKEÇE DE* ;

    *”*   MÜKELLEFLER ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 

    ADLARINA VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİYLE İLANEN TEBLİĞ EDİLEN VE AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARI ÖĞRENİYORLAR.

    ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE,  ÖĞRENDİKLERİ ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLAR İÇİN DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDEMİYORLAR.. ÇÜNKÜ  AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN BU  CEZALI TARHİYATLAR İÇİN   DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI GEÇMİŞ OLUYOR. BU YÜZDEN ÖDEME EMRİ  İÇERİĞİ CEZALI TARHİYATLAR İÇİN  DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMINI UZATTIK. 

    DENİYOR.

     

     

    DEMEK Kİ, YASA KOYUCUNUN İRADESİNE GÖRE;

     ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 

    ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ  OLUP, AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARI ÖĞRENEN MÜKELLEFLER , 

    EĞER 15 GÜNLÜK DAVA SÜRESİ İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇARLARSA,

     AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINDA BULUNAMIYORLAR. YANİ AÇIK VERGİ HATALARINI ” BORCUM YOKTUR” İTİRAZI KAPSAMINDA İLERİ SÜREMİYORLAR .

      EĞER AÇIK VERGİ HATASINI İLERİ SÜRME İMKANLARI OLSAYDI, YASA KOYUCU BÖYLE BİR YASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPMA GEREĞİ GÖRMEZDİ.

    ÇÜNKÜ,  AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARA KARŞI DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI  SÜRESİ GEÇMİŞ OLSA BİLE,

    ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE , 15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇILIP, AÇIK VERGİ HATASINI İLERİ SÜRÜLEREK ÖDEME EMRİNİN İPTALİ SAĞLANABİLİRDİ.

    DEMEK Kİ ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE  15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVADA  ,

     ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ CEZALI TARHİYATLARDA  AÇIK VERGİ HATASI  OLDUĞU İLERİ SÜRÜLMEK SURETİYLE ÖDEME EMRİNİN İPTALİNİN SAĞLANMASI MÜMKÜN DEĞİL.

    SAYGILARIMLA
    MEHMET FATİH ERCİYAS

  12. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    KONU: İŞTİRAK VERGİ ZİYAI CEZASI – KESİNLEŞME

    DANIŞTAY KARARLARINA GÖRE , BİR MÜKELLEFE 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZALI TARHİYAT YAPILDIĞINDA , İŞTİRAKÇİYE İŞTİRAK FİİLİ NEDENİYLE 1 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLEBİLMESİ İÇİN, ASIL MÜKELLEF ADINA YAPILAN CEZALI TARHİYATIN KESİNLEŞMESİ GEREKİYOR….

    ASIL MÜKELLEF ADINA YAPILAN 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZALI TARHİYAT KESİNLEŞTİKTEN SONRA. ANCAK, İŞTİRAKÇİ ADINA 1 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLMESİ GEREKİYOR.

    YASADA BÖYLE BİR HÜKÜM YOK. BU YORUM SADECE İÇTİHATLA GETİRİLMİŞ BİR KURAL.

    DANIŞTAYIN BU YÖNDEKİ İÇTİHADINA KATILIYORMUSUNUZ?

    SAYGILARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

  13. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    KONU : GEÇİCİ VERGİ- 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI.

    DANIŞTAYIN YERLEŞİK KARARLARINA KAÇAKÇILIK FİİLİ GEREKTİREN FİİLLER DE ASLI ARANMAYAN GEÇİCİ VERGİLER ÜZERİNDEN KESİLEN VERGİ ZİYASININ 1 KAT OLMASI GEREKİYOR. 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLEMİYOR.

    YANİ TARHİYATLAR ÜZERİNDEN 3 KAT CEZALI OLARAK KESİLEN VERGİ ZİYAI CEZALARININ HUKUKA UYGUN BULUNDUĞU DURUMLARDA, ASLI ARANMAYAN GEÇİCİ VERGİLER ÜZERİNDEN 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLMESİ HUKUKA UYGUN BULUNMUYOR.

    DANIŞTAYIN BU YÖNDEKİ YERLEŞİK KARARLARINA KATILIYORMUSUNUZ?

    SAYGILARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

  14. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    VERGİ MAHKEMELİRİNDE ÖDEME EMRİ VE HACİZ İŞLEMLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARA İLİŞKİN OLARAK BİR KISIM ÖĞRETİ KİTAPLARINDA,

    DAVA KONUSU MEBLAĞA BAKILMAKSINIZIN, YANİ DAVA KONUSU NE OLURSA OLSUN ,

    EĞER DAVACININ DURUŞMA TALEBİ VARSA, MAHKEMENİN DURUŞMA YAPMASININ ZORUNLU OLDUĞU BELİRTİLMELİDİR.

    YARGIDAKİ HAKİM GÖRÜŞ İSE BU GÖRÜŞÜ KABUL ETMEMEKTEDİR.BU GÖRÜŞ YARGIDA AZINLIK GÖRÜŞÜDÜR.

    ÇÜNKÜ YASA KOYUCUNUN, CEZALI TARH İŞLEMİNE KARŞI AÇILAN DAVALAR İLE ÖDEME EMRİ VE HACİZ İŞLEMLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA DURUŞMA YÖNÜYLE BÖYLE BİR AYRIMA GİTMESİNİN HUKUKİ BİR MANTIĞI VE GEREKÇESİNİN OLMAYACAĞI BELİRTİLMEKTEDİR.

