I – GİRİŞ :
5 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4458 sayılı Gümrük Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Bölgesine (Türkiye kara suları, hava sahası dahil Türkiye Cumhuriyeti topraklarına) giren ve çıkan eşyaya ve taşıtlara uygulanacak kuralları düzenleyen kanundur. Hem maddi kanun, hem idari usul kanunu, hem de özel kabahatler kanunu özelliklerini barındıran Kanunun, İtirazlar” başlıklı Onikinci Kısmında yer alan, 242’nci maddesinin 5911 sayılı Kanunun 64’üncü maddesiyle değişik şeklinde, “1. Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.
- İdareye intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
- İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili makama ulaştırılır.
- İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir.” düzenlemesi yer almıştır.
Görüleceği üzere; bu düzenleme, gümrük idarelerince, haklarında vergi tahakkuku yapılan, ceza kararı alınan veya idari karar tesis edilen kişilere, bu işlemlere karşı itiraz olanağı tanımaktadır. Benzeri, mülga 1615 sayılı Gümrük Kanununda da olan bu müessese, Danıştay tarafından, idari davaya gitmeden önce başvurulması gereken ön koşul olarak kabul edilip, uygulama yapılmıştır. Başka anlatımla da; gümrük idarelerince Gümrük Kanunu uygulanarak alınan kararların[1], bu halleriyle, idari davaya konu edilebilecek nitelikte olmadıkları; idari davaya konu edilebilecek nitelikte kesin ve yürütülmesi gerekli idari işlem tesisi için ön karar niteliğinde oldukları kabul edilmiştir. Bu kabulün doğal sonucu, bu kararlara karşı, anılan 242’nci madde uyarınca, yapılacak itirazın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun, idari davaya konu edilebilecek nitelikte işlem tesisi için yapılan başvurunun yöntemini düzenleyen, 10’uncu maddesinin özel hali olmasıdır. Esasen; öyle de kabul edilmektedir[2].
Son zamanlarda; 242’nci maddenin 1’nci fıkrasındaki düzenlemenin sonundaki, “itiraz edebilir” ibaresinden ve 197’nci maddenin 5’inci fıkrasında, “Bu madde hükümlerine göre tebliğ edilen gümrük vergileri; 242 nci maddede belirtilen sürelerde itirazda bulunulmaması veya süresi içinde idari yargı mercilerine başvurulmaması hallerinde bu sürelerin bittiği tarihte kesinleşir; dava açılması halinde mahkemece yükümlü aleyhine verilen kararın gümrük idaresine tebliğ edildiği tarihte tahsil edilebilir hale gelir.” şeklinde; 198’inci maddenin 2’nci fıkrasında da, “Tebliğ edilen gümrük vergilerine karşı 242 nci madde çerçevesinde gümrük idareleri nezdinde itiraz edilmesi ödeme süresini keser. Ödeme süresi idarenin ya da yargı mercii kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren yeniden başlar” şeklinde yer alan düzenlemeler ile 244’üncü maddenin 1’inci fıkrasının “Uzlaşma talebinde bulunulması halinde, itiraz veya dava açma süresi durur” cümlesindeki “ya da” ve “veya” bağlaçlarından hareketle, gümrük vergilerine itirazın seçimlik hak olduğu; ilgililerin, tahakkukun tebliği üzerine, itiraz yoluna gitmeksizin de, doğrudan, idari dava açabilecekleri; idari dava için itirazın gidilmesi zorunlu başvuru olarak kabulünün mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği yolunda, uygulama[3] ve görüşlerin[4] geliştirildiğine tanık olmaktayız. Hatta; itirazın idari dava yoluna gidebilmek için zorunlu olup olmadığı konusunda var olduğu iddia edilen belirsizliğin[5], hukuki güvenlik ilkesini ihlal ettiğini söyleyenler de vardır. Bu uygulama ve görüşlerin doğal sonucu da; seçimlik hakkın itiraz yönünde kullanılması durumunda, itirazın, hiyerarşik başvuru; itirazı düzenleyen 242’nci maddenin de, İdari Yargılama Usulü Kanununun bu başvuruya ilişkin yöntemi düzenleyen 11’inci maddesinin özel hali olmasıdır[6].
Bu yazımızda; gümrük vergisi ek tahakkuklarına karşı idari dava açmanın ön koşulunun itiraz olduğu konusundaki saptamamızın, Danıştay’ın, gümrük vergisi uyuşmazlıklarıyla görevli, Yedinci Dairesi’nde üye ve başkan olarak onüç yıl görev yapmanın sonucu oluşan bir alışkanlık olup olmadığını sınamak (sağlamasını yapmak) için; konuyu, gümrük idarelerinin kararlarının idari işlem olarak niteliği, itiraz yolu ile İdari Yargılama Usulü Kanununda düzenlenen hiyerarşik başvurunun farkı, “itiraz edilebilir”, “ya da” ve “veya” ibarelerinin kullanıldığı metin içerisindeki değerleri, neyi işaret ettikleri, mahkemeye erişim hakkı, hukuki güvenlik ilkesi ve Kabahatler Kanunu yönlerinden ele alarak incelemeye çalışacağız.
II – GÜMRÜK İDARELERİNİN KARARLARININ İDARİ İŞLEM OLARAK NİTELİĞİ:
İdari davaya konu edilebilecek nitelikteki idari işlem; bir idari makam tarafından, bir kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, İdare Hukukunun kendisine tanıdığı kamu gücünü kullanarak ve tek yanlı iradeyle yapılan, kesin (idari prosedürün son aşamasını da geçirmiş) ve yürütülmesi zorunlu (icrai) her türlü işlemdir[7]. İdari otoritenin anlatımı olan bu işlem, idareye, karar alma, düzenleme yapma, yürürlükte olan hukuk kurallarını değiştirme ve idare edilenlerin hukuklarında, onların rızasına gerek olmaksızın, değişiklikler yapabilme, yeni hukuk kuralları koyabilme olanağı sağlar. İdari işlemin bu gücü, kamu gücünün belirtisidir; etken ve edilgen kişiler hesabına onların onamalarına gerek olmaksızın hak ve yükümlülükler koyar[8]. İdarenin tek yanlı iradesinin ürünü olmaları nedeniyle bu işlemlere, idarenin tüm diğer işlemlerinden ayırmak amacıyla, tek yanlı idari işlemler demekteyiz. Tek yanlı idari işlemler, onları yapma yetkisine sahip makamın tek yanlı isteği sonucu hukuksal değer kazanan ve iptal davası kalıbı içerisinde, idari yargıcın yargısal denetimine tabi olan hukuki işlemlerdir.
Tanımdan açıkça görüleceği üzere; idari işlemin, ayırıcı özellikleri, bir idari makamın eseri olması, kamu hizmetlerinin yürütülmeleri amacıyla yapılmış bulunması, yapılışında kamu gücü kullanılmış olunması, idarenin tek yanlı iradesinin ürünü ve kesin ve yürütülebilir olmasıdır.
Gümrük idarelerinin, Gümrük Mevzuatını uygulayarak almış oldukları (vergi tahakkuku, ceza kararları ve diğer idari kararlar) kararlar, bir idari makam olan gümrük idaresi tarafından, kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve (istek üzerine veya kendiliğinden, ama) tek yanlı irade beyanı ile alınmış olmaları bakımından, bu tanıma uygundur. Bununla birlikte; Gümrük Kanununun 242’nci maddesinde, bu kararlara karşı idari itiraz yolu öngörülerek, bu yola gidildikten sonra itiraz merciince tesis edilecek olumsuz işlemin idari davaya konu olarak gösterilmiş olması nedeniyle, kesinlikleri; aynı Kanunun 198’inci maddesinde, itirazın ödeme süresini keseceğinin söylenmesi nedeniyle de, icrailikleri, bu işlemlerin idari davaya konu edilebilir olma nitelikleri bakımından, özel olarak incelenmesi gereken yönleridir.
