GİRİŞ :
T.C. Anayasasının 38’inci maddesinin altıncı fıkrasında, “Ceza sorumluluğu şahsidir.” şeklinde anlatılan cezaların şahsiliği ilkesi, suçu kim işlemişse sadece onun cezalandırılmasını gerektirmektedir[1]. Suçu işleyenden başkasının[2]; örneğin, evlilik, nişanlılık, alt-üst soy ilişkisi, akrabalık[3], arkadaşlık, üyelik veya ortaklık[4] gibi sebeplerle cezalandırılmasını, ilke önlemektedir. Kişiselliği sebebiyle, ceza ölümle sona erer; mirasçılara geçmez. Anayasanın anılan maddesinde sözü edilen “suç“ tanımı, Türk Ceza Kanununundan farklı olarak, hem suçu, hem de kabahati ifade etmektedir.
Vergi Usul Kanununun “Ceza hükümleri“ başlıklı Dördüncü Kitabında da, vergi suçu ya da kabahati sayılan vergi kanununa aykırı davranışı yapanın cezalandırılması amaçlanarak, şahsilik ilkesine, kural olarak, uyulmuştur. Örneğin; Vergi Usul Kanununun 332’nci maddesinde, veli, vasi ve kayyımın; 333’üncü maddesinin son fıkrasında, fiilleri işleyenlerin; 251’inci maddesinin “a” fıkrasında da, işverenin vergi cezalarına muhatap kabul edilmesinin sebebi budur. Zira; vergi kanununa aykırı davranış, her ne kadar, verginin mükellefi veya sorumlusu olan küçük, mahcur, tüzel kişi veya işçi adına yapılmış olsa da, gerçekte, kanuna aykırı davranışın faili, veli, vasi, kayyım, kanuni temsilci ve işverendir. Dolayısıyla, vergi cezasına bunların muhatap tutulmaları, cezaların şahsiliği ilkesine uygundur. Bu bakımdan; anılan madde düzenlemelerinde, cezaların şahsiliği ilkesi yönünden, herhangi bir sorun söz konusu değildir.
Sorun, Vergi Usul Kanununun 333’üncü maddesinin ilk fıkrasında yer alan “Tüzel kişilerin idare ve tasfiyesinde vergi kanununa aykırı hareketlerden tevellüt edecek vergi cezaları tüzel kişiler adına kesilir.” düzenlemesindedir. Bu hüküm ile, kanuni temsilcilerinin kanuna aykırı eylemlerinden ayrı bir kişilik olan tüzel kişi sorumlu tutularak, ilkeye bir istisna getirilmiş ve, böylece, vergisel kabahatler dolayısıyla uygulanacak idari para cezaları yönünden, cezada şahsilik ilkesi yumuşatılmıştır.
Benzer istisna, Vergi Usul Kanunundan yıllar sonra yürürlüğe konulan[5] ve kabahatler hakkında genel kanun olan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 8’inci maddesinin 1 ve 2’nci fıkralarında, tüzel kişilerin organları (organ veya temsilci olmamakla birlikte görevlileri) ile gerçek kişilerin temsilcileri tarafından işlenen kabahat fiili dolayısıyla, bu fiili işleyen yanında tüzel kişi veya gerçek kişiye de idari yaptırım kararı uygulanabileceği kabul edilmek suretiyle getirilmiş bulunmaktadır[6].
Bu yazımızda; varsayılan (fiktif) bir varlık olan tüzel kişilerin, vergi mükellef veya sorumlusu olmaları halinde, onları temsilen hukuki işlemler yapan, vergisel ödevlerini yerine getiren kanuni organlarının (kanuni temsilcilerinin) vergi kanunlarına aykırı davranarak işledikleri kabahatlerden dolayı, tüzel kişiliğe cezai sorumluluk getirilmesini temellendirmeye çalışan görüşlerden söz ederek, bu görüşleri yanıtlamaya çalışacağız.