    ÖĞRETİNİN BU GÖRÜŞE SADECE KANUNUN LAFZINDAN HARAKETLE ULAŞTIĞI, GERÇEKTEN DE KANUNUN LAFZINDAN BÖYLE BİR BU SONUCUN ORTAYA ÇIKTIĞI, BU KONUDA BİR TEREDDÜT OLMADIĞI; AMA YASA KOYUCUNUN DÜZENLEME YAPARKEN BU ŞEKİLDE İKİLİ BİR AYRIMA GİTME YÖNÜNDE İRADESİNİN OLMASININ MANTIKLI BİR AÇIKLAMASININ, MANTIKLI BİR HUKUKİ GEREKÇESİNİN OLAMAYACAĞI, YASA KOYUCUNUN KANUN HÜKMÜNÜ İYİ KALEME ALMAMASI NEDENİYLE İRADESİNE AYKIRI BİR ŞEKİLDE LAFZINDAN BÖYLE BİR SONUCUN ORTA ÇIKTIĞI İFADE EDİLMEKTEDİR.

    SİZİN BU KONUDA Kİ GÖRÜŞÜNÜZÜ ÖĞRENEBİLİR MİYİM?

    İYUK KİTABINIZA BAKTIM. BU KONUDA KİTABINIZDA BİR AÇIKLAMANIZ HİÇ OLMAMIŞ. KİTASINZDA BU KONU EKSİK KALMIŞ.

    SAYGI VE SELAMLARIMLA.

