Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, 22.7.2016 gününde, iki milletvekilinin imzası ile sunulan kanun teklifi kabul edilmiş olup; Cumhurbaşkanınca onaylandıktan sonra Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi beklenmektedir. Yasalaşan teklifin adı, “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun teklifi” olmakla birlikte, basındaki adı “Vergi affı”. Meslek yaşamının yaklaşık otuz yılını vergi uyuşmazlıklarının çözümüyle uğraşmakla geçirmiş birisi olarak, ben, vergi aflarından hiç hoşlanmadım. Bu tür düzenlemelerin, vatandaş olmanın olmazsa olmaz koşulu olan, vergi ödevini eksiksiz yerine getiren vergi mükellefleri yönünden eşitsizlik yaratan haksız bir uygulama olduğunu düşündüm. Dahası, bu otuz yıllık zaman diliminde saymaktan vazgeçtiğim onca vergi affı düzenlemesinin vergi kayıp ve kaçağına çözüm olmadığını; aksine, sonraki zaman dilimi içerisinde yarattığı af beklentisi sebebiyle, bu kayıp ve kaçağını daha da artırdığını gördüm. Kuşkusuz, vergi idarelerinin hukuk dışı işlemlerinden kaynaklanan vergi uyuşmazlıklarının bitirilmesi ve hukuksuz vergilendirme işlemlerinin hukuk düzeninden kaldırılması bakımından, bu tür düzenlemelerin yararlarının olmadığı da söylenemez. Ancak; bu yararın sağlanmasının doğal yolu, hukuk sistemimizde, vergi idarelerinin hukuka aykırı işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlık sayısı bahane edilerek, vergi ödevlerini gereği gibi yerine getirmeyenlerin kayrılması ve korunması, hatta ödüllendirilmesi anlamına gelebilecek uygulamalar değil; yargı yerlerinin vereceği kararlardır. Anayasal Sistemimizde, kamu idaresinin hukuka aykırı işlemlerinin hukuk düzeninden kaldırılması (hukuka uygunluğunun denetimi) görevi, idari yargı yerlerine aittir. İdari Yargı yerleri, idarenin işlemlerinden hukuka aykırı olanlarla öyle olmayanları birbirinden ayırma bilgi, beceri ve deneyimine sahiptir. Oysa; Yasama Organının, uyuşmazlıkları bitirmek gibi bir gerekçeyle yapacağı vergi affı düzenlemeleri, hukuka aykırı vergilendirme işlemleri ile hukuka uygun olanların aynı kefeye konulması; af düzenlemelerinden, haklı olanlardan çok haksız olanların yararlanması; hatta, kanunlara uygun davranan dürüst mükelleflerin kendilerini sorgulamaları sonucunu yaratır.
Öte yandan; Devletin zamanında tahsil edemediği kesinleşmiş alacaklarını tahsil edebilmesinin yolu, alacağının bir kısmından vazgeçerek, kamu borçlusuyla uzlaşmak değildir. Devlete, alacaklarını tahsil edebilmesi için 6183 sayılı Kamu Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, olağanüstü yetkiler tanımıştır. Bu yetkiler kullanılarak gereğinin yapılması, kamu alacaklarının tahsiliyle görevli idareler için yasal zorunluluktur. Meslek yaşamım boyunca, özellikle kesinleşmiş alacakları için, Devletin, yasal zorunluluğun gereğini yerine getirerek, bunları tahsil etmek yerine kısmen veya tamamen affetme yoluna gitmesinin nedenini bir türlü anlayamamışımdır. Eğer, tahsil edilemeyen kesinleşmiş alacakların tahakkukunda ölçüsüz davranıldığı; kamu borçlularına bu borçları dolayısıyla adalete uymayan yük getirildiği düşünülüyorsa; aynı durum, borçlarını ödemeyen kamu borçlularıyla aynı koşullarda devlete borçlanan ve borcunu zamanında ödeyen kamu borçluları için de söz konusu değil midir? Onların da, düşünülmesi gerekmez mi? Kanun önünde eşitlik ilkesi, bunu gerektirmez mi?[1]
Bu bakımdan; kanun önünde eşitliğin esas olduğu hukuk devletinde vergi affına gerek görülüyorsa; bunun sonucu, vergisini zamanında tarh ve tahakkuk ettirmeyen ya da ödemeyen mükelleflere sağlanan yarar miktarı kadar bir yararın, vergi ödevlerini zamanında ve gereği gibi yerine getirenlere de sağlanması olmalıdır. Bu yapılmadıkça ya da af uygulamalarından vazgeçilmedikçe, vergi kanunları önünde vergi mükelleflerinin eşitliği sağlanamayacağı gibi; vergi kaçağının önlenmesinin de, mümkün olamayacağını düşünüyorum.
[1] Not: Eşitlik için aranan aynı statüde veya aynı durumda olmayı, borcunu vadesinde ödemeyen kamu borçlusu olmak olarak alırsanız, tabii ki, gerektirmez. Zira; vergisini vadesinde ödeyeni bu statüye sokamazsınız. Ancak; bize göre, vergi affı kanunları önünde eşitlik için, vergi mükellefi olmak yeterlidir.