TÜZEL KİŞİLERİN CEZAİ SORUMLULUĞUNU KABUL EDENLERİN GEREKÇELERİ:
Tüzel kişilerin de, vergisel kabahatler dolayısıyla cezai sorumluluklarının olabileceğini savunan görüşler, bunun, cezaların şahsiliği ilkesinden bir sapma olduğunu kabul etmekle birlikte, aşağıda açıklamaya çalışacağımız gerekçelerle, bu sapmayı haklı kılan nedenlerin olduğunu ileri sürmektedirler:
1 – Vergi mükellefi tüzel kişidir. Dolayısıyla; vergisel ödevler de onun adına yerine getirilmektedir. Bu ödevlerin yerine getirilmesi sırasında işlenen kabahatler dolayısıyla kesilecek cezanın muhatabının tüzel kişi olması doğaldır.
2 – Tüzel kişinin mali durumu, yöneticilerin kişisel mali durumuna nazaran güçlü olduğundan, kabahat dolayısıyla kesilecek idari para cezasının tahsili daha kolaydır.
3 – Temsilci ile tüzel kişi arasında bir menfaat ilişkisi vardır. Tüzel kişi şeklinde örgütlenmeye, çoğu zaman vergiye muhatap olmamak amacıyla gidilmektedir. Zaten; sermaye payı bakımından kimi şirketler de, şahıs şirketi gibidir.
4 – Yalnızca temsilcilerin cezai sorumluluğuna gidilmesi halinde, tüzel kişilere yönetici bulmak zorlaşabilir ve ticari ve sınai faaliyetler sürdürülemeyebilir.
5 – Yalnızca temsilcilerin cezai sorumluluğuna gidilmesi durumunda, vergi idaresinin vergisel kabahatlerle mücadelesi zorlaşır.
6 – Tüzel kişi, ödeyeceği para cezasını, kusurlu yöneticiye rücu edebilir. Bu yola, tüzel kişi adına kesilecek ceza dolayısıyla, kar payı azalan ortakların gitmesi de mümkündür.
7 – Kaldı ki, Dünya’da bir çok ülkede, tüzel kişilerin cezai sorumluluğu kabul edilmektedir.
GERÇEKTEN, TÜZEL KİŞİ KABAHAT İŞLEYEBİLİR Mİ?
Yazımızın giriş bölümünde de söylemiş olduğumuz üzere; tüzel kişi, varsayılan (fiktif) bir varlıktır; fiziki varlığı yoktur. Hukuk Düzeni, kimi hukuksal işlemleri yapılabilme ve bu işlemlere taraf olabilme bakımından, onu, varmış gibi kabul etmektedir. Gerçekte ise, tüzel kişilerin taraf olduğu hukuksal işlemler, onların yerine, kanunen organı olarak kabul edilen gerçek kişiler tarafından, onlar adına, onları temsilen yapılmaktadır. Bu yüzden de, bu gerçek kişilere, tüzel kişinin kanuni temsilcisi adı verilmektedir. Kanuni temsilci denilen bu kişiler, fiziken var olmayan, ancak kanun tarafından varmış gibi hukuki işlemlere, haklara ve borçlara ehil kabul edilen hayali bir varlığı temsil etmekte; gerçekte, bir gerçek kişi tarafından yapılabilecek tüm işlemleri onlar adına yapmaktadırlar.
Kabahatler Kanununun 2’nci maddesinde, kabahat; karşılığında idari yaptırım öngörülen haksızlık olarak tanımlanmıştır. Haksızlık ise, hukuka aykırılık halidir. Demek ki, yapanı idari yaptırıma muhatap olan hukuka aykırılıklar, kabahat oluşturmaktadır. Aynı Kanunun 9’uncu maddesine göre de, kabahatlerin, kanunda açıkça hüküm olmayan hallerde, hem kasten hem de taksirle işlenmesi mümkün bulunmaktadır. Bu bakımdan; bir kabahatin varlığından söz edilebilmesi için, hukuka aykırı bir davranışın (maddi unsur) olması; ayrıca, bu hukuka aykırı davranışın kasten veya taksirle (manevi unsur) gerçekleştirilmiş bulunması da gerekmektedir. Bu iki unsurdan birinin olmaması, kabahatin de olmadığı anlamına gelmektedir.