Öncelikle; yargı kararlarında, hangisinin dava konusu işlemde bulunmadığının ayırımı yapılmaksızın, “ve” bağlacıyla birlikte kullanılıyor olmalarına karşın, idari işlemin kesinlik niteliği ile icrailiğinin, her durumda, zorunlu olarak, birlikte var olmaları gereken unsurlar olmadıklarını söylemek gerekir. Örneğin; görüş “istişari” nitelikli hizmetler gören kurulların kararları, kendi iç prosedürleri yönünden, kesindir; ancak, icrai değildir. Bu unsurların birlikte varlığı, idari davaya konu edilebilmesi için gereklidir. Bu bakımdan; idari işlemin bu iki unsurunu, bu çerçevede ele almak gerekir.
İdare Hukukunda, idarenin kararlarına karşı, idari davadan önce, (dava hakkının kullanılabilmesi bakımından) biri ihtiyari (seçimlik), diğeri mecburi (zorunlu) olarak gidilmesi gereken/gidilebilecek olan iki idari başvuru (itiraz) yöntemi vardır.
İhtiyari olan, İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesinde düzenlenen, hiyerarşik (üst makama) başvuru ile alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden olan uzlaşma başvurusudur. Bu başvuru yolları, aşağıda 11’inci madde ile ilgili olarak açıklanacağı üzere, idari davaya konu olabilecek nitelikte, kesin ve yürütülmesi zorunlu işlemin tesisinden sonra, idari dava süresi içinde ve davadan önce işletilmesi mümkün başvuru yollarıdır ve tamamen ilgilinin seçimine bağlıdır. İlgili, ister idari işlemi doğrudan idari davaya konu eder, isterse bu başvuru yolunu deneyerek, sonucuna göre davranır.
Zorunlu olan başvuru yoluna gelince; bir idari işlem dolayısıyla idari dava hakkının kullanılabilmesi, bu işleme karşı idari başvuru (itiraz) yoluna gidilmiş olması koşuluna bağlıdır. Bu koşul, işlemin, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelik kazanarak, idari davaya konu edilebilir hale gelmesinin ön koşuludur. Dolayısıyla; işlemin açıklanan anlamda (ve İYUK md.14/3-d anlamında) kesinlik kazanabilmesi için izlenmesi gereken idari prosedüre dahildir. Bu başvuruda bulunulmaksızın, doğrudan, dava yoluna gidilmesi durumunda, merci tecavüzü hali oluşur. İdari Yargılama Usulü Kanununun 15’inci maddesinin 1’inci fıkrasının “e” bendinde, dava dilekçisinin görevli idari merciine tevdi kararı, bu hal için öngörülmüştür. Bu başvuru yolu, kimi zaman, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 9’uncu maddesinin “b” fıkrasının ilk şeklinde[9] olduğu gibi, idari vesayet yetkisinin; kimi zaman da, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 124’üncü maddesinde düzenlenen şikayet başvurusunda[10] olduğu gibi, hiyerarşik yetkinin gereğidir. İdari davaya konu olabilecek nitelikte idari işlem oluşumunda, idari prosedürün son aşamasından önceki aşamada alınan ve söz konusu zorunlu başvuruya konu edilmesi gereken kararlar, ön karar – ara işlem niteliğindeki kararlardır. Ön kararların (ön karar olarak) oluşumları için mevzuatta öngörülen prosedürün tamamlanmış; örneğin, görüş yazısının yetkili kurulun başkan ve üyelerince imzalanmış olması, alınan kararın idari davaya konu edilebilecek idari işlem niteliğini kazanabilmeleri için gerekli idari prosedürün de tamamlandığı anlamına gelmez. Daha açık olarak söylemek gerekirse; ön kararların ön karar olarak oluşumları için geçirilmesi gereken idari prosedürle, bu kararların idari davaya konu olabilecek nitelik kazanabilmeleri ya da sebep unsurunu oluşturacakları/sebep unsuruna dahil oldukları idari işlemlerin hukuk düzeninde doğabilmeleri için tamamlanması geren prosedür farklıdır. Bu son prosedür tamamlanmadıkça; ön karar, yalnızca ön karar olarak kalır.
Gümrük idarelerince, Gümrük Mevzuatı uygulanarak, alınan kararların (konumuz bakımından ek vergi tahakkuklarının ve vergiyle birlikte alınan para cezası kararlarının), kesin ve yürütülmesi zorunlu idari işlem tesisi için gerekli ön kararlardan farkı; ikinci ön kararların idari prosedürün son aşaması geçirilmedikçe hiçbir şekilde icrailik kazanamayacak olmalarına karşın, gümrük idarelerinin kararlarının alınıp ilgilisine tebliğ olundukları tarihte, koşullu olarak, uygulanabilir olmalarıdır. Sözünü ettiğimiz koşul, idari prosedürün son aşamasının işleyebilmesi için gerekli olan başvurunun (itirazın) süresi içerisinde yapılmamış olmasıdır. Başvurunun yapılması, Gümrük Kanununun 198’inci maddesinin 2’nci fıkrası uyarınca, tahakkuk ettirilen gümrük vergilerinin ödeme süresini keser; yani, kararın icrailiğini askıya alır (Kanunun, 5911 sayılı Kanunla değişik, 232’nci maddenin 1’inci fıkrasında da, “Bu Kısmın İkinci Bölüm hükümlerine göre gümrük vergileri ile birlikte alınması gereken para cezaları bu vergiler ile aynı zamanda karara bağlanarak tebliğ edilir ve aynı zamanda ödenir.” denildiğinden, 198’inci maddenin 2’nci fıkrasının hükmü bu idari para cezaları için de geçerlidir). Dolayısıyla; bu kararların icrailiği, itiraz konusu edilmemiş olma koşuluna bağlıdır. Bu tür bir icrailik, İdari Yargılama Usulü Kanununun 14’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının “d” bendinin, idarenin bir işleminin idari davaya konu edilebilme niteliği kazanabilmesi için aradığı icrailik değildir. Zira; idarenin işlemlerine idari davaya konu edilebilme niteliği kazandıran icrailik, uygulanması gereken idari işlemin, uygulanabilir olan, uygulandığında da, muhatabı olan idare edilenin hukukunda değişiklik meydana getiren; vergilendirme işlemleri yönünden ise, gerektiğinde re’sen icra yetkisinin kullanılmasına (cebri icra yöntemlerinin uygulanmasına) yolaçan niteliğidir. Gümrük Kanununun 198’inci maddesinin 2’nci fıkrası, itirazla kesilen ödeme süresinin, itiraz merciinin kararının tebliğiyle yeniden başlayacağını söylemektedir. Bu, anılan kararların, itirazın karara bağlanıp ilgilisine tebliğine kadar, uygulanmalarına olanak bulunmadığı anlamına gelir. Uygulanamayan kararların muhataplarının hukukunda değişiklik yapmaları ve, örneğin, tahakkuku yapılan gümrük vergisinin vadesinde ödenmediği gibi bir iddiayla yükümlüsüne ödeme emri gönderilmesini sağlamaları da mümkün değildir. Dolayısıyla; muhatapları bakımından, henüz, dava hakkı veren güncel bir menfaat ihlali bulunmamaktadır.
