AÇIKLAMA: Aşağıdaki soru, bana, sitenin soru/cevap bölümünde, Sayın Mustafa Kemal BULUT tarafından sorulmuştur. Benzer sorular, başka ortamlarda da yöneltildiğinden, Sayın BULUT’un da onayını alarak, soruyu ve yanıtını, sitenin bu sayfasında yayımlamayı uygun buldum.
SORU : Sayın Turgut Bey selamlar,
Aşağıdaki konuda değerli yorumlarınızı merak ediyorum.
Gümrük Müdürlükleri tarafından tesis edilen ek tahakkuk ve para cezası işlemlerine vaki itirazın Bölge Müdürlüklerince reddedilmesi üzerine yükümlülerce işlemin iptali için açılan davalarda husumet kime yöneltilmek suretiyle dava açılması sizce en uygunudur?
Diğer bir deyişle bu tür davalar, gümrük müdürlükleri mi, bölge müdürlükleri mi yoksa Ticaret Bakanlığı davalı idare gösterilerek açılmalı? Bu davalarda gümrük müdürlüklerinin ya da bölge müdürlüklerinin davaların takip ve temsiline ilişkin yetki devri olduğunu biliyoruz ancak bu idarelerin davalarda taraf olma ehliyetleri var mıdır?
Konu ile ilgili değerli görüşlerinizi uygun zamanınızda alabilirsem çok sevinirim.
Saygılarımla,
YANIT :
Sayın BULUT, Merhaba,
Bir davanın (davacısı/davalısı olarak) tarafı olmak, bir yetki sorunu değil, taraf olma ehliyeti ile kazanılan bir nitelik sorunudur. Biz, buna taraf olma ehliyeti diyoruz. Bu ehliyet ise; öncelikle, kişilikle (gerçek ya da tüzel kişi olmakla) kazanılır (objektif ehliyet).
Taraf olma ehliyeti, ehliyetli kişiye, yargılama süresince kullanabileceği çok sayıda yetkiler sağlar. Dava açma, dava dilekçesine cevap verme, duruşma yapılmasını isteme, dava üzerinde tasarruf yetkisi gibi yetkiler, bu yetkilerin başlıcalarıdır. Ehliyetli kişi, bu yetkilerini, bizzat, kullanabileceği gibi, vekili/temsilcisi vasıtasıyla da kullanabilir. Bunun için, usulüne uygun olarak verilmiş bir takip yetkisinin bulunması gereklidir. Siz, buna, davayı takip yetkisinin temsilciye/vekile devri de diyebilirsiniz. Ancak; bu devir işleminde, temsilci/vekil, davayı kendi adına değil, temsil ettiği/vekili olduğu kişi/taraf adına takip eder. Başka deyişle; bu devir işlemi, davanın tarafı olma ehliyetinin de devri/davanın tarafının değişmesi sonucunu yaratmaz/yaratamaz. Örneğin; bir şirketin, yönetim kurulu üyelerinden birine, kendisinin açtığı ya da kendisine karşı açılan davalarda şirketi temsil yetkisi vermesi durumunda, davada, şirketin yerine davacı ya da davalı konumunda bu yönetim kurulu üyesinin yer alamaması gibi. Ya da, avukatla takip edilen davalarda, avukatın tevkil ettiği kişinin yerine davanın davacısı veya davalısı olamaması gibi.
Bu, davanın her iki tarafı için de geçerli bir durumdur. Taraflar, davadaki taraf konumlarını, yasada öngörülen kimi durumlar dışında, iradi bir tasarrufla, başkasına devredemezler. Örneğin; taraf şirketin, başka bir şirkete devri, iki idarenin birleşmesi, gerçek kişi olan tarafın ölümü gibi. Böyle durumlar dışında, davanın taraflarından biri, bir üçüncü kişiye yetki vererek, “Gel, benim yerime, sen davacı/davalı ol” diyemez. Dese de, bunun, hukuki herhangi bir değeri olmaz. Ancak; koşullarına uymak suretiyle, şunu söyleyebilir: “Gel, davayı benim adıma sen takip et”.
Görüldüğü üzere; bir davanın tarafı olabilme niteliği ile bu davada tarafların kullanabileceği yetkiler farklı şeylerdir. Taraf olma niteliği, fiil ehliyetine de sahip olma koşuluyla, zorunlu olarak, bu yetkileri kullanmayı da içerir. Ancak; bu yetkilerin ilişkin olduğu yargısal işlemleri yapabilmek, tek başına, taraf olma niteliğini getirmez. Bunun için, yargısal işlemleri yapanın, bu işlemleri kendi adına yapıyor olması gereklidir. Başkası adına yargısal işlemleri yapabilme yetkisini kullanan kişi, ya temsilcidir ya da vekildir.