Bu anlamda; vergisel kabahatler, kasten veya taksirle yapılan vergi kanunlarına aykırı davranışlar olmaktadır. Vergi kanunlarına aykırı davranışlar ise, vergi kanunlarla getirilen ödevlerin ihlali niteliğinde olan davranışlardır.
Hukuk Sistemimizde, tüzel kişiler, vergi kanunlarında gösterilen durumlar dolayısıyla, vergi mükellefi veya sorumlusu olabilmektedirler. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10’uncu maddesine göre de; tüzel kişilerin vergi mükellefi veya sorumlusu olmaları halinde, onlara düşen vergi ödevlerini yerine getirme yükümlülüğü, bunların kanuni temsilcilerine aittir. Yani; tüzel kişilerin vergi ile ilgili ödevleri, birer gerçek kişi olan kanuni temsilcilerinin fiziki davranışlarıyla yerine getirilmektedir. Dolayısıyla da, bu ödevlerin yerine getiriliş biçiminin vergi kanunlara uygun ya da aykırı olması, bu temsilcilerin fiziki davranışlarına bağlı (davranışlarının sonucu) olmaktadır. Ortada, vergi mükellefi veya sorumlusu tüzel kişi adına yapılmış bir vergi kanununa aykırı davranış varsa; bu davranış, gerçekte, tüzel kişinin kanuni temsilcisinin veya temsilcilerinin davranışıdır.
Vergisel kabahatin manevi unsuru, yukarıda açıklandığı üzere, kasıt veya taksirdir. Kasıt veya taksir, gerçek kişinin iç dünyası (ruh hali – psikolojik durumu) ile ilgilidir. Tüzel kişinin iç dünyası olmayacağına göre, tüzel kişinin kasten veşa taksir ile vergi kanunlarını ihlal etmesinden de söz edilemez. Yani; vergisel kabahatin manevi unsurunun da, tüzel kişi tarafından gerçekleştirilmesi olanaklı değildir.
Kabahatin maddi ve manevi unsurlarını gerçekleştirme yeteneğinden yoksun olan, tüzel kişinin, cezaya muhatap kılınması, Anayasanın 38’inci maddesinde, anayasal kural haline getirilen cezaların şahsiliği ilkesi ile bağdaştırılamaz. Kabahatin, vergi ödevlerinin yerine getirilmemesi, eksik veya kanuna aykırı olarak yerine getirilmesi şeklinde oluşan, maddi unsuru da, vergi kanunlarına bilerek ve sonuçlarını isteyerek aykırı davranma niyetini veya taksirini içeren manevi unsuru da, ancak tüzel kişinin kanuni temsilcisi ya da temsilcileri tarafından gerçekleştirilebilir niteliktedir. Yani; kabahati işleyen, tüzel kişiyi temsilen vergi ödevlerini kanuna uygun olarak yerine getirmekte yükümlü olan gerçek kişiden başkası değildir.
Madem ki, cezalar kişisel; madem ki, kim suç ya da kabahati işlemişse, ceza ona kesilir; o halde, tüzel kişilerin vergisel ödevlerini yerine getirirken vergi kanunlarına aykırı davranışta bulunan kanuni temsilcinin idari para cezasına muhatap kılınması, bu anayasal kural gereğidir.