Her ne kadar, idari prosedürün son aşamasını işletecek olan başvurunun (itirazın) süresinde yapılmamış olması, kararın icrailiğinin askıya alınmasını engellemekte ve kararı kesinleştirmekte ise de; bu kesinlik, karara karşı dava yolunun açılmasını sağlayan; yani, idari prosedürün son aşamasının da geçirildiği anlamına gelen (geçirilmesiyle oluşan) kesinlik değildir. Aksine; bunun için geçirilmesi gerekli idari prosedür aşamasının işletilmesini engelleyerek, idari dava yolunu kapatan ve karara yargısal dokunulmazlık kazandıran (aşağıda açıklanacağı üzere, 197’nci maddenin 5’inci fıkrası anlamında) kesinliktir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse; gümrük idarelerinin, Gümrük Mevzuatını uygulayarak, almış oldukları kararlar, itiraz konusu yapılmaları halinde, idari davaya konu olabilecek nitelikte idari işlem tesisi için gerekli ön karar; süresi içinde itiraza konu edilmemeleri durumunda da, icrai, ancak yargısal dokunulmazlık kazanmış idari işlem niteliğindedir.
III – İTİRAZ VE HİYERARŞİK BAŞVURU FARKI:
Bir idari usul müessesesi olan üst makama başvuru (hiyerarşik başvuru), Fransız Danıştay’ının içtihadi olarak geliştirdiği; yasalara sonradan giren bir alternatif uyuşmazlık çözme müessesedir. Amacı, esasen, doğrudan idari davaya konu edilebilir nitelikte olan idari işlemlerde varlığı ileri sürülen hukuka aykırılıkların, idari davaya gidilmeden, bizzat, idare tarafından düzeltilmesinin sağlanmasıdır. Hukuka bağlı idare anlayışı, idarenin, faaliyetlerini hukuk kuralları çerçevesinde sürdürmesini; bu faaliyetleri sırasında, çeşitli nedenlerle yapabileceği hukuka aykırılıkları da, bizzat, kendisinin düzeltmesini gerektirir. Müessese, bir yandan, idareye bu olanağının verilmesini; öte yandan da, idare edilenlerin, uzun ve masraflı yargılama sürecine katlanma durumunda bırakılmadan, haklarını elde edebilmelerinin sağlanmasını ve, böylece, mahkemelerde işyükü artışının önlenmesini amaçlamaktadır.
Gümrük idarelerinin, Gümrük Mevzuatının uygulanmasıyla almış oldukları kararlara itiraz müessesesi, itiraz merciinin kararı alan gümrük idaresinin hiyerarşik üstü; hiyerarşik üstün bulunmaması halinde de, kararı alan makamın olması ve söz konusu amaç yönlerinden, hiyerarşik başvuruya benzemektedir. Esasen; itiraz başvurusuna ilişkin düzenlemelerin, İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesindeki düzenlemenin özel hali olduğunu söyleyenler de; bunu, bu benzerliğe bakarak söylemektedirler.
Oysa; itiraz müessesesinin hiyerarşik başvuruyla benzerliği, yalnızca bu iki özelliğinden ötürüdür. Dolayısıyla; yalnızca bu iki benzerliğe bakılarak iki müessesenin aynı olduğu söylenemez. Kuşkusuz; itiraz ve itiraza yanıt verme sürelerinin hiyerarşik başvurununkilerden farklı oluşu ve itirazın ödeme süresini kesici etkisinin olması gibi özel haller de, bu başvurunun hiyerarşik başvurusu olmadığını söylemeye yeterli değildir. Ancak; aşağıda açıklamaya çalışacağımız, üç farklı özellik, iki müessesenin farklılığını da ortaya koymaktadır:
1 – Hiyerarşik başvuru, önce de söylemiş olduğumuz üzere, esasen, doğrudan idari davaya konu edilebilecek nitelikte olan idari işleme karşı yapılan başvurudur. Bu nedenle de, hiyerarşik başvurunun reddi halinde açılacak idari davada, bu ret işleminin değil, hiyerarşik başvuruya konu edilen ilk idari işlemin iptali istenilmek zorundadır.
Oysa; Gümrük Kanununun bu müesseseyi düzenleyen 242’nci maddesinin 4’üncü fıkrası “İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir” hükmü içermektedir. Bu hükme göre; itiraz başvurusunun reddi üzerine açılacak idari davanın konusu, itiraz başvurusuna konu edilen ilk karar değil, itiraz merciince verilecek karar olmak zorundadır. İdare edilenlerin başvurusu üzerine verilen idari davaya konu edilebilecek nitelikteki karar, yalnızca İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesi uyarınca yapılacak başvuru üzerine verilen karardır. Bu bakımdan; düzenlemenin, salt, bu hükmü, itiraz başvurusunu düzenleyen 242’nci maddeyi, İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesinin değil, 10’uncu maddesinin özel hali yapmaya yeterlidir.
2 – Maddede, itirazın idari dava süresini nasıl etkileyeceği konusunda, 11’inci madde benzeri bir düzenleme bulunmamaktadır. Oysa; İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesine göre, hiyerarşik başvuru, başvuruya konu edilen idari işlemin tebliğini izleyen günden başlayan idari dava açma süresini durdurmaktadır. Başvuruyla duran idari dava açma süresi, başvurunun altmış gün içerisinde reddi veya reddedilmiş sayılması üzerine, başvuru tarihinde kaldığı yerden işlemeye devam ederek, kalan süre geçmekle sona ermektedir. Örneğin; hiyerarşik başvuruya konu edilen işlemin tebliğini izleyen onuncu gün hiyerarşik başvuruda bulunulduğu varsayılırsa; idari davanın, vergi mahkemesinde, hiyerarşik başvurunun reddine ilişkin kararın tebliğini izleyen yirmi gün (idare mahkemelerinde ve Danıştay’da elli gün) içinde açılması gerekir. 242’nci maddede, böyle bir düzenlemenin yapılmamış olması, tahakkukun tebliği üzerine başlaması gereken bir idari dava açma süresinin olmadığını gösterir. Nitekim, maddenin 4’üncü fıkrasına göre; idari davaya konu işlem olan itirazın reddi işleminin ilk kez muhatabına tebliği üzerine, yeni bir dava açma süresi başlamaktadır. İdari Yargılama Usulünde, yeni bir idari dava süresi başlatan başvuru, İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesi uyarınca yapılan başvurudur.
3 – İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesine göre; başvurunun zımnen (kapalı olarak) reddi halinde, idari davanın, zımni ret kararının oluştuğu tarihten itibaren kalan idari dava açma süresi içerisinde açılmış olması gereklidir. Bu süre içerisinde idari dava açılmayan durumlarda, idarenin daha sonra başvuruya yanıt vermesi, yeni bir idari dava açma süresinin işlemesini sağlayamaz. Oysa; 242’nci madde uyarınca yapılacak itirazın zımnen reddi[11] halinde, idari dava açma süresi geçtikten sonra verilen yanıt üzerine yeni bir idari dava açma süresinin işlemesi mümkün bulunmaktadır[12]. Zımni ret kararı üzerine işleyen idari dava açma süresi geçtikten sonra verilen yanıtın yeni bir idari dava açma süresi işleteceği başvuru, İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesi uyarınca yapılacak başvuru olmak zorundadır.
Tüm bu açıklamalar; Gümrük Kanununun, itiraz başvurusunu düzenleyen, 242’nci maddesi, İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesinin değil; dipnotta verilen Danıştay Yedinci Dairesinin kararında açıklandığı üzere, 10’uncu maddesinin özel hali olduğunu göstermektedir.
IV – “İTİRAZ EDEBİLİR”, “YA DA” VE “VEYA” İBARELERİNİN BULUNDUKLARI METİN İÇERİSİNDE NEYİ İFADE ETTİKLERİ.