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS,

      Yorum tekniği bakımından; yasanın açık sözü (lafzı) görmemezlikten gelinerek ya da bir yana konularak, salt, Kanun koyucu’nun amacı araştırılmak suretiyle yorum yapılamaz. Böyle bir yorum (amaç yorumu), iki halde olanaklıdır: İlki; yasa hükmünün açık olmaması ve tarihsel ya da sistematik yorumlarla da bir açıklık sağlanamaması durumunda, Kanun koyucu’nun böyle bir kural koymaktaki amacının araştırılması yoluna gidilebilir. İkincisi ise; sözel, tarihsel ve sistematik yorumlarla ulaşılan sonucu, desteklemek amacıyla, amaç yorumu yapılabilir. Başka deyişle; Kanun koyucu’nun var olduğu ya da düzenlemenin sözünden çıkan anlam gibi düşünemeyeceği, mantığının öyle olamayacağı gibi yorumlarla, açık yasa hükmü ihmal edilemez. Bu bakımdan; tarhiyatlara karşı açılan idari davalarda duruşma yapma zorunluluğu için miktar sınırlaması getiren kanun koyucu’nun ödeme emirlerine karşı açılan davalarda aynı şeyi yapmamasının, mantığının olamayacağı gibi bir yaklaşımla, yasanın sözünün aksinin yapılması olanaksızdır. Bu yapıldığı takdirde, biri de çıkar; “Ödeme emirlerinin konusu yalnızca vergilerden ibaret değil, başka kamu alacakları da ödeme emrinin konusu olabilir. Vergiyi konu edinen ödeme emirleri ile diğer kamu alacaklarını konu edinen ödeme emirleri arasında duruşma hakkı bakımından ayırım yapılmasının mantığı var mı?” diye sorabilir. Hatta; şunu da söyleyebilir: “Konusu para olan yığınla idari işlem var. Örneğin; idari para cezaları, Onlarla, vergi tarhiyatları ve konusu vergi olan ödeme emirleri arasında ayırım yapılmasının mantığı var mı? Kanun koyucu böyle birşey düşünebilir mi?” diye karşı eleştiri getirebilir. Bu bakımdan; bu anlayış, hukuken hatalı; hatalı olduğu kadar da, yargıcı, yasa kurallarını yorumlamakta keyfiliğe götüreceğinden, tehlikeli bir anlayıştır.
      Her ne kadar, siz, sorunuzda, yasa hükmünün, ödeme emirlerine (6183 sayılı Kanunun uygulanmasıyla tesis edilen işlemlere) karşı açılan davalarda, tarafların duruşma isteklerinin kabul zorunluluğu için parasal sınır aranmayacağı konusunun açık olduğunu kabul etmekte iseniz de; biz, yine de, öyöle olup olmadığına bir bakalım:
      İYUK’nun 17’nci maddesi ne diyor? “İptal davaları ile…… yirmibeş bin lirayı aşan…. vergi davalarında duruşma, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.”. Demek ki; iptal davalarında istek halinde duruşma yapılması zorunlu. Ayrıca,vergi ve ceza tutarı yirmibeş bin lirayı aşan vergi davalarında da, istek halinde duruşma yapılması zorunluluğu var. Başka anlatımla; Kanun koyucu, tarafların isteği üzerine, herhangi bir koşul aranmaksızın, duruşma yapılması zorunluluğunu, yalnızca iptal davaları için öngörmektedir. Buna karşılık; vergi davalarında (buna tam yargı davalarını da konumuz dışında ekleyelim), tarafların duruşma isteklerinin yerine getirilebilmesi için, davada uyuşmazlık konusu olan vergi ve ceza tutarının, yasada gösterilen parasal sınırı aşıyor olması gerekmektedir. Başka deyişle de; eğer davanın konusu olan (gerçekte, vergi ve ceza davanın değil; davaya konu tarh ve ceza kesme işlemlerinin konusu) vergi ve ceza tutarı yasal sınırın altında kalıyorsa, istek olsa bile, mahkemenin duruşma yapma zorunluluğu bulunmamaktadır (Ancak: bu durum, mahkemenin, dosyayı kendiliğinden “re’sen” duruşmaya koymasına engel değildir).
      O zaman; ikinci aşama olarak, “vergi davaları” olarak adlandırılan, davaların, idari dava olarak, türünün ne olduğunun araştırılması germektedir.İYUK’nun 2’nci maddesinin 1’inci maddesinde, idari dava türleri, “İdari dava türleri şunlardır” cümle girişiyle sayılmış bulunmaktadır. Bu dava türleri arasında, vergi davası diye bir dava türü var mı? Yok. Kanunun başka bir yerinde de vergi davasının tanımı yapılıyor mu? Böyle bir tanım da yok. Demek ki; “vergi davası” olarak adlandırılan bir idari dava türü, İYUK’nunda mevcut değil. Vergi davası tanımı nerde var? 213 sayılı Vergi Usul Kanununun Beşinci Kitabında. Bu kitabın başlığı ne? “Vergi Davaları”. O zaman, İYUK’nun 31’inci maddesinin 2’nci fıkrasındaki gönderme devreye giriyor demektir (Gerçi, bu gönderme olmasa dahi, özel hüküm olan anılan kanun maddesine gitmek gerekirdi. Ben, bu yüzden; 31’inci maddenin 2’nci fıkrasındaki göndermeyi gereksiz ve hatalı bulurum). Bu Kitapta yer alan, “Davanın konusu” başlıklı, 378’inci madde ne diyor: “Vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonlarının kararlarının tebliğ edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödeme yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.” diyor. Demek ki; vergi davasının konusu, yalnızca, vergi tarhları ve ceza kesme işlemleri ile takdir ve tadilat komisyonu kararları olmaktadır. Vergi tarhı, anılan Kanunun 20’nci maddesinde idari işlem olarak tanımlanmıştır. Esasen; öyle tanımlanmamış olsaydı dahi, unsurları bakımından, bir idari işlem olduğunda kimsenin kuşkusu olmazdı. Vergi davasının konusu olarak gösterilen diğer kararlar da, birer idari işlemdir. Görüldüğü üzere, 378’inci madde, bir idari dava türünü değil, idari davaya konu olabilecek idari uyuşmazlık türünü tanımlamaktadır. İdari dava türleri, İYUK’nun 2’Nci maddesinde sayılanlarla sınırlıdır (Bkz: T:CANDAN, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kitabı). Yine; bilindiği gib; bir idari işlemin hukuka uygunluğunun denetlenmesini ve bu denetim sonunda hukuka aykırılığının saptanması durumunda, hukuk düzeninden geçmişe etkili olarak kaldırılmasını amaçlayan idari dava türü iptal davasıdır. Bu bakımdan; 378’inci maddede yazılı işlemleri konu edinen idari davanın türü (kimi istisnai durumlar dışında) iptal davası olmak zorundadır.
      Şimdi bakalım; vergi davasını tanımlayan 378’inci madde, vergi davasının konusu olarak, ödeme emirlerinden, haciz işlemlerinden, ihtiyati haciz ve 6183 sayılı Kanunda yazılı diğer işlemlerden söz edilmiş mi? Böyle bir söz edilişten maddede eser yok. Başka bir maddede; bunlardan vergi davasının konusu olarak söz ediliyor mu? Hayır. Pekiyi, 6183 sayılı Kanun, Vergi Usul Kanunun 3’üncü maddesinin (A) fıkrasında bir vergi kanunu olarak sayılmış mı? Hayır. Pekiyi, 6183 sayılı Kanunda vergi davasından söz ediliyor mu? Hayır. Demek ki; 6183 sayılı Kanunda yazılı işlemleri konu edinen idari davalar, birer vergi davası değildir.Ve demek ki; vergi davasının konusu, VUK’nun 378’inci maddesinde sözü edilen işlemlerle sınırlıdır.
      Pekiyi? 6183 sayılı Kanunda yazılı idari işlemleri (ödeme emri, haciz, ihtiyati haciz, ihtiyati tahakkuk, satış vs) konu edilen davaların iptal davası olduğunda kuşku var mı? Hiçbir zaman olmadı.
      Şimdi gelelim, 6183 sayılı Kanunda yazılı işlemlere karşı açılan davalar vergi davası değilse; vergi mahkemelerinin, bu avalara nasıl baktıkları sorusuna (Bu soru, ileti ile sorulan sorudur). Vergi mahkemelerinin görevleri, 2576 sayılı Kanunun 6’ncı maddesinde düzenlenmişitir. Bu maddenin (a) fıkrası, vergi, resim , harç ve benzeri mali yükümlerle bunların zam ve cezalarının vergi mahkemelerinin görevinde olduğunu söylüyor. (b) fıkrası da, a) fıkrasında yazılı konularda, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilen işlemlerin idari davaya konu edilmeleri halinde davaya, vergi mahkemelerinin bakacağını söylemektedir. Yani; bu işlemlere karşı açılan davaların vergi mahkemelerince bakılması, bu düzenleme sayesinde olmaktadır. Demek ki; vergi mahkemelerin görevine giren her dava, teknik anlamda (VUK’nun 378’inci maddesi anlamında) vergi davası değildir.
      Yaptığımız sözel ve sitematik yorum, görüldüğü üzere; İYUK’nun 17’nci maddesinde sözü edilen “vergi davası”nın, yalnızca, konu unsuru 378’inci maddede yazılı işlemelere karşı açılan idari (iptal) davaları kapsadığını, açıkça, ortaya koymaktadır.
      Duruşma yapma zorunluluğu bakımından kural neydi? İptal davalarında istek halinde duruşma yapılmasının zorunlu olması. Bu kuralın istisnası ne? Vergi davaları denilen ve konusu VUK’nun 378’inci maddesinde gösterilen davalar. Yargılama Usulünde kanunilik esastır. Kanuniliğin esaslı unsurlarından biri de, tipikliktir. Eğer; kanunda açıkça ayrık bir durum öngörülmemişse, kuralın uygulanması zorunludur. Ayrık durum (istisna), vergi davasıdır. 6183 sayılı Kanunda sayılan ve konusu vergi ve cezası olan işlemler (ki, bunların konusu, örneğin, haczin konusu, vergi ve ceza da değildir. Vergi ve cezadan kaynaklanan kamu alacağının tahsili için borçlunun el konulan mal, hak ve alacaklarıdır. Ödeme emrinin konusu da vergi ve cezası değildir; kamu alacağıdır.), bu ayrık durumun tipine uyan işlemler olmadığına göre, ayrık durumun, bunlara da uygulanması, kuralın; dolayısıyla, yasanın açık ihlalidir.
      Gelelim, Kanun koyucu’nun amacına: Kanun koyucu’nun sözü edilen istisna dolayısıyla, özel bir amaç güttüğü, doğrudur. Eğer; Kanun koyucu, aynı amacı 6183 sayılı Kanunda yazılı işlemler içinde gözetmiş olsaydı; bunu açıkça söylerdi. Söylememiş olması, bir unutkanlık, noksanlık veya çelişki olarak nitelendirilemez. Dahası; bu tür gerekçelerle, duruşma yapma zorunluluğu ile ilgili istisna genişletilerek, tarafların dinlenilme hakkı ihlal edilemez.
      Ödeme emrine karşı açılan davada istek halinde duruşma yapılmasının zorunlu olduğuna, Açıklamalı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun adlı kitabımda (sh.380), bu kitabın konusu olduğu için, değindim. Ama; İdari Yargılama Hukuku alanında çalışıp da aksini düşünebileceklerin çıkacağı aklımın ucundan geçmediğinden, yukarıdaki gerekçelerle açıklamış değilim.
      Son olarak; hukukta, kimilerinin ileri sürdükleri gibi, hukukta birden fazla “doğru” yoktur. “Doğru”, tektir ve sayı veya oranla değişmez. İlgililerin isterse yüzde yüzü farklı düşünsün; “doğru”, yine doğrudur; tekdir ve maddi olarak gerçektir. Sayısal gerçek, hiçbir zaman maddi gerçeği değiştiremez. Oysa; maddi gerçek, sayısal gerçeği değiştirebilir. Kuşkunuz varsa, “Oniki Cesun Adam” filmini izlemenizi öneririm. Hatta; bir kez değil, birkaç kez. Daha somut bir örnek vereyim: Daha önce de, birçok kez söz ettim. Vergi uyuşmazlıklarını konu edinen davaların türünün iptal davası olduğunu söylediğimde (“Vergi Uyuşmazlıkları ve İdari Davalar”, Danıştay dergisi, S.54-55, sh.31 vd), Ülkede, benden başka herkes, aksini (tam yargı davası veya suijeneris dava olduğunu) söylüyordu. Bugün, bu davalara tam yargı davası diyen var mı? Yine; vergi dairesinin de, hukuksuz aldığı vergiyi iade ederken, mükellefe faiz ödemesinin gerektiğini söylediğimde, karşıma, verginin yasallığı ilkesi ile çıkıldı. Onlara, faizin vergi olmadığını; gerçekte, bir tazminat olduğunu; Anayasanın 125’inci maddesine göre, idarenin vermiş olduğu maddi ve manevi zararları tazminle yükümlü olduğunu söyledim durdum. Bugün, bu konuda geldiğimiz noktayı herkes biliyor. Onun için; ben, bir konuda düşünce üretirken, herkesin ne düşündüğüne değil; “doğru”yu bulabilmek için nasıl düşünülmesi gerektiğine bakarım. Siz de öyle yapın. Zararını değil, yararını göreceksiniz.