TÜZEL KİŞİNİN CEZA SORUMLUSU OLABİLECEĞİNİ SÖYLEYENLERE VERİLECEK YANITLAR VARDIR:
Yukarıda, tüzel kişilerin kabahatin maddi ve manevi unsurlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri konusunda yapmış olduğumuz açıklamalardan sonra, tüzel kişilerin ceza ile muhatap kılınmalarını haklı gösterebilmek için ileri sürelen gerekçelere, sırasıyla, yanıt vermeye çalışalım:
1 – Vergi mükellefinin veya sorumlusunun tüzel kişi olması ve vergiyle ilgili ödevlerinin onun adına yerine getirilmesi, kabahatin de onun adına işlendiği anlamına gelmez. Tüzel kişi adına hareket ederek, onun vergiyle ilgili ödevlerini yerine getiren temsilcilerin, bu ödevleri kanuna uygun olarak yerine getirmeleri asıldır. Temsilcilerin, tüzel kişinin, yerine getirmek zorunda oldukları, vergiyle ilgili ödevlerini vergi kanunlarının emrettiği şekilde yerine getirmeleri halinde, vergisel kabahatin ortaya çıkması olanaksızdır. Eğer, bu ödevlerin yerine getirilmesi sırasında bir vergisel kabahat oluşuyorsa; bu, tüzel kişinin vergi ile ilgili ödevlerinin, kanuni temsilcileri tarafından, kanuna uygun olarak yerine getirilmiyor olmasından kaynaklanıyor demektir. Tüzel kişilerin, kimi vergi ile ilgili ödevleri yerine getirmemek ya da eksik veya hatalı yerine getirmek suretiyle, vergi ziyaına yol açma iradesinin varlığından söz edilmesi gerçekçi değildir. Bu konuda var olan irade, onun adına hareket eden kanuni temsilcilerine aittir. Temsilcilerin bu iradeleri, kanunlar çerçevesinde faaliyet göstermek üzere kurulan tüzel kişiye mal edilemez. Dolayısıyla; vergi cezasınının muhatabı olması gereken de, kabahatin maddi ve manevi unsuru şahsında oluşan, kanuni temsilcinin kendisidir.
Bu bakımdan; vergiyle ilgili ödevler tüzel kişi adına yapıldığından, bu ödevlerin yerine getirilmesi sırasında işlenen vergisel kabahatler dolayısıyla cezanın tüzel kişi adına kesilmesi gerektiği yolundaki kanıtlama çabasının, hukuksal dayanağı bulunmamaktadır.
2 – Vergi cezasında asıl olan, Hazineye gelir olması değil, vergi mükellefleri ve sorumluları üzerinde caydırıcı etki yapmasıdır. Ayrıca; vergi cezası, vergi idaresinin zararını karşılamak için öngörülmüş de değildir. Vergi kanunlarına aykırı davranışlar nedeniyle vergi idaresi yönünden doğan zararı gidermeyi amaç edinen (ikmalen, re’sen ve idarece tarh yöntemleri ve gecikme faizi gibi) başka müesseseler mevcuttur. Vergi cezası, vergi mükellef ve sorumlularını vergi kanunlarına uygun davranmaya zorlamak, vergi kaçırma niyetlerinden vazgeçirmek için vardır. Bu etki de, ancak, vergiyle ilgili ödevleri yerine getirmekle yükümlü, iç dünyası (ruhsal – psikolojik yapısı) olan, gerçek kişiler üzerinde, kabahat işlenmeden önce, olabilecek niteliktedir. Böyle bir etkinin, fiziki varlığı olmayan tüzel kişilerin üzerinde yaratılması mümkün değildir.
Kaldı ki; tüzel kişilerin mali durumlarının gerçek kişilere nazaran güçlü olduğu varsayımı da, çoğu kere, gerçekle uyuşmamaktadır. Kanuni temsilcilerin takibinden doğan uyuşmazlıklar, bize, asıl borçlu tüzel kişinin takibi sonucunda, çoğu zaman, bir masa, birkaç sandalye, bir bilgisayar ve telefon dışında mal varlığının bulunamadığını göstermektedir. Esasen; vergi kaybına yol açan kayıt dışı kazanç da, tüzel kişinin değil, yöneticilerin veya ortakların mal varlığında artış oluşturan kazançtır.
Dolayısıyla; tüzel kişinin mali durumunun güçlü olduğu, cezanın daha kolay tahsil edilebileceği yolundaki kanıtlama çabası da, ilki gibi, gerçekçi olmaktan uzaktır.