A) GÜMRÜK KANUNUNUN 242’NCİ MADDESİNDE “İTİRAZ EDER VEYA İTİRAZ ETMEK ZORUNDADIR” DEĞİL DE; “İTİRAZ EDEBİLİR” DENİL- MESİ NEYİ GÖSTERİR?
Gümrük Kanununun 242’nci maddesinin 1’inci fıkrasında; “Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren
onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir” denilmektedir.
Düzenlemedeki, “itiraz edebilir” ibaresini hareket noktası olarak alanlar; “Mademki, Kanun koyucu, ‘edebilir’ sözcüğünü kullanarak, başvurucuya itiraz başvurusunda bulunmakla bulunmamak arasında bir seçim hakkı tanıdı; o halde, seçimini bulunmamak yönünde kullananların, gümrük idaresinin ilk kararın iptalini doğrudan açacağı idari davada istemesine de engel yok demektir. İtiraz başvurusu, idari dava yoluna gitmeyi düşünsün düşünmesin, gümrük idaresince hakkında alınmış karar bulunanların, her durumda, gitmek zorunda oldukları bir başvuru değildir.” görüşünü savunmaktadırlar.
Kanun koyucu’nun, başvurucuya bir seçim hakkı tanıdığı doğrudur. Ancak; bu seçim hakkı, itiraz başvurusunda bulunarak bu başvurunun reddi halinde idari dava yoluna gitmekle, bu başvuruda bulunmaktan vaz geçip hakkında alınan kararı idari davaya konu etmek arasında değildir; sonucu kabullenmekle itiraz başvurusunda bulunmak arasındadır. İtiraz başvurusunu seçmenin hukuki sonuçlarını da, yukarıda açıklandığı üzere, madde, “İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir” cümlesiyle göstermiştir. Dolayısıyla; Gümrük Kanunu, dava hakkını, seçimini itirazda bulunma yönünde kullanmış ve itiraz başvurusu reddedilmiş olanlara tanımış olmaktadır. Bu tanımayı da, “idari yargı mercilerine başvurabilir” ibaresiyle yapmıştır. Ayrıca; Kanun koyucu, kullandığı bu ibareyle, ilgiliye, dava yoluna gidip gitmemek konusunda, bir seçim hakkı daha tanımaktadır. İlgili, itiraz başvurusuna alacağı olumsuz yanıtı, ister yargıya taşır, isterse sonucu kabullenerek, itiraz etmiş olmakla yetinir.
Kanun koyucu’nun, tanıdığı bir hakkın kullanılması konusunda, “yapabilir, edebilir, gidebilir, başvurabilir” şeklinde seçimlik hak içeren sözcükler kullanılmasının nedeni; hiç bir bireyin, tanınan hakkı kullanmaya yasayla zorlanamayacağı gerçeğidir. Hakkında, menfaatini ya da hakkını ihlal eden idari işlem yapılan bireyin, bu işleme itiraz etmesi kadar, sonucu kabullenmesi de, doğaldır. Bu konuda, bireyin, yasayla zorlanması düşünülemez. Kişi, eğer, hakkında alınan kararın isabetli olmadığını ve, bu nedenle, uyuşmazlığı, son aşamada, idari yargıya taşımayı düşünürse, seçimlik hakkını başvuru yönünde kullanır; değilse, kararı/işlemi kabullenerek sonucuna katlanır. Bu bakımdan; yasal düzenlemelerde, benzer ibarelerin kullanılması, kanun yapma tekniğinin gereğidir. Nitekim; belirtildiği üzere, 242’nci maddenin kendi düzenlemesinde, yalnızca itiraz hakkı için değil, dava hakkı için de, aynı ibare kullanılmıştır. Emekli Sandığı Kanununun yukarıda verilen maddesinde olduğu gibi, çok sayıda yasal düzenlemede de, benzer ibareler kullanılmaktadır.
Bu nedenle; bir önceki başlık altında yapmış olduğumuz açıklamalar dikkate alınmadan; salt “edebilir” sözcüğünden hareketle, sözel teknikle, gümrük idarelerinin Gümrük Mevzuatının uygulanmasıyla almış oldukları kararlara karşı, muhataplarının, itiraz başvurusunda bulunmakla bu başvurudan vazgeçip doğrudan idari dava açmak arasında seçimlik haklarının olduğu yolunda yapılan yorum ve bu yorumla varılan sonuç hatalıdır.
B) “YA DA” VE “VEYA” BAĞLAÇLARI, BULUNDUKLARI METİN İÇİNDE NEYİ GÖSTERMEKTEDİRLER?
1 – Gümrük Kanununun 197’nci maddesine 18/6/2009 ve 5911 sayılı Kanunun 47’nci maddesiyle eklenen, 5’inci fıkrada; “Bu madde hükümlerine göre tebliğ edilen gümrük vergileri; 242 nci maddede belirtilen sürelerde itirazda bulunulmaması veya süresi içinde idari yargı mercilerine başvurulmaması hallerinde bu sürelerin bittiği tarihte kesinleşir; dava açılması halinde mahkemece yükümlü aleyhine verilen kararın gümrük idaresine tebliğ edildiği tarihte tahsil edilebilir hale gelir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Fıkra, tebliğ edilen gümrük vergilerinin kesinleşeceği iki hal öngörmektedir. Fıkradaki “kesinleşme”den maksat, vergilerin yargısal dokunulmazlık kazanarak, tahsil edilebilir hale gelmeleridir. Fıkrada yazılı iki halden herbiri, gerçekleşmesi halinde, tek başına verginin kesinleşmesini sağlayabilmektedir. Vergilerin kesinleşmelerini sağlayan bu hallerden ilki, itiraz süresinin itirazda bulunulmaksızın geçirilmesi; ikincisi ise, idari dava açma süresi içerisinde, idari yargı yerlerine başvurulmamış olmasıdır. Bu iki halde, vergilerin kesinleşeceği ve tahsil edilebilir hale geleceği söylenilmektedir. Bu iki hal arasında kullanılan “veya” bağlacına bakıldığında; fıkra, itirazın ihtiyari olduğunu iddia edenler gibi düşünmenin mümkün olabileceği izlenimi vermektedir. Oysa; itiraz ve idari dava açma sürelerinin farklılığını (aynı olmadığını) göz önüne aldığımızda; bunun, yalnızca, salt söz konusu bağlaçtan hareketle sözel yorum yapmanın sonucu olan bir yanılgı olduğunu, kolaylıkla, anlayabilmekteyiz. İtiraz süresi onbeş gündür; idari dava açma süresi ise, otuz. Aralarında onbeş günlük bir fark mevcut. Bir an için, yükümlülerin kendilerine tahakkuk tebliğ edildiğinde, bu tahakkuka itiraz etmekle tahakkuku doğrudan idari davaya konu etmek arasında seçim haklarının olduğunu kabul edelim. Böyle bir durumda yükümlülerin, seçim hakkını kullanarak, üç türlü davranmaları olanaklıdır: 1) Onbeş günlük süre içinde itiraz edebilirler. 2) Aynı süre içinde idari dava açabilirler. 3) İdari davalarını, ikinci onbeş günlük süre içinde açabilirler. Bu üç durum da, verginin kesinleşmesini önler. Başka deyişle; varsayılan durumda tebliğ olunan verginin kesinleşebilmesi için, bu üç halden hiçbirinin gerçekleşmemesi zorunludur. Örneğin; onbeş günlük süre içinde itirazda bulunmayan yükümlü kalan onbeş günlük süre içerisinde idari dava açarsa, vergi kesinleşemez. Durum böyle olunca; itiraz süresinin itirazsız geçirilmiş olmasının, tek başına, vergilerin kesinleşmesine yeterli olmayacağı açıktır. Bunun için, düzenlemede, ek olarak, süresi içinde idari dava açılmamış olması koşulunun da aranması gerekirdi.