  15. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    KONU: NOTER TASDİĞİ OLMAYAN AMA İÇERİĞİNİN DOĞRU OLDUĞU AÇIK OLAN OLAN ÇIKTILARIN HANGİ ORTAMDA ÜRETİLDİĞİ BELLİ DEĞİL, BU YÜZDEN GÜVENİRLİ DEĞİL GEREKÇESİYLE DANIŞTAYCA KABUL EDİLMEMESİ.

    ASLINDA DANIŞTAY;

    ÇIKTILAR İÇİN;

    *İÇERİĞİ DOĞRU AMA NOTER TASDİĞİ OLMADIĞI İÇİN İSPAT VE DELİL GÜCÜ YİNE DE YOKTUR GEREKÇESİNİ İLERİ SÜREBİLİRDİ.**
    *

    SORUMA İLİŞKİN OLAY ŞU :

    VERGİ DAİRESİ BİR MÜKELEFİN 2107 YILI İÇİN VERDİĞİ BA FORMLARINI ( YIL İÇİNDE MAL SATIN ALDIGI FİRMALARI İÇEREN LİSTEDİR) İNCELİYOR. MÜKELLEFİN 2017 YILINDA MAL ALDIĞI  3 FİRMA HAKKINDA , BU FİRMALARIN SADECE SAHTE FATURA TİCARETİ YAPMAK AMACIYLA KURULMUŞ KURULMUŞ NAYLONCU FİRMALAR OLDUĞU YÖNÜNDE VERGİ TEKNİĞİ RAPORLARI OLDUĞUNU SAPTIYOR. 

    DOLAYISIYLA BU ÜÇ FİRMAYA LİŞKİN  TOPLAM 15 ADET MAL ALIŞ FATURALARIYLA İLGİLİ OLARAK KDV BEYANNAMELERİNDE BEYAN EDİLEREK İNDİRİM KONUSU YAPILAN KDV LERİNİN İNDİRİMLERİ KABUL EDİLMEYEREK, YANİ REDDEDİLEREK 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZALI KDV TARHİYATLARININ YAPILMASI GEREKİYOR.

