Temmuz ayının 15’inci gününü 16’ncı gününe bağlayan kanlı geceyi tüm Ülke dehşet içerisinde geçirdi. Yıllardır, ulusumuzun göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine sızdırılan ve yerleştirilen bir gurup rütbeli zevat, ellerindeki teknolojik olanaklarla, sonsuza kadar laik bir hukuk devleti olarak varlığını sürdüreceğine inandığımız Cumhuriyetimize karşı ayaklandı. O gece olanları, uçak, helikopter ve patlama seslerinin yarattığı dehşet ortamı içerisinde endişe ile ekranlara sabitlenmiş şekilde izledik. Çok şükür ki; darbeci güruhun bu sonuçları kanlı ihaneti, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyete ve ilkelerine bağlı güçleri ile diğer güvenlik güçlerinin ve, darbeciler tarafından Ulu Önder Atatürk’e ve O’nun Gençliğe Hitabesinde kullandığı ifadelere gönderme yapılarak hazırlanıp TRT ekranlarından duyurulan aldatıcı bildiriye kanmayan, demokrasiye ve hukuk devletine bağlı halk guruplarının canları pahasına gösterdikleri çabalar sonucunda bastırıldı.
Bu kanlı girişimin yakalanan ve yakalanacak olan failleri ve her alandaki işbirlikçileri, kuşkusuz, yargılanarak, hakkettikleri cezalara çarptırılacaklardır. Hukukun üstünlüğüne inanmış ve mesleki yaşamını bu inanca göre biçimlendirmiş biri olarak; bu yargılamanın ve cezalandırmanın, cadı avına dönüştürülmeden, kurunun yanında yaşı da yakmadan, geçmişte yaşanan benzer olaylarda toplumumuzu ayrıştıran, kin ve nefret tohumlarının yeşererek kök salmasına neden olan örneklerinden de ders alınarak, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde adil bir biçimde yapılacağını umuyorum. Hukuk devleti olmanın ana özelliği, hukuku çiğneyenlerin de sırası geldiğinde, çiğnediği hukuk kurallarının korumasından yararlanmasıdır. Kin gütmek, hukuk devletinin ilkelerinden değildir. Hukuk devleti, “Sen benim canıma okudun; ben de senin canına ot tıkayacağım” demez; adalet terazisinin ibresinin hassasiyetine özen gösterir. Hak edene hakkettiğini verir; kurunun yanında yaşı da yakmaz. Cumhuriyete kastedenleri, tankları kendi halkının üzerine sürenleri, kan döküp can alanları ve onların işbirlikçilerini, en şedit biçimde cezalandırır; ama, bu cezalandırma, adil bir yargılamanın eseri olur. Şimdi, Dünya standartlarında bir hukuk devleti gibi davranmanın; darbe girişimi mağduru bir ülkede de hukukun üstünlüğünün, mutlak surette, geçerli olabileceğini göstermenin tam zamanıdır. Evet, darbe girişiminin failleri ve işbirlikçileri cezalandırılmalıdır. Evet, kırk yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerine, yargıya ve kamunun her alanına sızdırılan ve yerleştirilen yasa dışı örgüt mensupları bu alanlardan temizlenmelidir. Ben ve meslektaşlarım, darbeci yasadışı örgüt mensuplarının, 1990 ve sonrasında yargıya nasıl alındıklarının; özellikle de, 2010 Anayasa Referandumundan sonraki tarihlerde, gelecek vadeden, birikimli, deneyimli ve hukuktan başka bağlılığı olmayan çok sayıda yargıcın geleceği karartılarak, Yüksek Yargıya ve yargının köşe başlarına nasıl yerleştirildiklerinin tanığıyız. Meslektaşlarım, bunların, “Aslan avına acır mı?” gibi söylemlerle, av olarak görüp geleceğini kararttıkları yargıçlara reva gördükleri uygulamaların da tanığıdır. 2007 – 2014 yılları arasında Silivri’de yaşanan hukuksuzluklar, tüm bu sızdırmalar ve yerleştirmelerin ürünüdür. Ama; dediğim gibi, kin gütmenin değil, Dünya standartlarına uygun bir hukuk devleti gibi davranmanın zamanıdır. Tutuklamalarda, soruşturma ve yargılamalarda, görevden alma ve disiplin uygulamalarında, evrensel hukuk kurallarının gereklerine uygun davranılmalıdır. Böyle davranmanın, darbeciler ve onların işbirlikçileri ile mücadeleye bir zararının olamayacağı; ancak böyle davranarak, kurunun yanında yaşın da yanmasının önlenebileceği bilinmelidir. Dahası; yabancı basında, benzer her fırsatta, 1960’dan başlayarak yaşanan askeri müdahalelerle gündeme gelen Ülkemize, Uluslararası Toplumda, olağanüstü itibar kazandıracağı da unutulmamalıdır.