Oysa; fıkra, yalnızca 242’nci maddede yazılı sürede itirazda bulunulmamış olunması halinde dahi, verginin kesinleşeceğini söylemektedir. Onbeş günlük itiraz süresinin itirazsız geçirilmesinin tek başına vergileri kesinleştirmesi, ancak, itiraz başvurusunun idari davanın ön koşulu olmasıyla olanaklıdır. Zira; süresinde itirazda bulunulmaması halinde; henüz onbeş günlük idari dava açma süresi mevcutken, vergilerin kesinleşmesi, yalnızca, itiraz yoluna gitmeyenler için dava yolunun da kapalı olması koşuluyla olabilecek bir durumdur[13].
2 – Gümrük Kanununun 242’nci maddesinde, ilgililere, gümrük idarelerinin kararlarına karşı, itiraz yoluna gitmekle doğrudan dava açmak arasında seçim hakkı tanındığını savunanların bir kısmı da, Gümrük Kanununun, 5911 sayılı Kanunla değişik, 198’inci maddesinin 2’nci fıkrasında, “Tebliğ edilen gümrük vergilerine karşı 242 nci madde çerçevesinde gümrük idareleri nezdinde itiraz edilmesi ödeme süresini keser. Ödeme süresi idarenin ya da yargı mercii kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren yeniden başlar.” şeklinde yer alan düzenlemenin ikinci cümlesinde, itirazla kesilen ödeme süresinin yeniden başlayacağı durumlar gösterilirken “idarenin ya da yargı merciinin” denilmiş olmasından hareket etmektedirler. Bunlara göre; itirazla kesilen ödeme süresinin, itiraz merciinin kararının tebliğinden ayrı olarak yargı kararının tebliği ile de yeniden başlayacak olması, Kanun koyucu’nun, kendisine tahakkuk, para cezası veya idari karar tebliğ olunan ilgililere, itiraz ya da idari dava yoluna gitme konusunda seçimlik hak tanıdığını göstermektedir.
Anılan ikinci fıkranın ilk cümlesi, ödeme süresinin itirazla kesileceğini söylemektedir. Fıkraya göre; ödeme süresini kesen tek etken, tahakkuka 242’nci madde uyarınca yapılan itirazdır. Dava açılması, ödeme süresini kesen etkenler arasında gösterilmemiştir. Bunun nedeni, idari davanın, ödeme süresini kesici değil, tahsilatı durdurucu etken olmasıdır. “Ödeme süresinin kesilmesi”yle “tahsilatın durması”nın, ödeme süresi üzerindeki hukuki etkilerinin farklılığı düşünüldüğünde; fıkranın ikinci cümlesinde, itirazla kesilen ödeme süresini yeniden başlatan etkenler arasında yargı kararının tebliğinin de gösterilmesi, açıklanan hukuki duruma uygun düşmemektedir. Başka anlatımla; ödeme süresinin idari dava ile kesilmesi yasal olarak öngörülmediğine göre, dava açıldığında kesilmesi söz konusu olmayan sürenin yargı kararının tebliğiyle yeniden başlaması diye birşeyin olmasının da mümkün olamayacağını; bu nedenle, kesilen ödeme süresinin yeniden başlamasını düzenleyen cümle içerisinde yargı kararının tebliğinden de söz edilmesinin anlamsız olduğunu söyleyebiliriz.
Bize göre; aynı fıkranın bu iki cümlesinin düzenleniş amacının kapsamı, birbiriyle tam örtüşür değildir. Daha başka anlatımla; ikinci cümle, ilk cümledeki durumu da kapsayan daha geniş bir amaç için düzenlenmiştir. İlk cümlenin düzenlemesi, söylediğimiz gibi, gümrük vergisi tahakkuklarına; 232’nci maddenin 1’inci fıkrası dolayısıyla da, vergi ile birlikte alınması gereken idari para cezalarına karşı 242’nci madde uyarınca yapılan itirazın, bu vergi ve cezanın tebliği tarihinde işlemeye başlayan ödeme süresi üzerindeki etkisiyle ilgilidir.
İkinci cümle ise; itirazla ödeme süresi kesilen vergi ve idari cezalar dahil, yasal bir nedenle süresinde tahsil edilemeyen ve kanunda yazılı ödeme süresi de geçen vergi ve idari para cezalarının ödeme sürelerinin yeniden başlayacağı tarihleri belirlemeyi amaçlamaktadır. Cümle bu haliyle; anılan gümrük vergileri ve idari para cezaları yönünden, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 37’nci maddesinin ilk fıkrasında ödeme zamanı ile ilgili olarak sözü edilen özel (hususi) kanun niteliğindedir. Bu düzenleme sırasında; itirazla kesilen ödeme süresinin başlamasıyla ilgili olarak 6183 sayılı Kanunun anılan maddesinden ayrı bir düzenleme yapmayı amaçlayan Kanun koyucu, itirazın reddi halinde, ilgilinin idari dava yoluna gidebileceğini ve idari dava açıldığında İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 4’üncü fıkrası dolayısıyla (ödeme süresi kesilen değil) tahsilatı duran vergi ve cezanın ödeme süresinin dava sonuçlanıncaya kadar dolmuş olacağını göz önüne alarak, dolan ödeme süresinin yeniden başlamasını, yargı kararının tebliği olayına bağlamıştır. Kanun koyucu böyle bir düzenleme yapmamış olsaydı; davanın reddi halinde, yargı kararının tebliği üzerine, gümrük idaresince, ödeme emri gönderebilmek için, öncelikle, 6183 sayılı Kanunun anılan maddesi uyarınca, vade belirleme yazısı göndermek zorunda kalacaktı. Düzenleme, gümrük idaresini, bu zorunluluktan kurtarmakla kalmamış; ayrıca, kamu alacağının tahsilini hızlandırmıştır. İkinci cümlede yargı kararının tebliğinden söz edilmesinin amacı budur. Amacın, yukarıda yapılan ve aşağıda yapacağımız açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, farklı şekilde yorumlanmasının mümkün olmadığı görüşündeyiz.
3 – Gümrük idarelerinin kararlarına karşı itiraz yoluna gitmekle doğrudan dava açmak arasında seçim hakkı bulunduğunu savunanların diğer bir dayanakları, Kanunun 244’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında, uzlaşma başvurusunun etkileriyle ile ilgili olarak “veya” bağlacının kullanılmış olmasıdır. Fıkra, aynen, “1. Beyan ile gümrük idaresince yapılan tespit sonucunda belirlenen farklılıklara ilişkin tebliğ edilen gümrük vergileri alacakları ile bu Kanunda ve ilgili diğer kanunlarda öngörülen cezalar hakkında; yükümlü veya ceza muhatabı tarafından, söz konusu eksiklik veya aykırılıkların kanun hükümlerine yeterince nüfuz edememekten veya kanun hükümlerini yanlış yorumlamaktan kaynaklandığının veya yargı kararları ile idarenin ihtilaf konusu olayda görüş farklılığının olduğunun ileri sürülmesi durumunda, idare bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde yükümlüler veya cezanın muhatabı ile uzlaşabilir. Uzlaşma talebi, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde, henüz itiraz başvurusu yapılmamış gümrük vergileri ve cezalar için yapılır. Uzlaşma talebinde bulunulması halinde, itiraz veya dava açma süresi durur, uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde süre kaldığı yerden işlemeye başlar, ancak sürenin bitimine üç günden az kalmış olması halinde süre üç gün uzar. Uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde yeniden uzlaşma talebinde bulunulamaz” şeklindedir. Bu görüşte olanlara göre; mademki, uzlaşma başvurusunun durduracağı bir dava açma süresinden söz ediliyor; o halde, işlemekte olan bir dava açma süresinin bulunması gereklidir. Uzlaşma başvurusundan önce idari dava açma süresinin başlayabilmesi ise, uzlaşmaya konu edilecek gümrük vergileri tahakkukuna karşı doğrudan idari dava açılabilecek olmasıyla olanaklıdır. Dolayısıyla; 242’inci maddede öngörülen itiraz başvurusu, dava koşulu olarak zorunlu değil, ihtiyari (seçimlik) olmak zorundadır[14].