3 – Tüzel kişi ile onun ortakları olan gerçek kişiler arasında bir menfaat ilişkisinin bulunduğu doğrudur. Esasen; ticari şirket niteliğindeki tüzel kişilerin kuruluşunda asıl etken de, bu menfaat ilişkisidir. Bunun, yasalara ve ahlaka aykırı bir yönü yoktur. Hatta, tüzel kişilerin kuruluş amaçları arasında, kurumlar vergisi oranlarının gelir vergisine nazaran düşük olmasının etkisinın bulunması da doğaldır. Dahası, şirketleşmenin teşviki amacıyla, kurumlar vergisinin oranı, Kanun koyucu tarafından, gelir vergisininkine nazaran, özellikle, düşük belirlenmiş; gerçek kişiler de, bu teşvikten yararlanmak ve daha az vergi ödemek amacıyla, tüzel kişi şeklinde örgütlenmiş de olabilir. Bu amaçla örgütlenmenin de, yasalara ve ahlaka aykırı bir yönünün olduğu söylenemez. Kişilerin, salt, (vergi kaçırmak amacıyla tüzel kişi şeklinde örgütlenmeleri dışında) daha az vergi ödemek amacıyla tüzel kişi şeklinde örgütlenmiş olmalarının, yöneticilerin işleyeceği vergisel kabahatler dolayısıyla tüzel kişi adına idari para cezası kesilmesini haklı kılması düşünülemez.
Hukuk Sistemimizde, ortakların pay oranlarını sınırlayan bir düzenleme yoktur. Dolayısıyla; ortaklardan birinin ortaklık payının çok büyük, diğerinin ya da diğerlerinin ise çok küçük olması, eleştirilecek bir durum olarak görülemez. Hatta; çok küçük ortaklık payına sahip ortağa veya ortak olmayan bir kişiye şirketi idare ve temsil yetkisinin verilmesi de yasalara aykırı değildir. Asıl olan; bu yöneticinin yasalar içerisinde şirketi idare ve temsil etmesidir. Eğer; ortaklık payı itibarıyla şirketin sahibi gibi görünen büyük pay sahibi, salt, vergi kanunlarına aykırı davranışın yöneticiye getireceği sorumluluktan kaçmak amacıyla, yanına küçük payla bir ortak alarak veya ortak olmayan kişiyi yönetici atayarak, vergi ödevlerinin yerine getirilmesinde yönlendirmişse; o takdirde, büyük pay sahibinin yönetici konumundaki küçük pay sahibi ortağın veya ortak olmayan yöneticinin vergisel kabahatine (azmettirme şeklinde) iştirak halinin varlığından söz etmek gerekir.
4 – Tüzel kişilerin yöneticilerin görevi, kanunlara uygun olarak tüzel kişinin temsil ve idaresini gerçekleştirmektir. Vergi kanunlarını ihlal ve vergi kaçırmak amacıyla bir tüzel kişiye yönetici olunması, olması gereken değildir. Dolayısıyla; kanunlara uygun olarak yöneticilik yapanların, vergi kabahati işlemeleri ve vergi cezasına muhatap olmaları söz konusu olmaz. Bu yüzden; yöneticilerin vergisel kabahatlerinden dolayı tüzel kişi adına ceza kesilmesini savunmak için şirketlere yönetici bulunmaz gerekçesinin arkasına sığınılması dahi, oldukça düşündürü- cüdür.
5 – Vergisel kabahatler dolayısıyla yalnızca yöneticilerin cezalandırılmasının, vergi idaresinin vergisel kabahatlerle mücadelesini zorlaştıracağı iddiası da gerçekçi değildir. Önce de söylemiş olduğumuz üzere, cezanın amacı, kişileri suç ya da kabahat işlemekten caydırmaktır. Başka anlatımla; vergi idaresinin vergisel kabahatlerle mücadelesi, ancak cezanın caydırıcı olmasıyla sonuç verebilecek niteliktedir. Cezanın caydırıcı etkisi de, yalnızca gerçek kişiler üzerinde söz konusu olabileceğine göre; asıl, cezanın kabahati işleyen (gerçek kişi) olmayan tüzel kişiye kesilmesi halinde vergisel kabahatlerle mücadeleden sonuç almak zorlaşır.