Hukuk devletinde kimsenin, gerekçesi ne olursa olsun, suç işleme ayrıcalığı yoktur. Cumhuriyete kasteden darbe girişimine direnmek ayrı şeydir; bunu fırsat bilerek, suç işlemek ayrı şeydir. Suç işleyenin, o sırada darbe girişimine direniyor olması, işlediği suçun hoş görülmesini ve cezasız kalmasını sağlayamaz. O meş’um gece, üstlerinden aldıkları emirle, ne yaptıklarının farkında dahi olmadan, Boğaziçi (Atatürk) Köprüsünü tanklarla tutan, ancak halkın direnişiyle karşılaşmaları üzerine, gerçeği görüp, ellerindeki silahları kullanmak yerine, kendilerini halka emanet etmeyi tercih ederek teslim olan Mehmetçiklere yapılan kötü muameleyi, içimiz sızlayarak, basından izledik. Hukuk devleti, kınalı kuzularımız, gözbebeğimiz, onur kaynağımız Mehmetçiklerimize, yüreğimizi dağlayan işkenceleri reva görenleri de yargılayarak, hukuk kuralları çerçevesinde hakkettikleri cezalara çarptırmalıdır. O Mehmetçikler ki; sevk zamanlarında, analarının bir gece önce ellerine yaktığı kınalarla, davul zurna eşliğinde, arkadaşlarının “En Büyük Asker Bizim Asker” nidalarıyla, toplu ulaşım araçlarına bindirilip; düğün bayram havasında kıtalara gönderilen Vatan bekçileridir. O Mehmetçikler ki; Birinci Dünya Savaşı sırasında, Yemen’de, Medine Kuşatmasında, Kafkasya’da, Galiçya’da, Çanakkale’de; Kurtuluş Savaşı sırasında, İnönü’de, Sakarya’da, Kocatepe’de, Dumlupınar’da adının hakkını vererek destanlar yazan kahramanlardır. O Mehmetçikler ki; otuz yıldır PKK belasının amacına ulaşmasını kanıyla canıyla önleyen; düğün bayram havasında gönderildiği kıtasından kutsal al bayrağımıza sarılı, omuzlar üzerinde dönen, toprağa düşmüş vatan evladıdır. O Mehmetçikler ki; üstlerinin hain emirlerine karşın korunması için kendilerine emanet edilen halkına karşı ellerindeki silahları kullanmak yerine, kendilerini halkına emanet etmeyi tercih eden, vatan ve millet sevdalılarıdır. Bu evlatlarımıza elinde kemer insafsızca vuranlar, cesedinin başında oturup bozkurt işareti yaparak fotoğraf çektirenler, basında okuduğumuz işkenceleri reva görenler, demokrasi ve özgürlük sevdalısı olamaz; insan hiç olamaz. Olsa olsa; haince yapılan darbe girişimine direnen demokrasi ve özgürlük yanlısı halkımızın arasına karışan, kahraman Mehmetçiğin düşmanı, her türlü insanlık duygu ve değerinden yoksun fırsatçılardır. Bu yüzden; yakalanıp, hukuk kuralları çerçevesinde yapılacak adil bir yargılamayla cezalandırılmaları şarttır.
Hain darbe girişiminin yakalanan ve yakalanacak failleri ile her alandaki işbirlikçilerinin hukuk çerçevesinde yargılanacaklarını söyledik. Nitekim; daha o meş’um gecenin sabahında, başta Türk Silahlı Kuvvetleri ile Adli ve İdari Yargı olmak üzere kamunun tüm alanlarında, darbe girişimini planladığı söylenen FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) ye üye olduğu veya bu örgütle ilişkisi bulunduğu ileri sürülen asker ve sivil kamu görevlileri ile her kademedeki yargıç ve savcılar hakkında gerekli işlemler yapılmaya başlanılmış olup, devam etmektedir.
Bu bağlamda; İdari Yargı ile ilgili olarak, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) sitesinde, 2016 yılı çalışmaya ara verme süresi (adli tatil) hakkında, ilki darbeye karışmamış hakim ve savcıların yanında, yargı yerleriyle işi olan kişileri de ilgilendirebilecek sonuçları olan iki karar yayınlandı. 16 Temmuz 2016 gününde yayımlanan; ancak tarih ve sayısı olmayan ilk karar, HSYK Genel Sekreteri Hakim Bilgin BAŞARAN imzasını taşımaktadır. İkinci karar ise, 19 Temmuz 2016 tarihlidir ve HSYK Birinci Dairesince verilmiştir. İlk karar, izinde bulunan ilk derece hakim ve savcılarının izinlerinin iptali ile 2016 yılı yıllık ara verme işlemlerinin iptaline; ikinci karar ise (idari yargı ile ilgili olanı), bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinin hakimlerinin tümünün nöbetçi bırakılmaları ile ilgilidir[1]. Bu kararlar dolayısıyla, hak arama yollarına ilişkin sürelerinin son günü çalışmaya ara verme zamanına rastlayanlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 8’inci maddesinde öngörülen haktan yararlanıp yararlanamayacakları konusunda tereddütler yaşamaktadırlar.
