Başbakanlık tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisine, 1/726 esas numarası ile sunulan, ‘Danıştay Kanunun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nda önerilen ikinci değişiklik, Danıştay ve Yargıtay üyeliklerinin sona erdirilmesi ile ilgilidir. Tasarının 13 ve 24’üncü maddeleriyle Danıştay ve Yargıtay Kanunlarına eklenen iki geçici maddeyle, yürürlükteki anayasa hükümlerine göre ancak emeklilik, istifa veya ölümle sona ermesi mümkün Yüksek Mahkeme üyelikleri, başkan, başsavcı, başkanvekili ve daire başkan kadrosunda bulunanların üyelikleri hariç, sona erdirilmektedir. Tasarı, ayrıca, üyelikleri sona eren üyeler arasından, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca (Danıştay’ın Cumhurbaşkanınca atanmış üyeleri arasından Cumhurbaşkanınca), Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içerisinde, belli edilen yeni kadro sayısı kadar üye seçimi yapılması; seçilemeyen üyelerin ise, sınıf ve derecelerine uygun görevlere atanmaları ve Danıştay ve Yargıtay üyeliklerindeki parasal ve sosyal haklarının devam etmesi öngörülmektedir.
Tasarı, Danıştay ve Yargıtay üyelerinin üyeliklerinin sona erdirilmesini, bölge mahkemelerinin faaliyete başlayacak olması sebebiyle, Yüksek Mahkemelere gelen uyuşmazlık sayısının önemli ölçüde azalacağı; bu nedenle, üye sayısının azaltılmasına ihtiyaç bulunduğu şeklinde gerekçelendirmektedir.
Tasarı, Anayasa uygunluk yönünden ise; tıpkı üyelerin görev sürelerinin oniki yılla sınırlandırılmasında olduğu gibi, Anayasa’da Danıştay ve Yargıtay’ın kuruluşunun, işleyişinin, başkan, başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerinin nitelik ve seçilme usullerinin kanunla düzenleneceğinin söylendiği; buna göre, üyelerin görev sürelerinin kanunla düzenlenebilecek bir konu olarak öngörüldüğü açıklaması bulunmaktadır. Gerekçeye göre; ayrıca, Anayasada, yüksek hakimler için ayrı bir güvence öngörülmemiş; bu güvencenin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasına göre yasa ile düzenlenmesi esası benimsenmiştir. Buna göre; Yüksek mahkeme üyelerinin güvencesi, hakimlik güvencesidir. Bu güvencenin sağlanabilmesi için, hakimlik ve savcılık mesleğiyle bağın korunması yeterlidir. Dolayısıyla, Yüksek Mahkeme üyelerinin görevlerinin kanunla sona erdirilmesinde, bu güvenceye aykırı bir yönü yoktur.
1 – Amaç Yönünden değerlendirme:
Bölge idare ve adliye mahkemelerinin 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlayacak olmaları sebebiyle, alt derece mahkemelerce o tarihten sonra verilecek kararlar bakımından temyiz incelemesi yapacak olan Yüksek Mahkemelere gelecek uyuşmazlık sayısında önemli ölçüde azalma olacağı doğrudur. Ancak, bu gerekçe;
a) Yüksek Mahkemelerin iş yüklerinde, henüz, herhangi bir azalma olmamışken ve esasen daire sayısının da üç yıl içinde kanunla belli edilen sayıya indirileceği öngörülmüşken, üyelerin üyeliklerinin neden şimdi, üstelik kanunla, alelacele sona erdirilme gereği duyulduğunu;
b) Başka, daha adil, kazanılmış hakları koruyan yöntemler varken ve, geçmişte, başka bir yüksek mahkemenin yeniden yapılandırılması dolayısıyla uygulanmışken, neden böyle bir yönteme gerek görüldüğünü;
c) Neden, yalnızca üyelerin üyeliklerinin sona erdirildiğini; bulundukları göreve dört yıl için seçilen ve üyelikleri esas olan başkan, başsavcı, başkanvekili ve daire başkanlarının üyeliklerinin sona erdirilmediğini,
Açıklamamaktadır.