    VERGİ DAİRESİ TESPİT ETTİĞİ  15 ADET SAHTE FATURALAR NEDENİYLE MÜKELLEFTEN 2017 YILINA İLİŞKİN DEFTER VE BELGELERİNİ İSTİYOR.

    MÜKELLEF 2017 YILINA İLİŞKİN MAL ALIŞ FATURALARI İLE MAL SATIŞ FATURALARINI VERGİ İNCELEME ELEMANINA TESPİT EDİYOR.

    AMA DEFTERLERİNİ BULAMIYOR. KAYBETMİŞ. AMA MÜCBİR SEBEP DE YOK.MÜCBİR SEBEP OLDUĞUNU İSPATLIYAMIYOR.

    BUNUN ÜZERİNE MÜKELLEF SMM NE BAŞVURURAK  DEFTER VE BELGELERİNİN YENİDEN  İKİNCİ DEFA ÇIKTISINI İSTİYOR. 

    ÖNCEKİ YASAL ASIL DEFTERLER  2017 YILI SONUNDA SMM İN BİLGİSAYARINDAKİ  MUHASEBE PROGRAMINDAN  NOTERTEN TASDİKLİ BİRBİRİNE BAĞLI KAĞITLAR ÜZERİNE BASTIRILMIŞTI. BU İKİNCİ ÇIKTILAR İSE NOTER TASDİĞİ OLMAYAN BİRBİRİNE BAĞLI KAĞITLAR ÜZERİNE  ALINIYOR. ARADAKİ TEK FARK İLK ÇIKTILARIN NOTER TASDİKLİ KAGITLAR ÜZERİNE BASTIRILMIŞ OLMASI.  ARALARINDA BAŞKA BİR FARK YOK. YENİ ÇIKTILARIN *GERÇEĞE UYGUN OLDUĞU ÇOK AÇIK. ÇÜNKÜ ÖNCEDEN VERİLEN BEYANNAMELERDEKİ MATRAHLARLA UYUMLU*

    BU OLAYDA;

    1-  MÜKELEFİN MAL ALIŞ VE SATIŞ FATURALARI VAR.  MÜKELLEFİN BÜTÜN MAL ALIŞ VE FATURALARI YENİDEN ÇIKTISI ALINAN AMA NOTER TASDİĞİ OLMAYAN DEFTER KAYITLARINDA GÖZÜKÜYOR.

    2- MÜKELLEFİN KULLANDIĞI SAHTE MAL ALIŞ FATURALARI MÜKELLEFİN VERGİ DAİRESİNE TESLİM ETTİĞİ  FATURALAR İÇİNDE VAR.

    3- MÜKELLEFİN KULLANDIĞI SAHTE MAL ALIŞ FATURALARI 

    YENİDEN ÇIKTISI ALINAN AMA NOTER TASDİĞİ OLMAYAN DEFTER KAYITLARINDA GÖZÜKÜYOR.

    *4- MÜKELLEFİN 2017 YILINDA VERDİGİ BÜTÜN KDV , KURUMLAR, GEÇİCİ KURUMLAR, GELİR STOPAJ , MUNTASAR  BEYANNAMELERİYLE SONRADAN NOTER TASDİKİ OLMAYAN ÇIKTILARA İLİŞKİN KAYITLARLA UYUMLU. YANİ HUKUKA UYGUN*

    .YANİ OLAYDA  MÜKELLEFİN SADECE  İKİ TANE KUSURU VAR.

    *BİRİNCİ KUSURU:* 

     

    SADECE  ÜÇ  NAYLONCU FİRMADAN ALINAN 15 FATURANIN SAHTE OLDUĞU YÖNÜNDE TESPİT . YANİ SADECE 15 ADET SAHTE FATURA KULLANMASI

    (DİĞER FATURALARLA İLGİLİ OLUMSUZ BİR TESPİT YOK.)

    *İKİNCİ KUSURU*

    BİR DE SMM BİLGİSAYARINDAKİ MUHASEBE PROGRAMINDAN ALINAN CIKTILAR NOTER TASDİGİ OLMAYAN KAĞITLAR ÜZERİNE BASTIRILMIŞ.VE BU KAYITLAR 2017 YILINDA VERİLMİŞ BEYANNAMELERLE , YANİ MATRAHLARLA ÖRTÜŞÜYOR.YANİ BU ÇIKTI DEFTERLERDEKİ KAYITLAR GERÇEK, HUKUKA UYGUN KANITLAR.

    AMA VERGİ DAİRESİ, İBRAZ EDİLEN BİLGİSİYAR ÇIKTILARI NOTERCE TASDİK EDİLİMİŞ KAĞITLAR ÜZERİNE BASILMADIĞI GEREKÇESİYLE  , BU DEFTER KAYITLARINI GEÇERLİ  YASAL DEFTERLER OLARAK KABUL ETMİYOR. VE MÜKELLEFİN 2017 YILINDA BEYAN ETTİĞİ BÜTÜN KDV BEYANNAMELERİNDEKİ KDV İNDİRİMLERİNİ KABUL ETMEYEREK, 3 KAT CEZALI KDV TARHİYATI YAPIYOR.

    1- BU OLAYDA VERGİ DAİRESİ SADECE  15 ADET SAHTE FATURALAR İÇİN KDV İNDİRİMİLERUN REDDETMEK SURETİYLE 3 KAT CEZALI KDV TARHİYATI YAPMASI GEREKMEZ MİYDİ? 

