Fransız Rehber ve Tarihi Gerçekler[1]
Fontainebleau, Paris’in 50 km kadar güneydoğusunda bulunan bir komün. Bu komünü ünlü kılan, aynı adı taşıyan ormanı ve bu ormanın ortasında bulunan ve yine aynı adı taşıyan sarayı. Fontainebleau Sarayı, Fransa’nın kurucusu I.François tarafından yaptırılmıştır. I.François’yı, Osmanlı Tarihini okuyan herkes bilir. Hani, şu Alman (Kutsal Roma) İmparatoru Şarlken’e karşı Kanuni Sultan Süleyman’dan yardım isteyen Kral. O tarihte, Kanuni Sultan Süleyman, Bağdat seferini yapmaktadır. I. François’nın elçisi, Bağdat’a gelir ve kralının mektubunu Sultan’a sunar. Batılıların Muhteşem Süleyman dedikleri Kanuni’nin François’ye gönderdiği o meşhur mektubu da, malum. Şimdi, bu olayla Fontainebleau Sarayının, Kanuni’den yardım isteyen kral tarafından yaptırılmış olması dışında, ne ilgisi var diyeceksiniz. İlgisi, benim yaşadığım bir olay.
Yıl 1979. Danıştay tarafından gönderildiğim Paris’te, Uluslararası Kamu Yönetimi Enstitüsü’ nün (Institut International d’Administration Publique) İdari Yargı Bölümünde lisansüstü eğitim görmekteyim. Eşim ve iki çocuğum da benimle birlikte, Paris’teler. Her hafta sonu, bir yerlere gidip, Fransa’yı tanımaya çalışıyoruz. Bir kuruluş var; kısa adı, FERAM. Bu kuruluş, benim gibi, eğitim için Dünya’nın çeşitli köşelerinden gelen öğrencilerin sorunlarıyla ilgileniyor; Fransa’da yabancılık çekmemelerine yardımcı oluyor; aynı zamanda da, hafta sonlarında geziler düzenleyerek, Fransa’yı onlara tanıtıyor.
Bu gezilerden biri, Fontainebleau Sarayı’na idi. Ben, eşim, çocuklarım ve birkaç Türk arkadaş geziye katıldık. Çeşitli ülkelerden gelmiş elli kadar yabancı da bizimle birlikte idi. Bir bayan rehber bize Sarayı gezdirdi. Gezi sırasında, dikkatimi bir şey çekti. Kral ve imparatorların adlarının verildiği köşelerin hemen hemen tümünün duvarları haç kabartmalı olduğu halde, I. François’nın köşesinde üç hilal kabartmaları vardı; tıpkı Osmanlı’nın o tarihteki bayrağında olduğu gibi. Rehber, diğer köşelerde uzun uzun açıklama yapmasına karşın, en son geldiğimiz I. François’nın köşesi için, “İşte, burası da, I. François’nın köşesi” dedi ve hızla 20 metre kadar uzaklaştı. Sonra bize dönerek, öğrenmek istediğimiz başka hususların olup olmadığını sordu. Ben atıldım ve, “Var; bir şeyi merak ettim” dedim ve ekledim: “Sarayın tüm köşelerini gördük. I. François’nın köşesinin duvarları dışında, tümünün duvarlarında haç kabartması var. Oysa; I. François’nın köşesinde üç hilal. Bunun nedenini açıklayabilir misiniz?”.
Sorum, rehberin hoşuna gitmemiş olmalı ki, yüzündeki ifade değişti; bir an durakladı ve açıklamaya çalıştı: “Biliyorsunuz, I. François, Fransa’nın ilk kralı. O zamanlar, Fransa, tıpkı hilal gibi küçücüktü; sonra büyüdü, büyüdü dolunay oldu. Bunu temsil ediyor” dedi. Oysa, ben, gerçek açıklamanın bu olmadığını biliyordum. Yanıtı, daha, duvarlarda hilal kabartmalarını görür görmez bulmuştum. Amacım, söylemek istemediğini düşündüğüm doğruyu rehbere de söyletmekti. Gülümsedim ve “Acaba!..” dedim. Vermiş olduğu yanıtın beni tatmin etmediğini anlayan rehber: “Ha!..” dedi. Ve, müslüman olduğumu düşünmüş olmalı ki, ekledi: “Hilal, müslümanların kutsal işareti aynı zamanda”.
“Bakın, matmazel” dedim, “Doğrusu şu olmalı. O tarihte, Fransa ile Almanya savaş halindeydi. I. François’nın orduları da, Almanlar karşısında zor durumdaydı. Kralınız, o sırada Bağdat seferini yapmakta olan Muhteşem Süleyman’a elçisini göndererek yardım istedi. Donanmamız, Nice’e; deniz piyadelerimiz de buraya kadar geldiler. Sonunda Almanlar çekilmek zorunda kaldılar. Yani Fransa kurtuldu. I. François da, o olayın anısına ve minnetinin bir ifadesi olarak, inşa ettirdiği sarayın duvarlarına, Osmanlı Bayrağındaki üç hilalin kabartmasını yaptırdı”. Benim vermiş olduğum yanıt üzerine, kafilede bir sessizlik oldu. Kafilenin kendisinden yanıt beklediğini gören rehber, sonunda, açıklamamın doğru olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Daha sonraları, birkaç toplantıda, FERAM’ın seçkin kişilerden oluşan yetkililerinin, benden, daha önce bilmediklerini söyledikleri bu gerçeği orada bulunanlara da anlatmamı istemelerinden, Fransa’nın bu olaya tarih kitaplarında yer vermediğini anladım. Hep şunu düşünürüm, tarihlerinde böyle bir olayın olduğunu bilselerdi, Türklere ve Türkiye’ye sempati ile bakmayan Fransız yöneticiler, acaba düşüncelerini değiştirirler miydi? Yoksa, daha mı çok antipati duyarlardı? Bu sorumun yanıtını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi de biliyorum.
Bu olayı her hatırladığımda, Bayrağımızın hilallerini Fransız sarayına silinmez biçimde işleten leventlerimizi saygıyla anıyorum. Umarım, bu anımı okuyanlar da, aynı saygıyı onlardan esirgemezler.
[1] Turgut CANDAN, Danıştay Başsavcısı, (Not: Bu yazı, görevde olduğum dönemde, HUKAB Dergi Sayı 1’de yayımlanmıştır.)