İdari Yargıda İş Yükünün Azaltılması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağın 7’nci maddesiyle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinde iki değişiklik yapılmak istenmektedir. İlk değişiklik, maddenin 1’inci fıkrasının (a) bendine, “menfaatleri” ibaresinden sonra, “doğrudan” ibaresinin eklenmesi önerisidir.
Böylece; bent düzenlemesi, “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri doğrudan ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları” şeklinde olmaktadır.
Bu değişikliğin sebebi, Taslağın madde gerekçelerinde, “Öğretide ve uygulamada “menfaat” ten söz edilebilmesi menfaatin meşru, kişisel ve güncel olmasına bağlı tutulmaktadır. Menfaatin kişisel olması ihlal edilen menfaatin davacıya ait olmasını ifade eder. İhlal edilen menfaatin davacıya ait olması ise, davacının iptal davasına konu edilen idari işlemin bozduğu ya da doğmasına engel olduğu hukuki durumun tarafı veya yararlananı olması demektir. Ancak uygulamada menfaat kavramının çok geniş yorumlandığı ve bu durumun hakkın kötüye kullanımına neden olduğu görülmektedir. Bu itibarla maddeye eklenen “doğrudan” ibaresiyle iptal davası açılabilmesi, iptali istenilen işlemle idari işlemin kişiye olan etkisi arasında makul ve ciddi bir ilişkinin yanında aralarında kuvvetli bir bağın bulunmasına bağlı tutulmaktadır. Dolayısıyla iptal davası açacak olan kişi idari işlemin iptal edilmesinde menfaati olduğunu, söz konusu idari işlemin yarattığı hukuki durumun tarafı veya doğrudan yararlananı olduğunu ortaya koymak zorundadır. Bu değişiklikle, menfaati ihlal edildiğini iddia eden herkes yerine menfaati doğrudan ihlal edilen kişilerin, bir başka deyişle idari işlemle aralarında kuvvetli bir bağ bulunduğunu ortaya koyan kişilerin dava açmaları öngörülmektedir. Böylece iptali talep edilen işlemden menfaati olumlu olarak etkilenen kişilerin varlığı da göz önüne alındığında idari işlemin iptalinde menfaati bulunanlar ile bulunmayanların haklarının korunmasında bir denge sağlanmış olacaktır.“ cümleleriyle açıklanmaktadır.
Hukuk devletlerinde, bu devletin hukuk düzeninde yaşayan herkesin, devletin varlık nedeni olan kamu hizmetlerini yürütmekle görevli kamu idaresinin, bu hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak, hukuk kurallarının kendisine çizmiş olduğu sınırlar içerisinde faaliyet göstermesinde menfaati bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak; hukuk düzeninde yaşayan herkesin, kamu idaresinin anılan sınırlar içerisinde kalmasını; hukuk sınırları dışına çıktığı durumlarda da, tekrar hukuk sınırları içerisine çekilmesini ve idarenin hukuk dışı işlem ve eylemleriyle bozulan hukuk düzeninin onarılmasını isteme hakkı vardır.
İdari Yargı Düzeni, kamu idaresinin hukuka uygunluğunu, yargısal yöntemlerle, denetlemek; hukuka aykırı olarak yapılan idari işlemleri yapıldıkları tarihten geçerli olarak hukuk düzeninden kaldırmak ve aynı nitelikte olan eylemlerin sonuçlarını gidermek suretiyle, bu işlem ve eylemlerle bozulan hukuk düzeninin onarılmasını sağlamak üzere var olan yargı düzenidir. Bir yargı düzeni olması sebebiyle de; kendiliğinden denetimini işletme durumunda değildir. Yargı denetiminin işleyebilmesi için denetlenmesi istenilen idari işlem ve eylemden menfaat ya da hakkı ihilal edilen tarafından yapılmış bir başvurunun olması, bu denetimin idari ve siyasi denetimlerden farkını oluşturur.