İstatistikler, Yüksek Mahkemelerin iş yükünün, 2011 yılından bu yana iki kez daire ve üye sayısının artırılmasına ve çok sayıda kanun ve kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılmasına rağmen, bir türlü azaltılamadığını göstermektedir (Yargıtay’da 1 milyon dava bekliyor – Memur Postası http://www.memurpostasi.com › MEMUR HABER › ADALET). Örneğin; Danıştay’ın 6110 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 2011 yılına bir önceki yıldan devreden dosya sayısı 193.000’dir. Bugün, hala, Danıştay’ın esasına kayıtlı 200.000 civarında dosya mevcuttur. Yani; aradan geçen beş yıl içerisinde dava dairesinin 11’den 16’ya, üye sayısının da 95’den 195’e çıkarılmasına karşın, iş yükü aynı kalmıştır; hatta, artmıştır. Yani; yeniden yapılandırmalar, bu arada yürürlüğe konulan yasa gerekçelerinde de açıkça söylenildiği gibi, yazılı amaçları bakımından başarılı olamamıştır. Sonunda, sorunun çözümünün istinaf sistemi olduğu anlaşılabilmiştir. İstinaf sisteminin faaliyete geçmesiyle Danıştay’a daha az uyuşmazlık gelecek olmakla birlikte; mevcut dosyaların tamamının karara bağlanabilmesi için, zamana ihtiyaç vardır. Bu zaman, mevcut üye ve daire sayısı ile dahi, (yeni gelecek olan dosyalara bakmama koşuluyla) bir buçuk yıldan az değildir. Esasen; bunu Tasarı da kabul ettiği için, mevcut dava dairesi sayısının belirlenen sayıya indirilmesi için üç yıllık bir süre öngörmüş bulunmaktadır. Yani; Tasarı, azaltılan üye sayısı ile, mevcut dosyaların tamamının karara bağlanabileceği süreyi üç yıl olarak öngörmektedir.
O zaman; neden, üye sayısının hemen azaltılması yoluna gidildiği; bu azalmanın sağlanabilmesi için, neden, üyeliklerin sona erdirilmesi ve yeniden seçim yapılması gerektiği ve de, neden, başkan, başsavcı, başkanvekili ve daire başkanlarının üyelikleri korunarak, üyelikler arasında ayırım yapıldığı sorularının sorulması haklı olmaktadır.
Biz, 2011 ve 2014’de Yüksek Mahkemelerin daire ve üye sayısı hangi nedenle artırılmışsa; bugün açıklanan yöntemle azaltılmasının da aynı nedenden kaynaklandığını düşünüyoruz.
2011’de, yazılı gerekçe, Yüksek Mahkemelerin iş yükünün, kaldıramayacakları bir düzeye ulaşmış olmasıydı. İstatistik rakamları da bu gerekçeyi doğruluyordu. Dolayısıyla; o tarihte, iş yükü fazlalığı bahane edilerek, Yüksek Mahkemelerin daire ve üye sayıları artırıldı. Oysa; iş yükü sorununun çözümü vardı ve istinaf sistemine geçişti. Yani; 6545 sayılı Kanunla getirilen sistem, o tarihte getirilmiş olunsaydı (http://www.radikal.com.tr › Politika); yargıda son beş yıldır yaşamakta olduğumuz sorunların büyük çoğunluğunu yaşamayacaktık. Siyasi iktidar, sorunun çözümüne yabancı saiklerle, o tarihte, başka ülkelerde denenmiş ve sonuç alınmış köklü ve etkili istinaf sistemi yerine, Yüksek Mahkemelerin daire ve üye sayısını artırmayı tercih etti. 6110 sayılı Kanunun tasarısını hazırlayanlar, bunu da, kamuoyuna, Yüksek Mahkemelerin istinaf sistemini istemediklerini, bu yüzden daire ve üye sayısını artırmak zorunda kaldıklarını söyleyerek açıkladılar. Ancak; bu, açıklama, Danıştay yönünden doğru değildi. Zira; İdari Yargının ilk derece mahkemelerinde, 2004; Danıştay’da da, 2005 yılından itibaren olağanın dışında iş yükü artışı gözlemleyen Danıştay, 2008 yılında bir istinafa hazırlık komisyonu kurarak, istinaf sistemine geçme konusundaki iradesini ortaya koymuştu. Dağıldığı tarihe kadar başkanlığını yaptığım bu Komisyon, çalışma süresi boyunca, çeşitli sistemleri incelemiş; üyelerini, Adalet Bakanlığı temsilcileriyle birlikte, İdari Yargı’da istinaf sistemine kaynaklık eden, Fransa’ya göndererek incelemeler yapılmasını sağlamıştı.
