Biliyorum, “Dünya Kadınlar Günü”nü, buradan kutlamakta geciktim. Ama, hiç kutlamadım değil. İletilerle ulaşabildiğim kadın dostlarımın bu özel günlerini, hayırlara vesile olması dileğiyle kutladım. Bugün, eşim bana ileti ile bir yazı gönderdi. Nereden eline geçmiş bilmiyorum. Yazı, Amerika Birleşik Devletlerinin Şikago kentinde yaşamını sürdüren, Sayın Hande ÖZDİNLER tarafından kaleme alınmış. Yazıda söz edildiğine göre; Sayın ÖZDİNLER, ünlü bir genetikçiymiş. Bugüne kadar kendisinden bilgi sahibi olmadığıma utandım. Kendisinden özür diliyorum.
Yazıda, Sayın ÖZDİNLER, geçen Ağustos ayında kaybettiği annesinden söz ediyor. O’na göre, annesi vefat etmiş, ama ölmemiş. Daha doğrusu, kendisinde yaşıyormuş. Neden mi diyeceksiniz? Sayın ÖZDİNLER’in verdiği bilgiye göre, insanda, mitokondri denilen bir DNA varmış. Karmaşık yapıda olan bu DNA’nın kendisine özgü DNA’sı, kişiliği ve proteinleri; çalışma prensipleri ve mekanizması da varmış. Bir ömür boyu insana gerekli olan enerjiyi üreten; yani, bir tür enerji santralı olan bu DNA, çocuğa, babadan değil, anneden geçiyormuş. Harcanan her enerji, annenin çocuğa verdiği mitokondriden geliyormuş; yani, vefat etmiş olsa bile, anne, enerjisini çocuğuna vermeye devam ediyormuş. Bu yüzden; Sayın ÖZDİNLER, “Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı…” diyor.
Ne ilginç ve de ne aptalca değil mi? Biz erkekler, yaşamın kaynağının biz olduğunu sanıyorduk. Bunu da, hem övünç vesilesi yapıyor; hem de, kadınlara üstünlük taslamak, onları hakir görmek için kullanıyorduk. Doğrusu, karizmamız fena halde çizildi. İlginç ve hayret verici olan başka bir şey de; mitokondriden haberdar olmayan (yoksa haberdarlar mıydı?) mitolojik çağ insanının, kadının yaşamın kaynağı olduğunu bilmesi. Sümerlerde, Tanrı’nın kadın olması, sonraki uygarlıklarda, İşdar, Kibele gibi kadın bereket tanrılarının (tanrıcalarının) olması, hep, yaşamın kaynağının kadın olduğunun o tarihten beri biliniyor olmasını göstermiyor mu? O çağlarda, öyle. Ama, bu çağda, her türlü teknik altyapıya ve bilgi edinme olanaklarına karşın; erkeklerin, hala kendilerini, “bulunmaz Bursa kumaşı” sanmaları ve kaba güçlerine güvenerek, kadınlara tahakkümde bulunmaları, anlaşılır gibi değildir. Ha!.. Şunu hiç demesinler: “Bizin spermimiz olmasa, kadının yumurtası neye yarar?..”. Yanıtım çok basit; “Unutmayın ki, sizin de bir ‘Doli’nizin olacağı zaman çok uzak değil. O zaman, size de, sperminize de ihtiyaç kalmayabilir”.
Şimdi; kadınlar, kalkıp, “Ne bir günü, yılın bir günü hariç tüm günleri bizim; kalan bir gün de erkeklerin.” deseler, haksız mı olurlar? Bana göre, olmazlar. Gelin orta yol bulalım.Yılın bir gününü de “Dünya Erkekler Günü” yapalım. Böylece, geriye kalan 363 gün de, hem kadınların, hem de erkeklerin ortak günleri olur. Dahası, kadın – erkek eşitliğini pekiştirmiş de oluruz.
Yaşamın kaynağı olmaya devam eden tüm Dünya kadınlarının kadınlar gününü, hayırlara vesile, aydınlık günlere de haberci olması dileğiyle kutluyorum.