Hukuk devletlerinde idarenin hukuk içerisinde faaliyet göstermesinde, o hukuk düzeninde yaşayan herkesin menfaati bulunduğuna göre; idarenin hukuka aykırı her faaliyeti, herkesin menfaatini ihlal ediyor demektir. Bunun anlamı, bir hukuk düzeninde yaşayan herkesin, hukuka aykırı her idari işlemin iptali için idari yargı yerlerinde dava açabileceğidir. Ancak; bu durumun, dava sayısını olağanüstü artırarak, bu denetimi işleme hale getirmesi de kaçınılmazdır. Salt bu nedenle, önce içtihat, daha sonra da yasal düzenlemeler, iptal davası açılmasını sağlayacak menfaat için kimi niteliklerin varlığını aramıştır. Bu nitelikler, ihlal edilen menfaatin, meşru, kişisel ve güncel olmasıdır.
Bu üç nitelikten kişisel olanı, esasen, Taslakta yapılan değişiklikle amaçlananı sağlayabilecek durumdadır. Ancak; ihlal edilen menfaatin kişisel olması koşulu dar yorumlandığında, hukuk devletlerinde olmaması gereken kimi idari işlemlerinin yargı denetimi dışında kalmasına da neden olabilmektedir. Örneğin; çevresel, sosyal ve kültürel yaşam ve tarihle ilgili idari kararlar böyledir. Bu tür kararlar, o çevrede, o kültürde, o sosyal yapıda yaşayan ve aynı tarihi paylaşan tüm bireylerin menfaatini ihlal etmelerine karşın; belli bir bireyin kişisel menfaatini oluşturmazlar. Ancak; hukuka aykırı olmaları sebebiyle, hukuk düzeninden kaldırılmaları ve bozulan hukuk düzeninin onarılması da, hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bu yüzden; içtihat, Fransız idare hukukçularının action populaire (halk davası) dedikleri davaya olanak veren menfaat anlayışı geliştirmiştir. Bu içtihat sayesinde, aynı çevrede, aynı sosyal yapıda yaşayan aynı kültürü paylaşan, tarihleri aynı olan bireylerin, bu konularla ilgili hukuka aykırı gördükleri idari işlemleri idari davaya konu edebilmeleri olanaklı hale gelmiştir.
İşte; siyasilerin hiç hoşlanmadığı durum, budur. Bu yüzden; yalnızca bizde değil, başka birçok ülkede de, bu içtihadı geçersiz kılmak için yasal düzenlemeler yapılması girişiminde bulunulur. Sözünü ettiğimiz değişik de, böyle bir girişimin ürünüdür. Bu girişimin benzeri, daha önce, Turgut ÖZAL döneminde de, yapılmış; ancak, Anayasa Mahkemesince, yapılan düzenleme Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmişti. Şimdi, aynı girişim, yeniden gündeme getirilmektedir. Amaç, söylediğim gibi, tamamen, sözünü ettiğim idari işlemlerin yargı denetiminin dışında tutulmasıdır ve buram buram siyasi kokmaktadır.
Hukuk devletlerinde, idarenin faaliyetlerinin hukuka uygunluğunun yargısal yollarla denetimi, hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz koşuludur. Ayrıca; yargısal denetimin şekli değil, etkili bir denetim olması da, bu nitelik için şarttır. Yargı denetimi dışında tutulan idari işlemleri olan bir devlete hukuk devleti demenin mümkün olamayacağını, sanırım, söylemeye gerek yoktur. Adının hukuk devleti olması da, o devlete hukuk devleti niteliğinin tanınması için yeterli değildir. Dahası, mahkemeye erişimi engelleyen böyle bir düzenlemenin, adil yargılanma hakkını ihlal edeceği de kuşkusuzdur.
Bentte yapılan değişikliğin, yargıya intikal eden dava sayısını azaltarak, yerfının iş yükünü hafifleteceği iddiası da gerçekle uyumlu değildir. Zira; yargının iş yükünü artıran davalar, yargıya taşınması engellenmek istenilen idari işlemlerden değil; aksine, bireylerin menfaatini doğrudan ihlal eden işlemlerden kaynaklanmaktadır. Toplam dava sayısı içerisinde, çevre, sosyal, kültürel yaşam ve tarihle ilgili idari davaların sayısı, sözünü etmeye değmeyecek kadar azdır.
Bu bakımdan; sözünü ettiğimiz girişim, olmaması gereken bir girişimdir.