6 – Tüzel kişinin veya ortakların, özel hukuk hükümlerine göre, kusurlu yöneticiye rücu olanaklarının bulunması da, cezanın tüzel kişi adına kesilmesini haklı kılmaz. Zira; tüzel kişiyi ceza muhatabı kılabilmek için, ödenen cezanın kusurlu yöneticilere rücu olanağının bulunmasını ileri süren görüş de, vergi cezasının, vergi idaresinin vergisel kabahat dolayısıyla doğan zararının karşılığı olarak görülmesinin ve, “vergi idaresi, alacağını kimi güçlü bulursa ondan alsın; sonra, cezayı ödeyenle kusurlu olanlar aralarında anlaşsınlar” anlayışının ürünüdür; tüzel kişiyi mali gücüne bakarak cezaya muhatap kabul eden görüşle aynı hataya düşmektedir.
Ayrıca; tüzel kişiden tahsil edilecek para cezasının, dağıtılacak kar payını olumsuz yönde etkileyerek, ortaklara yansıtılması kaçınılmazdır[7]. Bu durumun, vergi kanunlarına aykırı eylemi yapan ortak ya da yöneticinin eyleminin sonuçlarından, bu eylemin oluşumuna hiçbir biçimde katkısı bulunmayan ortakların da katlanmak zorunda bırakılması gibi, haksız sonuçlarının olması da mümkündür. Üstelik; bu ortaklar, kayıt dışı kazançtan pay da almamış olabilir. Vergi cezasını vergi idaresinin zararının karşılığı olarak gören anlayış dahil, bu sonucu olağan karşılayanın olabileceğini sanmıyoruz.
Dahası, Vergi Usul Kanununun 333’üncü maddesinin ikinci fıkrasında, kanuni temsilcilerin vergisel sorumluluklarını düzenleyen 10’uncu maddenin vergi cezaları ile ilgili olarak da uygulanacağının söylenmesi de, ilk fıkra hükmünün cezaların şahsiliği ilkesine aykırılığını gidermemekte; aksine, vergi cezasının, kabahatin asıl failinden tahsilini geciktirerek, caydırıcı etkisini azaltmaktadır.
7 – Dünya’da çok sayıda ülkede tüzel kişilerin cezai sorumluluğunun kabul görüyor olmasının da, tüzel kişileri ceza muhatabı olarak almanın haklı gerekçesi olabileceğini düşünmüyoruz. Zira; hukuksal dayanakları olmayan bir uygulamanın, çok sayıda kişi tarafından benimsenmiş olması, o davranışı hukuka uygun hale getirmez. Davranışın, onu benimseyen kişi sayısından bağımsız olarak değerlendirilmesi, doğru sonuca ulaşabilmek için zorunludur.
8 – Yöneticilerin işledikleri vergisel kabahatler yüzünden tüzel kişinin cezai sorumluluğuna gidilmesi, tüzel kişiliğin sona ermesi halinde cezanın kanuni temsilciden veya tasfiyeden pay alan ortaklardan aranması ile çelişmektedir. Tüzel kişilerin cezai sorumluluğu, yukarıda açıklandığı üzere, cezaların şahsiliği ilkesinden bir sapmadır. Ancak; madem ki, ilkeden sapılarak tüzel kişinin cezai sorumluluğuna gidiliyor; o takdir de, yine aynı ilke uyarınca, tüzel kişiliğin sona ermesi halinde, cezanın da sona ermesi gerekmez mi? Cezalar ya şahsidir ya da değildir. “Kimi durumlarda şahsidir, kimi durumlarda da değildir“ demenin hukukta yerinin olamayacağını düşünüyoruz.
SONUÇ : Gerekçesi ne olursa olsun (tüzel kişinin malî durumunun yöneticininkinden güçlü ve cezanın tüzel kişiden tahsilinin daha kolay olması; esasen, kimi şirketlerin ortaklık payları itibarıyla şahıs şirketi niteliğinde bulunması; para cezasına haksız olarak katlanan ortağın kusurlu ortağa rücu hakkının olması gibi), tüzel kişilerin kabahat işleyebileceklerinin kabulü ve idari para cezasına muhatap kılınmalarının, vergisel kabahatleri işleyenlere uygulanan para cezalarının ceza olma niteliği ve cezanın şahsi olduğu yolundaki anayasal kural ile bağdaştırılması, bize göre, olanaklı değildir.