Fıkrada, itiraz ve dava süreleri ile ilgili düzenleme, aynen, “Uzlaşma talebinde bulunulması halinde, itiraz veya dava açma süresi durur, uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde süre kaldığı yerden işlemeye başlar, ancak sürenin bitimine üç günden az kalmış olması halinde süre üç gün uzar”şeklindedir. Görüldüğü üzere; cümlede, uzlaşmanın itiraz ve dava açma sürelerini durduracağının söylenmesiyle yetinilmemekte; ayrıca, duran (itiraz ve dava açma süresinin) sürenin yeniden nasıl işlemeye başlayacağı ve bitimine üç günden az kalmış olması halinde, sürenin nasıl uzayacağı da düzenlenmektedir. Cümleden, uzlaşma başvurusunda bulunulan tarihte bitimine üç günden az kalan dava açma süresinin idari dava açma süresi olmadığı, kesin olarak, anlaşılabilmektedir. Zira; bilindiği üzere, idari dava açma süresi, vergi mahkemelerinde otuz gündür. Oysa; uzlaşmaya başvuru süresi, itiraz süresinde olduğu gibi onbeş gündür. Ondördüncü günde uzlaşma başvurusunda bulunulduğunu kabul edersek; itiraz süresinden üç günden az (bir gün) kalacağı tabiidir. Ancak; idari dava açma süresi, henüz ondördüncü günündedir ve geriye onaltı gün gibi uzunca bir süre daha vardır. Dolayısıyla; uzlaşma başvurusunun yapıldığı tarihte, idari dava açma süresinin üç günden az kalması gibi bir durum, hiçbir zaman, olanaklı değildir. Böyle birşey, ancak, itiraz süresi ile dava açma süresinin aynı olması ile mümkündür. Bu da, akla, itiraz süresi ile aynı olan sulh ceza mahkemesine başvuru süresini (Kb.K. md.27/1) getirmektedir.
Buradan varmak istediğimiz nokta, Kanun koyucu’nun, anılan cümledeki “veya dava açma süresi” ibaresini; Gümrük İdaresince, Gümrük Kanunu dışındaki kanunların vermiş olduğu yetkiye dayanılarak kesilen ve bu nedenle itiraz usulüne tabi bulunmayan ve özel kanununda ayrı bir kanun yolu gösterilmediğinden sulh ceza mahkemesinin görevine giren idari para cezalarının da var olduğunu ve sonraki tarihlerde de var olabileceğini düşünerek, bu düzenlemeyi yapmış olacağıdır. Örneğin; 2976 sayılı Dış Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 4’üncü maddesinde, “Cumhurbaşkanı kararıyla tahsil edilen ek mali yükümlülükleri yerine getirmeden ithalat, ihracat veya diğer dış ticaret işlemlerini gerçekleştirenler, noksan ek mali yükümlülüğün iki katı para cezasına çarptırılırlar” düzenlemesi yer almıştır. Her ne kadar, ithalat ve ihracatta alınan ek mali yükümlülükler, 5911 sayılı Kanunla gümrük vergisi haline getirilerek, bu Kanunda yazılı tahakkuk, tahsil ve takip usullerine tabi kılınmışsa da, 4458 sayılı Kanuna göre alınmayan anılan cezanın da aynı usullere tabi olacağına dair bir düzenleme yoktur. Dahası, 2976 sayılı Kanunda, ceza kararlarına karşı, Kabahatler Kanununun 3’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının, aşağıda açıklanan, (a) bendinde yazılı olduğu şekilde, idari yargı yerine başvurulması gerektiği yolunda bir hüküm de bulunmamaktadır. Bu bakımdan; bize göre, Gümrük Kanununun 242’nci maddesinde düzenlenen itiraz müessesesi, söz konusu ceza için uygulanabilir olmadığı gibi, bu cezalara karşı gidilebilecek kanun yolu da, idari yargı değildir. Bununla birlikte; Gümrük Kanununun 244’üncü maddesinde, ilgili diğer kanunlarda öngörülen para cezaları da uzlaşma kapsamına[15] alındığından, Gümrük Uzlaşma Yönetmeliğinin eki 2 Nolu Tabloda da, 2976 sayılı Kanunun söz konusu maddesine göre alınan para cezası uzlaşma kapsamında gösterilmiştir. Bu hukuki duruma göre; anılan cezanın muhatapları, ceza kararına karşı, doğrudan sulh ceza mahkemesine başvurabilecekleri gibi; uzlaşma başvurusunda bulunduktan sonra, uzlaşmanın temin edilememesi veya vaki olmaması hallerinde, kalan süre veya ek üç günlük içinde aynı başvuruyu yapabilme olanağına da sahip bulunmaktadırlar. 244’üncü maddede, “veya dava süresi” ibaresiyle anlatılmak istenilen bu ve benzeri durumlardır.
V – KABAHATLER KANUNUNUN 3’ÜNCÜ MADDESİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
5365 sayılı Kabahatler Kanununun 2’nci maddesinde, kabahat, kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmıştır. Aynı Kanunun 16’ncı maddesinde de; idari yaptırımların, idari para cezaları ile idari tedbirler olduğu söylenmiştir. Gümrük Kanununun 231 ve devamı maddelerinde tanımlanan kanuna aykırılıkların herbiri, Kabahatler Kanununun 2’nci maddesi anlamında bir kabahat; bu kabahatler için öngörülen para cezaları da, aynı Kanunun 16’ncı maddesi anlamında idari para cezasıdır.
Kabahatler Kanununun 27’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği; bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırımın kesinleşeceği öngörülmüştür. Kanunun, 5560 sayılı Kanunun 31’inci maddesi ile yeniden düzenlenen, “Genel kanun niteliği” başlıklı 3’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının (a) bendinde de; bu Kanunun idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı öngörülmüştür.
Bu düzenlemelerden anlaşılması gereken şudur: Eğer, Kabahatler Kanununun 2’nci maddesi anlamında bir haksızlığa idari yaptırım öngören özel kanunda, bu yaptırım kararına karşı başvurulacak özel bir kanun yolu öngörülmüşse, bu kanun yoluna; değilse, sulh ceza mahkemesine başvurulması gerekmektedir. Bu bakımdan; özel bir kanunda öngörülen idari para cezası için gidilecek kanun yolunun belirlenmesinde, öncelikle, bu özel kanunda, bu para cezası için öngörülmüş ayrı bir kanun yolunun bulunup bulunmadığının araştırılması, olması gereken davranıştır.