    2-  SIRF İBRAZ EDİLEN DEFTERLERDE NOTER TASDİĞİ OLMADIĞI GEREKÇESİYLE  MÜKELLEFİN 2017 YILINDAKİ BÜTÜN MAL ALIŞ FATURALALARINDAKİ KDV İNDİRİMLERİ REDDEDİLEREK 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZALI TARHİYAT YAPILMASI HUKUKA UYGUN MU?

    . **DANIŞTAY DAVA DARELERİ DE VERGİ DAİRELERİ GİBİ DÜŞÜNÜYOR. YANİ NOTER TASDİĞİ OLMAYAN BU ÇIKTILARIN HANGİ ORTAMDA ÜRETİLDİĞİ BELLİ DEĞİL, GÜVENİRLİ DEĞİL GEREKÇESİYLE BU DEFTERLERE İTİBAR EDİLMİYOR.HALBUKİ DEFTERLERİN İÇERİĞİNİN DOĞRU OLDUĞU ÇOK AÇIK.*

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS,
      Ben olaya şöyle bakıyorum: Katma Değer Vergisi Kanununun 29’uncu maddesinde, bu verginin mükelleflerine tanınan indirim hakkı, koşullu bir haktır. Bu koşul; anılan maddede, mükellefin alım satımlarının belgelenmesi ve belgelerin de vergiyi doğuran olayın meydana geldiği takvim yılını aşmamak kaydıyla (7104 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki düzenleme) defterlere işlenmiş olmasıdır. Kuşkusuz, mükellefin indirilmesi gerekli katma değer vergisinin olduğu, belgelerine bakılarak anlaşılabilir niteliktedir. Ancak; Kanun koyucu, indirim hakkının tanınması için, alım-satımların belgelendirilmesini yeterli görmemekte; ayrıca, bu belgelerin kanuni defterlere belli süre içerisinde kaydedilmesi koşulunu da aramaktadır. Bunun nedeni, Kanunun yürürlüğe girdiği yıllarda, kayıt dışılığın yaygın olması (gerçi, bugün değişen birşey olmuş değil) ve, bu yüzden, belge ve kayıt düzeninin yerleştirilmesine ihtiyaç bulunmasıdır. Başka anlatımla; o tarihte Kanun koyucu, indirim hakkının kullanılmasını, belgelendirme yanında, belgelerin defterlere yazılması koşuluna bağlanması halinde, belge ve kayıt düzeninin tesis edileceğine inanmaktaydı. Bu yüzden de, indirim hakkından yararlanabilmenin ikinci koşulu olarak, belgelerin defterlere yazılmasını aramaktadır. İndirim hakkının kullanılmasını da, belgelerin defterlere yazıldığı dönemde tanımaktadır. Defterden kasıt, kuşkusuz, herhangi bir defter değildir. Kanuni defterlerdir. Kanuni defterden neyin kastedildiği de, Vergi Usul Kanununda yazılıdır: İsim olarak kanunda yazılı olan ve usulüne uygun olarak tasdik ettirilen defterler. İsim olarak kanunda yazılı olmayan ve, isim olarak kanunda yazılı olsa bile, usulüne uygun olarak tasdiki yapılmayan defterler (bilgisayar çıktıları da dahil), Kanunun, kayıt düzeninin tesisi için elverişli; indirim hakkının tanınması için de geçerli kabul ettiği defterler değildir. Eğer; mükellef indirim hakkından yararlanmak istiyorsa; kanunun bu koşullarına uymak zorundadır. Bu da, ancak, belgeleri kanuni defterlerine ve yararlanıldığı dönemde kaydedildiğinin kanıtlanmasıyla olur. Bu kanıtlama için ise, ancak, kanunun aradığı türde defterlerin, istenildiğinde, incelemeye ibrazı suretiyle mümkündür. Bu bakımdan; haklı bir neden olmaksızın, kanunun aradığı türde defterlerini incelemeye ibraz etmeyen mükellefin, belgelerini defterlerine zamanında kaybetmediği veya esasen, bu tür defterleri tutmadığı; dolayısıyla, indirim hakkından yararlanabilmek için gerekli ikinci koşulun yerine getirilmediği (aksinin ispatı, mükellefe ait karine) ve mükellefin indirim hakkı olmadığı kabul edilir. İndirim hakkı olmayan mükellefin, yararlandığı indirimlerin geri alınması ise, doğaldır. Bu itibarla; ben, sorunuzda somutlaşan davanın, bu nedenle ,reddi gerekeceğini düşünüyorum.
      Vergi ziyaı cezasına gelince: Daha önceki sorularınızla ilgili olarak söylediğim üzere; defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, vergi ziyaının sebebi değildir. Bu yüzden, salt tasdikli defterlerin (bilgisayar çıktılarının) ibraz edilmemesi sebep gösterilerek vergi ziyaı cezasının üç kat kesilmesi isabetsizdir. Olayda; vergi ziyaının bir bölümü, sahte fatura kullanmaktan; bir bölümü de, belgelerin kanuni defterlere kaydının yapılmamasından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla; vergi ziyanının sahte faturadan kaynaklanan kısmı için üç kat; diğer kısmı için ise, bir kat vergi ziyaı cezası kesilmesi doğru olur.

  16. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    213 SAYILI VERGİ USUL KANUNUN 8/ 2 MADDESİNDE ” VERGİ SORUMLUSU , VERGİNİN ÖDENMESİ BAKIMINDAN, ALACAKLI VERGİ DAİRESİNE KARŞI MUHATAP OLAN KİŞİDİR ” HÜKMÜNE YER VERİLMİŞ.