İki yıllık bir çalışma sonunda Komisyonun hazırladığı taslak, Danıştay Başkanlar Kurulu’nun onayı da alınarak, o tarihteki Danıştay Başkanı Sayın Mustafa BİRDEN tarafından, 8 Şubat 2010 tarihinde, bizzat, Adalet Bakanına sunulmuş; ancak, sonraki on ay içerisinde taslakla ilgili hiçbir işlem yapılmamıştır. Buna karşın; Kasım 2010’da, Danıştay’ın ve Yargıtay’ın iş yükü fazlalıkları gerekçe gösterilerek, Danıştay’ın daire ve üye sayısını 95’den 156’ya çıkaran ve çift heyet halinde çalışma yöntemini getiren, Yargıtay’da da benzer artış ve düzenlemeler öngören (6110 sayılı) Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. İş yükünü azaltmak için daire ve üye sayısının artırılması, Danıştay yönünden, daha önce, denenmiş ancak olumlu sonuç alınamamıştır. Bu yüzden; Danıştay Başkanlar Kurulu, iş yükü sorununa çözüm olarak istinaf sistemine geçişi görmüştür. Danıştay bu iradesini, hazırladığı İstinaf Kanunu Tasarı Taslağını Adalet Bakanlığına sunmakla, siyasi iktidara da göstermiştir. Danıştay’ın bu konudaki iradesinin biliniyor olmasına karşın, Yüksek Mahkemelerin istinaf sistemini istemediklerinden bahisle daire ve üye sayısının artırılması yoluna gidilmesinin tek amacı olabilirdi: O tarihe kadar, içtihadını Cumhuriyetin niteliğini belirleyen ilke ve esasları gözeterek oluşturan, Danıştay’da bu içtihadın değişmesini sağlayacak şekilde dengelerin değiştirilmesi (Yargıtay: Taslağın hedefi yargıyı ele geçirmek | NTV, http://www.ntv.com.tr › Türkiye Haberleri; http://www.gazetevatan.com › Gündem › Haber Tr). Bunda da başarılı olundu. Öylesine başarılı olundu ki; blok oylar sayesinde, o tarihe kadar, layık olanın seçilmesi için, kılı kırk yararcasına yapılan ve günlerce hatta aylarca süren seçimler, ilk oylamada biter oldu (odatv.com/danistay-da-dustu-0906111200.html; http://www.postmedya.com/…/nazli-ilicak-elif-cakir-komplo-teorisi-ureti…). Danıştay’ın yılların birikimi ve deneyimi ile geliştirdiği söz konusu içtihatta keskin ve köşeli dönüşler yaşandı (Örneğin: YÖK’ün türban genelgesine dava açan baronun ehliyetsizliğine karar verilmesi; vergi ile ilgili Bakanlar Kurulu kararnamelerinin iptali istemiyle açılan davalarda, yargı denetiminin şekli denetime dönüşmesi gibi). Bütün bunlar, 2011’deki yeniden yapılandırma sayesinde oldu.
2014 yılı sonunda daire ve üye sayısında yapılan artışın nedenine gelince: Bu ikinci yeniden yapılanmanın nedeni, herkesin bildiği gibi,17/25 Aralık 2013 olaylarıdır. Bilindiği gibi, o tarihlerde, Siyasi İktidar, bazı bakan ve bakan çocukları bakımından, kendi içindeki bir yapının yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına muhatap oldu. Paralel diye nitelendirilen bu yapının yargıya da hakim olduğunu düşünen Siyasi İktidar, bu kez, üstelik, 28 Haziran 2014 tarihinde İdari Yargı’da istinaf sistemine geçişi sağlayacak düzenlemeler içeren 6545 sayılı Kanunun yayımlanmış bulunmasına ve bu Kanuna göre 28 Haziran 2014 tarihinden itibaren üç ay içerisinde yeni bölge idare mahkemeleri kurup, tüm yurtta faaliyete geçirmek zorunda olmasına karşın bu süre içerisinde, Kanunun amir hükmünün gereğini yerine getirmek yerine, üç aylık sürenin dolmasından iki ay sonra Meclise sevkettiği Tasarı ile Yüksek Mahkemelerin daire ve üye sayısını yeniden artırma yoluna giderek, anılan yapının yargıda etkisizleştirilmesini amaçlamıştır (1.11.2014 tarihli Milliyet : Yeni kanunla “Cemaatin gücü azaltılacak”). Ve böylece, 6572 sayılı Kanunla, bu kez, Danıştay’ın Daire sayısı 17’ye, üye sayısı da 195’e yükseltilmiştir. Aynı yasayla, Yargıtay’ın üye sayısı da, başka hiçbir batı devletinde görülmesi mümkün olmaya sayıya; 516’ya çıkarılmıştır. Bu Kanunun gerekçesi de, 6110 sayılı Kanunun gerekçesi gibiydi: Yüksek Mahkemelerin iş yükündeki aşırı artış. Üstelik, bu kez, 6572 sayılı Kanunun gerekçesi, 6110 sayılı Kanunla yapılan daire ve üye artışının iş yükünü eritmekte başarılı olamadığının ikrarı niteliğindeydi ve 6545 sayılı Kanunla idari istinaf mahkemelerinin kurulması amacıyla çelişmekteydi.