16 Temmuz 2016 gününde yayımlanan ilk karar aynen, “Ülkemizde yaşanan son olaylar nedeniyle; 1- Yıllık izinli bulunan veya yıllık izin gönderilen tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarının yıllık izin onayları iptal edilmiş olup, izinli bulunan tüm hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının izinlerini keserek derhal görevlerine başlamalarına, 2- İlk derece mahkemelerinde 2016 Yılı Yıllık Ara Verme döneminde yıllık ara vermeden yararlanacağı bildirilen tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarının yıllık ara verme işleminin iptaline karar verilmiştir. Bilgi ve gereğini rica ederim.” şeklindedir.
Görüldüğü üzere; Karar, adli – idari tüm hakim ve savcıları ilgilendirmekte ve ilk maddesinde çalışmaya ara verme zamanında – adli tatilde nöbetçi olacakları için yıllık izinlerini önceden kullanan hakim ve savcıların yıllık izinlerinin iptalini öngörmektedir. Karar, ikinci maddesinde ise, (adli – idari) ilk derece mahkemelerinde 2016 yılı yıllık ara vereme döneminde ara veremeden yararlanacağı bildirilen tüm hakim ve Cumhuriyet savcılarının yıllık ara verme işleminin iptal edildiğini söylemektedir.
İlk derece idari yargıçlar yönünden yıllık ara verme dönemi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 61’inci maddesinde, “Çalışmaya ara verme” başlığıyla düzenlenmiştir. Maddenin kararın yayımlandığı tarihteki şekli, “1. (Değişik: 6494 s.K./18) Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuzbir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.
- Ara verme süresi içinde; bölge idare mahkemesi başkanın önerisi üzerine, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, her bölge idare mahkemesi merkezinde idare ve vergi mahkemesi başkan ve üyeleri arasından görevlendirilecek üç (6728 sayılı Kanunun 14’üncü maddesi ile yapılan değişikliğe göre, ’yeteri kadar’ ” hakimin katıldığı bir nöbetçi mahkeme kurulur. Nöbetçi kalanlardan en kıdemli başkan, yoksa en kıdemli üye nöbetçi mahkemenin başkanlığını yapar.
- (Değişik: 18.6.1994-4001/27) Çalışmaya ara vermeden yararlanamayanlar ve nöbetçi kalanların yıllık izin hakları saklıdır.” düzenlemesini içermektedir.
Düzenlemeden anlaşılacağı üzere; maddede, HSYK’ya verilen yetki, yalnızca, üç (yeteri kadar – 6728 sayılı Kanun md.14)) hakimin katılacağı nöbetçi mahkemenin kurulmasından ibarettir. Kanun, çalışmaya ara verme süresini ve bu sürenin başlama ve bitiş tarihlerini, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda Devlet memurları için öngörülen yıllık izin hakkının kullanılışından farklı olarak, bizzat, kendisi belirlemiştir. Kanuna göre, nöbetçi mahkeme başkan ve üyeleri dışındaki idari hakimler, çalışmaya ara vermeden yararlanma hakkına sahiptirler; hatta, ilk fıkradaki ifadeye göre zorunludurlar. Bunların, çalışmaya ara verme süresinin başlamasına karşın, göreve devam edip, davalara bakma ve karar verme yetkileri yoktur. Maddede, ne Kurul’a ne de başka bir mercie, çalışmaya ara verme zamanının başlangıcının ve süresinin belirlenmesi, başlatılıp başlatılmaması konularında verilmiş bir yetki de bulunmamaktadır.
Bu bakımdan; HSYK’nın hangi kurulu tarafından hangi tarih ve sayı ile verildiği belli olmayan bu kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda ve diğer kanunlarda, son gününün çalışmaya ara verme zamana rastlaması halinde Eylül ayının ilk gününden itibaren yedi gün uzayacağı belirtilen süreler üzerinde bir etkisinin olması mümkün değildir. Dolayısıyla; 2577 sayılı Kanunda yazılı sürelerinin son günü çalışmaya ara verme zamanına rastlayanlar, Kanunun 8’inci maddesinde tanınan haktan yararlanmaya devam edeceklerdir.
[1] HSYK Birinci Dairesi, daha sonra, 6728 sayılı Kanunun yayımlanmasından sonra almış olduğu, 26.7.2016 gün ve 1299 sayılı kararla, 2016 yılı çalışmaya ara verme zamanı nöbet esaslarını yeniden belirlemiştir.