13 Haziran 2016 gününde, Başbakanlık tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisine, 1/726 esas numarası ile bir kanun tasarısı sevk edildi. Tasarının adı, “Danıştay Kanunun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”. Tasarı, 2575 sayılı Danıştay Kanununda, 2797 sayılı Yargıtay Kanununda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda ve diğer bazı kanunlarda değişiklikler öngörüyor.

Tasarıda yapılması öngörülen değişikliklerden bazıları, kısaca, şöyle:

1 – Danıştay ve Yargıtay üyelerinin görev süreleri, oniki yıla indiriliyor ve görev süreleri dolanların yeniden üye seçilmeleri yasaklanıyor.

2 – Danıştay’ın ve Yargıtay’ın daire sayısı azaltılıyor; ona bağlı olarak, üye kadrolarının bir kısmı iptal ediliyor.

3 – Başkanlık Kurulu kararlarına karşı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun olarak Başkanlık Kuruluna itiraz hakkı tanınıyor; ancak, Başkanlık Kurulunun bu itiraz hakkında vereceği karara karşı yargı yolu kapatılıyor.

4 – Danıştay ve Yargıtay Kanunlarına eklenen geçici maddelerle, Danıştay ve Yargıtay üyelerinin, başkan, başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanlarınınkiler hariç, üyelikleri sona erdiriliyor ve beş gün içerisinde, mevcut üyeler arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından, yeniden belirlenen sayıda üye seçilmesi öngörülüyor. Seçilemeyenlerin, atanmaları ve özlük hakları ile ilgili düzenlemeler getiriliyor.

Kuşkusuz, Tasarıdaki değişiklik önerileri, bunlardan ibaret değil. Ancak; önerilen değişikliklerden, (bizim anladığımız anlamda) yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi, hukuk devleti, anayasaya uygunluk ve amaçları bakımlardan, üzerinde önemle düşünülmesi gerekenler bunlar. Yapılmak istenilen bu değişikliklerle yargının yeniden yapılandırılmak istenildiği açıkça görülüyor. Neden böyle bir yapılanmaya ihtiyaç duyulduğu ise, kuşkusuz, kanun yapma tekniğine uygun olarak, Tasarının genel gerekçesi ile madde gerekçelerinde anlatılmaya çalışılmış. Bu anlatılanların bir kısmını, istinaf sistemine geçilecek olması sebebiyle, şeklen haklı görmek de mümkün. Ancak bu anlatılanlar; yargı ile ilgili değişikliklerin, yeni anayasa tartışmalarının yaşandığı şu günlerde, mevcut Anayasa hükümlerinin aşırı zorlanması; daha doğrusu, ihlali pahasına yasa ile yapılmaya çalışılmasının nedenini açıklamakta yetersiz kalmakta ve yazılı amacın gerisinde başka bir amacın gizli olduğu izlenimini ve kuşkusunu yaratmaktadır. Üstelik; istinaf sistemine geçilecek olması sebebiyle ihtiyaç duyulan anayasa değişikliğine muhalefetin de katkısının alınması olasılığının bulunması yanında; Danıştay ve Yargıtay’ın, halihazırdaki iş yükleri bakımından, daha bir süre, mevcut daire sayısı ve kadro ile çalışmalarında yarar da vardır. Yani; Tasarıda öngörülen türde bir yeniden yapılanmanın, zaten sorunlu olan mevcut sistem altüst edilerek yasayla yapılmasını gerektirecek aciliyet bulunmamaktadır. Esasen; daire sayısının üç yıl içerisinde tedricen öngörülene indirileceğini söyleyerek, bu konuda acil durumun olmadığını Tasarı da kabul etmektedir.

Gerekçelerde anlatılanın gerisindeki gerçek amacı, biz, 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa Referandumundan buyana yargı ile ilgili olarak yaşadıklarımızı göz önünde bulundurarak anlayabilme olanağına sahibiz. Gerekçelerde yazılı amacından çok, yürürlükteki toplum yapısını ve hukuk düzenini koruma, kollama ve idame ettirme güç ve özelliği bulunan yargı görüş ve içtihatlarında keskin dönüşlerin gerçekleştirilmesine hizmet eden bu yaşadıklarımıza, sırası geldikçe, değineceğiz. En azından, tarihe not düşülmesi amacıyla, buna ihtiyaç var. Ancak, bizim, asıl değinmek istediğimiz, bu son (bize göre dördüncü) yeniden yapılandırma tasarı ile yapılmak istenilen değişikliklerin, ne derece Anayasaya, hukuk devleti ilkesine, yargı bağımsızlığına ve yargıç güvencesine uygunluğu ile ilgilidir. Tasarı düzenlemelerinde yer alan değişiklik önerilerini, açıklanan çerçevelerden bakarak, incelemeyi ve eleştirmeyi düşünüyoruz.