4458 sayılı Kanunda, tüm idari kararlar için olduğu gibi, para cezası kararları için de gidilebilecek kanun yolunu öngören madde, 242’nci maddedir. İlk fıkrasında, vergi tahakkuklarına, ceza kararlarına ve idari kararlara itiraz hakkını düzenleyen madde, 4’üncü fıkrasında, itirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabileceğini söylemektedir. Buna göre; Gümrük Kanunu uyarınca alınacak bir para cezası kararına karşı, idari yarı yerlerine başvurabilmenin ön koşulu, bu karara karşı 242’nci madde uyarınca itirazda bulunulmuş ve bu itirazın da reddedilmiş olmasıdır. Kanunda, bu düzenleme dışında, idari para cezası kararları için sulh ceza mahkemesi dışında bir yargı yerine başvurulmasını öngören bir düzenleme bulunmamaktadır. Yasal düzenlemeler böyle olunca; itiraz başvurusunun seçimlik olduğunun kabulü halinde, idari para cezası kararlarına karşı doğrudan dava yoluna gidildiğinde davaya bakmakla görevli yargı yerinin idari yargı olmayacağı kesindir. Başka deyişle; böyle bir durumda, Kabahatler Kanununun 3’üncü maddesinin yukarıda açıklanan kuralı gereği, sulh ceza mahkemesine başvurulması zorunlu olmaktadır. Dolayısıyla; para cezası kararına karşı, itiraz yoluna gidilmeksizin açılan davada, davanın açıldığı idari yargı yerinin, bu nedenle, görevsizlik kararı vermesi gerekmektedir.
Böyle bir durum, vergi aslıyla birlikte alınmayan, örneğin, usulsüzlük cezaları için anlaşılabilirdir. Ancak; vergi aslı ile birlikte alınan idari para cezaları için, Anayasa Mahkemesinin, İmar Kanununa aykırı yapının yıkılması konusundaki kararla aynı nedenle verilen para cezalarına karşı açılan davalara ayrı yargı düzenlerinde bakılmasının yargılamanın bütünlüğünü bozacağı yolundaki, 15.5.1997 gün ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararında konulan ilkeye uygun değildir. Bu bakımdan; itiraz başvurusunda bulunulması, gerek vergi aslı ile birlikte alınan, gerekse vergi aslından bağımsız gümrük para cezası kararlarına karşı açılacak davaların idari yargı yerinde görülebilmesinin ön koşuludur.
VI – MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI YÖNÜNDEN İTİRAZ MÜESSESESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36’ncı maddelerinde, herkesin mahkemeye erişim hakkı tanınmıştır. Anayasa Mahkemesine göre; bu hak, mutlak değildir. Devletlerin, takdir hakkına dayanarak, hakkın özüne dokunmamak ve Anayasada yazılı sınırlama ve güvence ölçütlerine uymak suretiyle, mahkemeye erişim hakkını sınırlandırmaları mümkündür[16]. Gümrük Kanununun 242’nci maddesinde, itiraz müessesesinin dava koşulu olarak öngörülmüş olması, yukarıda açıklandığı üzere, dava hakkının kullanılmasını engelleyen durum değildir. Dolayısıyla; gümrük idarelerinin kararlarına karşı mahkemeye erişim hakkının özüne dokunulmamaktadır. Böyle bir itiraz yolunun öngörülmüş olması; aksine, hukuka bağlı idare anlayışının gereklerinin işletilmesi bakımından, uyuşmazlığı makul sürede ve en az masrafla sonlandıracak nitelikte olması sebebiyle, Sözleşmenin ve Anayasanın aynı maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkına da uygundur. Ayrıca; itirazın reddi üzerine dava açma süresinin tam (otuz gün olarak) hesaplanması, bu hakkın kullanılmasını, kalan sürede dava açılmasını gerektiren, hiyerarşik başvuruya nazaran daha elverişli kılmaktadır.
Bu bakımdan; gümrük idaresinin kararlarına karşı, dava koşulu olarak itiraz müessesinin varlığının mahkemeye erişim hakkının kullanılmasını engelleyeceği endişesi, haklı bir endişe olarak görülemez. Bizce; bu konuda yapılması gereken, itiraz müessesesinin ihtiyari (seçimlik) hale getirilmesi değil; aksine, Gümrük İdaresinin bu itirazları inceleyip karara bağlayacak olan birimlerinin, yeterli sayıda, işin uzmanı ve yargı içtihadını bilen deneyimli elemanlarla desteklenerek, müessesenin etkinleştirilmesidir.
VII – HUKUKİ GÜVENLİK İLKESİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
Hukuk devleti, zayıf bireyin, kamu gücünü elinde tutan egemenin keyfiliklerinden korunması ve bu korumanın da güvence altına alınması ihtiyacından doğmuştur. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak, korunmasını sağlayabilecek tek araç, kamu yararı ile bireyin bu hak ve özgürlüklerini dengeleyerek, egemen gücü frenleyecek olan, hukuk kurallarıdır. Ancak; bireyin hak ve özgürlüklerini tanımlayan, sınırlarını gösteren hukuk kurallarının olması, tek başına, bireye gerekli korumayı sağlamaya yeterli değildir. Ayrıca; belli bir hukuk sistemi içerisinde yaşayan herkesin hukuki güvenlik içinde yaşama hakkının tesisine elverişli olması da gereklidir. Bunun için ise;
- Hukuk kuralları, önceden varlığı bilinebilecek metinlerle düzenlenmelidir[17].
- Bu düzenlemeler de, ulaşılabilir (aleni – yayımlanmış) olmalıdır[18].
- Düzenlemelerin ulaşılabilir olması da yeterli değildir. Ayrıca; kişiler ve idarece, duraksama ve kuşkuya yer vermeyecek açıklık ve netlikle anlaşılıp uygulanabilir olmalı; idarenin keyfiliğine karşı güvenceler içermeli; yani, belirlilik özelliği bulunmalıdır. Dahası; ne dedikleri, neyi hak olarak tanıyıp neyi kısıtladıkları, uygulandıklarında ne gibi sonuç doğuracakları, kurallardan açık olarak anlaşılabilmelidir[19].
- Kuralların uygulanmaları halinde ne gibi sonuçlar doğuracakların önceden öngörülebilir[20] olmalıdır.
Ancak bu koşullarda, bireyler, bir davranışta bulunmadan önce, hak ve özgürlüklerinin neler olduğunu ve davranışlarının bunların sınırları içerisinde kalıp kalmadığını bilebilme olanağına sahip olurlar[21].
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurular dolayısıyla vermiş olduğu kararlarda, yasaların, kimi teknik nedenlerden dolayı, kimi zaman, yeterince öngörülebilir olamayabileceğini kabul etmekle birlikte; bu gibi durumlarda, yasa düzenlemesinin, onu uygulamakla görevli idare tarafından idari düzenlemelerle ya da istikrar bulmuş idari ve yargı uygulama ve içtihatlarıyla, öngörülebilir hale getirilmesi gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Mahkemeye göre; eğer, yasa veya yasanın ilgili düzenlemesi, yeterince öngörülebilir değilse ve, uygulayıcılar tarafından da, bu konuda düzenleme yapılarak ya da uygulamalarla yeterli açıklık getirilmemişse; bu durumu, mükelleflerin hukuki güvenliklerinin ihlali olarak değerlendirmektedir[22]. Yüksek Mahkemenin bu kararlarında açıklanan görüşün tersinden giderek; eğer, bir yasa ya da yasa hükmüne, istikrar bulmuş idari ve/veya yargısal uygulama ve içtihatlarla açıklık getirilmişse; artık, o yasa ya da yasa hükmünün öngörülebilir olmadığından söz etmenin mümkün olamayacağını söyleyebiliriz.