İdari Yargı, kamu idaresinin kamu hukuku alanındaki faaliyetlerinin hukuka uygunluğunu yargısal yöntemlerle denetlemek amacıyla var olan yargı düzenine verilen addır. Bu nedenle de; idari davanın davalısı, değişmez biçimde, idari nitelikteki faaliyetlerinin hukuka uygunluğu denetlenen kamu idaresidir. Bu kamu idaresinin hangisi olacağı ise, İdare Hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenir. Bu ilke ve kurallara göre; bir kamu idaresinin bir idari davada davalı konumunda bulunabilmesi için, idari faaliyette bulunan (idari işlem ya da eylemi yapan) idare olması dışında, tüzel kişiliğinin olması da gereklidir. Diyeceksiniz ki; “Bakanlıkların tüzel kişilikleri yok. Nasıl oluyor da, idari davalarda, davalı olarak kabul görüyorlar?”. Doğru; bakanlıkların tüzel kişiliği yoktur. Bu, Parlamenter Sistemde de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde de böyledir. İdari Yargı Sisteminin olduğu ülkelerde olduğu gibi; bizde de, bakanlıkların devlet tüzel kişiliğinden yararlandıkları; bu tüzel kişilik sayesinde/bu tüzel kişiliğin şemsiyesi altında, idari davalarda taraf olma ehliyetine sahip oldukları kabul edilmektedir. Bu, sözü edilen genel kabulün, yalnızca, bakanlıklara tanımış olduğu bir ayrıcalıktır. Bakanlığın teşkilat şeması altında bulunan herhangi bir birimin, kendi başına idari işlem yapma yetkisi olsa dahi, (Orman Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kendisine ait tüzel kişiliği olmadığı ya da yasayla yetkilendirilmediği sürece) bu ayrıcalıktan yararlanması mümkün değildir. Esasen; bir bakanlığın teşkilat şemasına dahil birimlerin yerine getirdikleri kamu hizmeti, o bakanlığın görevleri arasında olan kamu hizmetidir; yani, o bakanlığa aittir ve o bakanlık adına yapılan hizmet niteliğindedir.
Bu bakımdan; herhangi bir bakanlığın davadaki konumunu, bir idari tasarrufla, başka bir birime devretmesi olanaksızdır. Bakanlık, ancak, tarafı olduğu davayı kendi adına takip yetkisini, alt birimlere devredebilir veya alt birimleri bu konuda yetkili kılabilir. Esasen; 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 458’inci maddesinin (2) no’lu fıkrasında yer alan, “Bakanlık bölge müdürlükleri, ticaret il müdürlükleri, serbest bölge müdürlükleri, gümrük müdürlükleri, işletme müdürlükleri ve gümrük muhafaza kaçakçılık ve istihbarat müdürlükleri, yetki alanı ve Bakanlıkça devredilen yetki çerçevesinde, idari yargı mercilerinde Bakanlık adına dava açabilir, Bakanlığa karşı açılan idari davalarda Bakanlığı temsil edebilir, bu davaları Bakanlık adına takip edebilir, adli ve idari yargı organları ile icra daireleri ve noterler tarafından gönderilen tebligatı Bakanlık adına alabilir ve Bakanlık adına işlem yapabilir.” şeklindeki düzenlemeyle de, yapılan budur: Bakanlık adına dava açabilmek, bakanlığa karşı açılan idari davalarda Bakanlığı temsil edebilmek, bu davaları Bakanlık adına takip edebilmek, tebligatları Bakanlık adına alabilmek; kısacası, idari davada, Bakanlık adına yargısal işlemleri yapabilmek. Bakanlık adına yargısal işlemleri yapabilme yetkisi verilmiş olmasının ise; yukarıda açıklandığı üzere, Bakanlığın fıkrada yazılı idari birimlerine, idari davada taraf olma niteliği vermesi mümkün değildir.
Bu bakımdan, sorunuzun yanıtı; gümrük ek tahakkukları ve para cezaları kararlarından doğan idari uyuşmazlıklarda, davalı mevkiinde bulunması gereken idare, “ne gümrük müdürlükleri, ne de gümrük bölge müdürlükleridir; Ticaret Bakanlığıdır” şeklinde olmak zorundadır. Kendilerine, anılan Kararname uyarınca takip yetkisi verilen gümrük müdürlükleri, davada, ancak adı geçen Bakanlığı temsilen bulunup; onun adına yargısal işlemleri yapabilirler. Bu nedenle de; kararların “Davalı” bölümünde, “Ticaret Bakanlığı – Temsilen/Adına … Gümrük Müdürlüğü” şeklinde yer almaları gerekir.
Umarım, yanıt, yeterince açık olmuştur.