    BU HÜKÜMDE, VERGİ DAİRESİNE MUHATAP OLMA ŞARTI ARANMIŞ.

    BU HÜKME GÖRE, SERBEST MALİ MÜŞAVİRLER, YEMİNLİ MALİ MÜŞÜVİRLER VE GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ DE VERGİ SORUMLUSUMUDURLAR?

    YARGIDA, 8/2 DEKİ HÜKMÜN SADECE VERGİ TEVKİFATI YAPANLARI KAPSADIĞI DÜŞÜNCESİ HAKİMDİR.

    SMM, YMM VE GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİNİN 8/1 MADDESİNDEKİ VERGİ SORUMLUSU TANIMI İÇİNE KESİNLİKLE GİRMEDİĞİ İFADE EDİLMEKTEDİR.

    SİZİN BU KONUDAKİ GÖRÜŞÜNÜZÜ HUKUKİ GEREKÇELERİYLE BİRLİKTE ÖĞRENMEK İSTİYORUM.

    SAYGI VE SELAMLARIMLA.

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS, merhaba,
      Sorduğunuz soru hakkında kanun hükmünün açık olduğunu düşünüyorum. Kanun, ilişki türü ya da mesleki konum belirtmeksizin, verginin ödenmesinden VD’na muhatap olan kişiden söz ediyor. VD’ne muhatap olan ibaresi kullanılmasının nedeni,rücu vs gibi nedenlerle vergiyi, ödemeyi vergi dairesine ödeyenlere ödeme durumunda olanları ayırmaktır Bu bakımdan; herhangi bir kanunda, doğrudan veya asıl mükellefinden alınamaması sebebiyle verginin ödenmesinden sorumlu tutulan kişi varsa, o kişi 8/2 anlamında vergi sorumlusudur. Vergi tevkifatından sorumlu olanların diğer sorumlulardan farkı, vergiyi kendi adına belan etme zorunluluğunun bulunmasıdır. Uygulamada, vergi sorumlusu olarak, yalnızca, tevkifatla sorumlu olmasının nedeni de; sorumlunun tanımının, uygulamada ve öğretide, vergiyi kendi adına, başkasının hesabına ödeyen kişi olarak tanımlanmasıdır. Bu tanıma uyan, yalnızca, tevkifat yapmak zorunda olan sorumlulardır. Bunlar, diğer sorumlulardan farklı olarak, kestikleri vergiyi, kendi adlarına beyan etmek durumunda olan sorumlulardır.Ancak; baştada söylemiş olduğumuz gibi, kanun, vergi dairesine muhatap olma şekli veya zamanı ile sorumlunun yerine getirmek zorunda olduğu ödevler konusunda, herhangi bir ayırım ya da belirleme yapmaksızın, verginin ödenmesinden vergi dairesine muhatap olmaktan söz ediyor. Kanunlarda, verginin ödenmesinden VD’sine muhataplık, “verginin ödenmesinden sorumludurlar” “vergi… ‘den alınır” vs gibi ibarelerle ifade ediliyor. Yani; kanunlarda, kim bu tür ibarelerle verginin ödenmesinden sorumlu tutulmuşsa, o 8/2 anlamında vergi sorumlusudur.Kanunlarda verginin nereye ödeneceği bellidir. Çoğu kere de, söylediğim ibarelerle birlikte, “vergi dairesine ödemekle” gibi ibareler de kullanılarak muhataplık ilişkisi de gösterilir. Tevkifatla sorumlu olanlar, verginin ödenmesinden VD’ne muhatap kılınanlardan yalnızca bir tanesidir. Sorumlu denilince bunların anlaşılmasının bir nedeni de, bu tür sorumluluğun diğerlerine nazaran yaygın ve günlük yaşamda karşılaşılabilir olmasıdır. Ayrıca; YMM’lik gibi günümüzde önem kazanan diğer sorumluluk türlerinin sonradan getirilmiş olmasının ve kanuni temsilcilere başvurunun, 3505 sayılı kanundan önce, oldukça zor koşullara bağlanmış olması yüzünden, çok kullanılan bir yol olmamasının da, bunda, etkisi vardır.
      Ben böyle düyünmekteyim.

      • VERGİ SORUMLUSU VUK DA TANIMLANMIŞ.

        AMA GÜMRÜK VERGİSİ KANUNUN VUK LA BİR İLGİSİ YOK.

        BUNA GÖRE, GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ DE VERGİ SORUMLUSU OLUYORLAR MI?

  17. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    VERGİ SORUMLUSU VUK m 8/2 DE TANIMLANMIŞ.

    AMA GÜMRÜK VERGİSİ KANUNUN VUK NUN 8/2 MADDESİYLE BİR İLGİSİ YOK.

    BUNA GÖRE, GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ DE VERGİ SORUMLUSU MU YOKSA DEĞİLLER Mİ?

    BU HUKUKİ SORUNU HANGİ KANUNUN HÜKMÜNE GÖRE ÇÖZÜMLEMEMİZ GEREKİYOR?

    GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİNİN 6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİ UYARINCA VERGİ SORUMLUSU OLUP OLMADIKLARINI VUK NUN 8/2 MADDESİNE GÖRE BELİRLEMEMİZ HUKUKEN MÜMKÜN MÜ? UYGUN MU?

    (EĞER GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ DE 6183 m 3 UYARINCA VERGİ SORUMLUSUDUR DERSEK, ŞARTLARI VARSA GÜMRÜK VERGİLERİNDEN ÖTÜRÜ MÜTESELSİL SORUMLULUK YA DA İŞTİRAK HÜKÜMLERİ UYARINCA GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ ADINA DA İHTİYATİ HACİZ İŞLEMİ TESİS EDİLEBİLECEK DEMEKİR.)