.
[1] EREM Faruk, Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, C.I, 7.B., Ankara 1966, sh.219: “Ceza şahsi olmalı, yani ceza münhasıran suçu kim işlemişse ona verilmelidir.”. Dan.7.D., 25.11.2008, E: 2006/58, K:2008/4705: Eylemle davacı arasında illiyet bağı bulunmadığı, vergi ziyaına neden olan başkasına ait eylemden dolayı davacının cezalandırılamayacağı hk.
[2] Dan.4.D., 08.05.1968, E.1966/4822, K.1968/2602, KARAGÖZOĞLU H. Fevzi, Vergi Usul Kanunu Ve Uygulaması, C.2, Ankara 1973, 525: Kollektif şirket ortağının ortaklıktan elde etmiş olduğu kazancını beyan etmemiş olması sebebiyle cezanın, şirket adına değil, ortak adına kesilmesi gerektiği hk.; Dan.4.D., 16.06.1997, E.1997/1104, K.1997/2847: İşyerinin eski sahibinin usulsüzlük eylemleri dolayısıyla alınan işyeri kapatma cezasının, sahibi değişen işyeri hakkında uygulanmasının, ”cezaların şahsiliği ilkesine” aykırı olduğu hk.
[3] Dan.İDDK., 31.5.2007, E: 2006/2914, K: 2007/1316, Danıştay Dergisi, Y.38, S.117, 2008, sh.58: Ceza sorumluluğunun bireyselliği ilkesinin idari para cezası alanında da geçerli olduğu; muhatabının ölümü üzerine, para cezasının mirasçılarından tahsil edilemeyeceği hk.
[4]Dan.4.D., 11.04.1972, E.1971/665, K.1972/1390, KARAGÖZOĞLU, s.525: Tüzel kişi adına kesilmesi gereken cezanın ortak adına kesilmesinin kanuna aykırı olduğu hk.; Dan.4.D., 05.02.1998, E.1997/42, K.1998/371: Cezayı gerektiren fiilin şirketin tüzel kişiliğinin idare ve tasfiyesi ile ilgili olmadığı, şirket ortağının vermiş olduğu şahsi gelir vergisi beyannamesindeki hatalı mahsup işleminden doğduğu; bu nedenle, Vergi Usul Kanunun 333’üncü maddesi esas alınarak tüzel kişilik adına ceza kesilmesinin hukuka uygun olmadığı hk.
[5] 1.6.2005
[6] “MADDE 8.- (1) Organ veya temsilcilik görevi yapan ya da organ veya temsilci olmamakla birlikte, tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde görev üstlenen kişinin bu görevi kapsamında işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı tüzel kişi hakkında da idarî yaptırım uygulanabilir.
(2) Temsilci sıfatıyla hareket eden kişinin bu sıfatla bağlantılı olarak işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı temsil edilen gerçek kişi hakkında da idarî yaptırım uygulanabilir. Gerçek kişiye ait bir işte çalışan kişinin bu faaliyeti çerçevesinde işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı, iş sahibi kişi hakkında da idarî yaptırım uygulanabilir.
(3) Kanunun, organ veya temsilcide ya da temsil edilen kişide özel nitelikler aradığı hallerde de yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır.
(4) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, organ veya temsilcilik ya da hizmet ilişkisinin dayanağını oluşturan işlemin hukuken geçerli olmaması halinde de uygulanır.”.
[7] Nitekim; Danıştayın, bir kararında (Dan.4.D., 26.05.1998, E.1997/2231, K.1998/2253), bir şahıs şirketi olan kollektif şirketin ortağı olan davacı adına salınan gelir vergisini yerinde görmekle birlikte, ortaklık payı oranında kesilen vergi cezasına ait işlemi, cezanın tüzel kişilik adına kesilmesi gerektiği gerekçesiyle iptal eden vergi mahkemesi kararını, cezanın ortak adına tebliğ edilmesinin sonucu değiştirmeyeceği gerekçesiyle bozmasının nedeni, bu yansıtılma olasılığıdır.