Bilindiği gibi; idari istinaf mahkemeleri, 6545 sayılı Kanunun vermiş olduğu üç aylık sürenin dolmasından bir yıl onbir ay onsekiz gün sonra faaliyete geçmiş olacak. Şimdi de, bu mahkemelerin faaliyete geçecek olması bahane edilerek, üye sayısı, önce 116’ya indirilmekte ve üç yıl içerisinde de, yaklaşık 2011’den önceki sayıya 90’a inmesi hedeflenmektedir. Yukarıda da söylemiş olduğumuz gibi; idari istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonra idare ve vergi mahkemelerince verilen kararların büyük çoğunluğu temyiz edilemeyeceği için, Danıştay’ın iş yükünde de önemli ölçüde azalma olacağından, mevcut daire ve üye sayısının da azaltılması gerekecektir. Bu kesin; ama, mevcut iş yükü durumu bakımından, bu azalmanın birden bire olmayacağı, zamana ihtiyaç göstereceği de, açıkça belli. Böyle durumlarda, hukuk devletlerinde olağan olan, kazanılmış haklar da gözetilerek, azalmanın zamana ve doğal seyrine bırakılmasıdır. Nitekim; 12 Eylül 2010 Referandumunda yapısı değiştirilen Anayasa Mahkemesi için seçilen yöntem de, bu söylediğimiz yöntem olmuştur. Eğer; Danıştay ve Yargıtay için böyle yapılmıyorsa ve, Anayasa hükümleri de ihlal edilerek, yasayla alelacele düzenleye yapılması yoluna gidiliyorsa, amacın başka olduğu sonucuna varmak gerekir. Amacın ne olduğunu, öyle sanıyorum ki; bu Ülkede, bilmeyen yoktur (www.kanalahaber.com/…/yuksek-yargiya-istinaf-ve-paralel-ayari): Eski ortağın (Siyasi İktidar, onlara, “paralel” diyor. Çünkü, paralellik, Siyasi İktidar açısından geçerli olabilecek bir durumdur. Oysa; biz, onları, dışarıdan, ortak olarak görmekte idik. Bu nedenle de, “eski ortak” demeyi uygun görüyoruz) yargıya yerleştirdiğini düşündüğü üyelerin tasfiyesi. Yani; eski dostun düşman olması durumu.
Ancak, iptal edilecek üye kadrosu sayısı, bize, amacın yalnızca bundan ibaret olmadığını da göstermektedir. Tasarı ile Danıştay’ın 195 üye kadrosu 116’ya indirilmekte; fazla kadronun başka bir işleme gerek olmaksızın iptal edilmiş sayılması öngörülmektedir. Bu rakamlara göre; iptal edilecek üye kadrosu sayısı: 195 – 116 = 79 olmaktadır. Bu sayı, 2014 yılında bazı yayın organlarının haberlerinde (ne kadar doğru bilmiyorum) verilen eski ortak yanlısı üye sayısından (Basında bu sayıyı 53 olarak ifade edenler oldu: Okan MÜDERRİSOĞLU, “İçeriden bir gözle Danıştay”, 18.1.2014 tarihli Sabah Gazetesi) çok fazla. Bize öyle geliyor ki; bu fırsatla, 2011 öncesi kadronun tasfiyesi de amaçlanmaktadır. Dahası, asıl amacın eski ortağın sempatizanı olduğu ileri sürülen Danıştay üyelerinin tasfiyesi olması nedeniyle, bu üyelerin töhmet altında bırakılmaları olasılığı da bulunmaktadır.
Sonuç olarak, başta söylediğimizi tekrarlamakta yarar görüyoruz: 6110 ve 6572 sayılı Kanunların yürürlüğe konuluşu sırasında güdülen amaç ne ise, anayasal olarak yapılması mümkün olamayacağını sonraki yazımızda açıklamaya çalışacağımız, Yüksek Mahkemelerin üyelerinin üyeliklerinin sona erdirilmesinde ve yerlerine belli edilen sayıda yeni seçim yapılmasında güdülen amaç da, odur.