    SAYGI VE SELAMLARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • candant said:

      Gümrük Müşavirlerinin sorumluluklarının hukuki niteliğinin VUK’na göre belirlenmesi mümkün değildir. Bu konuda 4458 sayılı Kanunun doğrudan veya dolaylı temsil hükümleri ile gümrük yükümlülüğüne ilişkin hükümleri uygulanır. 6183 sayılı Kanunun sorumlulukla ilgili düzenlemelerinin gümrük müşavirleri bakımından bu hükümler göz önünde bulundurularak uygulanması gerekir.

  18. SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA

    KONU: İŞTİRAK VERGİ ZİYAI CEZASI – KESİNLEŞME ŞARTI

    DANIŞTAY KARARLARINA GÖRE , BİR MÜKELLEFE 3 KAT VERGİ ZİYAI CEZALI TARHİYAT YAPILDIĞINDA , İŞTİRAKÇİYE İŞTİRAK FİİLİ NEDENİYLE 1 KAT VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLEBİLMESİ İÇİN, ASIL MÜKELLEF ADINA YAPILAN CEZALI TARHİYATIN KESİNLEŞMESİ GEREKİYOR.

    ANCAK AYNI KAÇAKÇILIK FİİLLERİYLE İLGİLİ OLARAK ASLİYE CEZA MAHKEMESİNCE YAPILAN YARGILAMADA İSE ASIL FAİL- SANIK İLE İŞTİRAKÇİLER BİRLİKTE YARGILANIYOR.YANİ CEZA MAHKEMELERİNDE ” KESİNLEŞME ŞARTI ” GİBİ BİR ÖLÇÜT KULLANILMIYOR. CEZA MAHKEMELERİ ASIL FAİL- SANIKLA, İŞTİRAKÇİLER ADINA AYNI ANDA HÜKÜM VERİYOR.

    DANIŞTAY KARARLARINA GÖRE İSE KESİNLEŞMEDEN SONRA İŞTİRAKÇİ ADINA VERGİ ZİYAI CEZASI KESİLMESİ GEREKİYOR.

    VERGİ YASALARINDE BÖYLE BİR ŞARTA İLİŞKİN HÜKÜM YOK. KESİNLEŞME ŞARTI SADECE İÇTİHATLA GETİRİLMİŞ BİR KURAL.

    DANIŞAYIN KESİNLEŞME ŞARTINA YÖNELİK İÇTİHADINA KATILIYORMUSUNUZ?

    SAYGILARIMLA

    MEHMET FATİH ERCİYAS

    • candant said:

      Sayın ERCİYAS, merhaba,
      Söylediğinizde haklısınız. Vergi Usul Kanununun 344’üncü maddesinde vergi ziyaı kabahatına iştirak edene vergi ziyaı cezası kesilebilmesi için, mükellefe kesilen cezanın kesinleşmesi gibi bir koşul mevcut değil. Kanun koyucu öyle düşünmüş olsaydı; bunu, tekerrür zammında olduğu gibi, açıkça söylerdi. İçtihadın böyle bir koşul aramasının nedeni, sanırım, mükellefe ve onun fiiline iştirak edene aynı anda ceza kesilir de; mükellef dava açar, iştirakçi açmazsa ve mükellefin açtığı dava lehine sonuçlanırsa, iştirak ettiği ileri sürülen kişi haksız vergi cezasına maruz kalır endişesi. Bu endişe, bir bakıma doğru; ancak, giderilemeyecek türden değil. Zira; asıl faile verilen cezanın ortadan kalması durumunda, iştirakçiye kesilen ceza, vergi hatası (cezalandırma hatası) ile muallel hale gelir. Böyle bir durumda; vergi dairesinin, bu hatayı, kendiliğinden veya ilgilinin başvurusu üzerine düzeltmesi gerekir. Düzeltmediği takdirde, şikayet ve dava yolu açık olduğuna göre, ilgili bu yollara başvurarak, cezanın kaldırılmasını sağlayabilir. Kuşkusuz; Danıştay’da bunun böyle olacağını biliyor. Danıştay, kimi zaman, ileride başka bir dava ile düzeltilmesi gereken bir hatayı, işi uzatmamak ve yeni bir davaya yol açmamak için, önüne gelen dava dolayısıyla da düzeltme yoluna gidebiliyor. Örneğin; açık vergi hatasının (mükellefte yanılma gibi) ödeme emri aşamasında dikkate alınması yolunda verilen kararlarda olduğu gibi. Bu içtihad da, Danıştay’ın o tür davranışlarından biri olmalı. Kuşkusuz, bu, pragmatik davranış, ama, kimi zaman oluyor. Benim, kişisel görüşüm, vergi ziyaı kabahatine iştirak edene de, mükellefle birlikte vergi ziyaı cezası verilmesine herhangi bir yasal engel olmadığı yolunda.

  19. Ebru Özen Acar said:

    Makalelerinize güncel olarak ulaşmak için ne yapmalıyım.
    Bugün değerli konut vergisi ile ilgili iki makale yayınladığınızı meslektaşımdan öğrendim. Ancak internete ve bu siteden ulaşamıyorum.
    Teşekkür ederim.

    • candant said:

      Sayın ACAR, makalelerim, başka bir yerde yayımlanmıyor; burada yayımlanıyor. Siteyi takip ederseniz, makale yayımlandığı bilgisi size ulaşır. İyi akşamlar.

Mehmet Fatih ERCİYAS için bir cevap yazın Cevabı iptal et