Gümrük Kanununun 242’nci maddesi ile ilgili olarak, Gümrük İdaresince, gerek düzenleyici, gerekse bireysel işlemlerle yapılan istikrarlı uygulamalar bir yana; Danıştay Yedinci Dairesinin 4458 sayılı Kanunun yürürlüğünden bu yana vermiş olduğu kararlar, ortadadır[23]. Bu kararlar arasında, belirsizlik yaratan veya yasa hükmünün öngörülebilirliğini zedeleyen, en ufak bir sapma, bu güne kadar olmamıştır. Durum böyleyken; 242’nci maddede, itiraz zorunluluğunun öngörülebilir olmadığının; dolayısıyla, yükümlülerin hukuki güvenlik haklarının ihlal edildiğinin söylenilmesi, anlaşılır değildir.
VII – SONUÇ :
Hukuk bir bilim dalıdır. Bu nedenle; tüm bilim dallarında olduğu gibi, “böyledir”, “böyle olmalıdır” demek yeterli değildir. Neden böyle olduğunun ya da olması gerektiğinin, doğru yorum ve gerekçelere ortaya konulması da gereklidir. Bu bakış açısıyla ve “olan”la “olması gereken”in aynı şeyler olmadığının farkında da olarak, konuya yaklaştığımızda, bizim vardığımız sonuç, yazımızın girişinde doğruluğunun sağlamasını yapmayı amaçladığımızı söylediğimiz saptamamızda yanılmadığımızdır.
[1] AÇIKLAMA: Karar ya da idari karar deyimi, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 3’üncü maddesinin 5’inci fıkrasına göre; bağlayıcı tarife ve menşe bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük idaresinin, gümrük mevzuatı ile ilgili olarak belirli bir konuda bir veya daha fazla kişi üzerinde hukuki sonuçlar doğuracak idari tasarrufunu ifade etmektedir. Aynı Kanunun 6’ncı maddesine göre de; idari kararlar, ilgilinin başvuru tarihinden itibaren işlemeye başlayan otuz günlük sürenin yanıtsız geçirilmesiyle zımni (kapalı) olarak da oluşabilmektedir. Kanunun 242’nci maddesinde idari itiraz yolları bakımından yapılan sınıflandırmaya bakılacak olduğunda da, gümrük idarelerinin, 3’üncü maddenin 5’inci fıkrası anlamında birer karar olan vergi tahakkukları ve ceza kararları dışındaki, hukuki sonuç doğuran ve Gümrük Mevzuatına göre alınan, her türlü kararın idari karar niteliğinde kabul edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
[2] Dan. 7. D., 4.4.2013, E: 2012/1405, K: 2013/1620; Dan.7.D., 5.4.2018, E: 2015/4276, K: 2018/2384: İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesinin, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 242’nci maddesine nazaran genel düzenlemeler içerdiği; 242’nci maddede hüküm bulunmayan durumlarda İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesinin genel hükümlerinin uygulanacağı; dolayısıyla, zımni ret oluşmasına karşın süresi içerisinde idari dava açmayan davacının; itirazına, daha sonraki tarihte verilen cevap üzerine yeniden işlemeye başlayan otuz günlük idari dava süresi içerisinde açmış olduğu davanın esasının incelenmesi gerektiği hk.
[3] Ank. BİM, 4.VD, 17.1.2018, E:2017/2679, K: 2018/24.
[4] Prof.Dr. Halil KABALIK, İdari Yargılama Usulü Hukuku, 13.Bsk. sh.320.
[5] Özgecan GÖK, Gümrük Vergisinden Kaynaklanan Uyuşmazlıklar, Yetkin Yayınları, sh.348.
[6] GÖK, age, sh.310: “İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11’inci maddesi kapsamında üst makamlara başvuru açısından ihtiyari nitelikteki başvuru düzenlemesi (her ne kadar metinde “itiraz” sözcüğü yer almamakta ise de) başvuru sonucunda doğması hedeflenen sonuçlar bakımından Gümrük Kanunu’ndaki itiraz ile aynı ektiyi taşımaktadır.”
[7] Dan.İDDGK., 3.5.1985, E: 1985/80, K: 1985/71, Danıştay Dergisi, S. 60 – 61, sh. 107: Bir kamu hizmetinin yürütülmesi için, idarenin, tek yanlı irade ile kamu hukuku esaslarına dayanarak, ilgililerin hukuki durumlarını etkileyen kararlarının, idari işlem niteliğinde olduğu hk.
[8] G. DUPUİS, Définition de l’acte unilatéral, in Recueil d’études en hommage à Charles EİSENMANN, Paris, Cujas, 1975, p.213.
[9] “Yönetim Kurulunun 8inci maddenin (ç) fıkrasında yazılı konularla ilgili kararlarının birer örneği 15gün içinde Maliye Bakanlığına bildirilir ve birer örneği de ilgililere tebliğ olunur.
İlgililer bunlar aleyhine tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde Maliye Bakanlığına yazı ile itirazda bulunabilirler. Bakanlıkça aynı müddet içinde karar alınarak Sandığa ve genel hükümlere göre ilgililere tebliğ olunur.
Bakanlıkça ilgililerin itirazı yerinde görülür ve Yönetim Kurulunca da bu karara uyulursa muamele ona göre düzeltilir, itirazları reddedilir veya Yönetim Kurulunca Bakanlığın kararma uyulmazsa ilgililer 21/12/1938 tarihli ve 3546 sayılı kanun hükümleri dairesinde Sandık aleyhine dâva açabilirler.”
[10] “Şikayet yolu ile müracaat:
Madde 124 – (Değişik: 23/6/1982-2686/24 md.)
Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler.
Bu madde gereğince il özel idare vergileri hakkında valiliğe ve belediye vergileri hakkında belediye başkanlığına müracaat edilir.”
[11] İdari Yargılama Usulü Kanununun 11’inci maddesine göre; başvuruya altmış gün içinde yanıt verilmemiş olması, isteğin reddi anlamına gelmektedir. İdari Yargılama Hukukunda “zımni- kapalı ret” olarak adlandırılan bu varsayımsal durum, idari makamın, başvuruyla duran idari dava açma süresinin cevap verilmedikçe işlemeye başlayamayacak olmasından yararlanarak, başvuruyu sürüncemede bırakmasının ve, bu arada, işlemini geriye dönülmesi zor ya da imkansız biçimde uygulama yoluna gitmesinin engellenmesi; dolayısıyla, kişinin mahkemeye erişim hakkının korunması amacıyla vardır. Zira; anılan maddeye göre yapılan idari başvurunun, başvuruya konu idari işlemin yürütmesini durdurucu etkisi yoktur. Dolayısıyla; idarenin, bu başvuruya karşın, işlemini uygulamasına engel de bulunmamaktadır. Öte yandan; idari işlemin ilk tebliğ tarihine göre hesaplanan idari dava açma süresinin dolması durumunda, ilgilinin idari dava açma hakkını yeniden kullanabilmesi, başvuruyla duran idari dava açma süresinin yeniden işlemeye başlamasına; duran idari dava açma süresinin yeniden işlemeye başlaması ise, idarenin başvuruya cevap vermesine bağlıdır. Başka anlatımla; idarece başvuruya cevap verilmedikçe, ilgilinin dava açma hakkını kullanabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan; zımni ret müessesesi, başvuruya altmış gün içinde cevap verilmemesi durumunda isteğin reddedilmiş sayılacağını öngörerek, idarenin bu durumu kötüye kullanmasını önlemekte ve başvurucunun dava hakkını kullanmasının yolunu açmaktadır. Oysa; Gümrük Kanununun 198’inci maddesinin 2’nci fıkrasının ikinci cümlesi, itirazla kesilen ödeme süresinin yeniden başlamasını, itiraz merciinin itiraza vereceği cevabın tebliğine bağladığından, itirazına cevap verilmeyen başvurucunun, cevap kendisine tebliğ edilmedikçe, ödeme yükümlülüğünün yeniden doğmasına ve idarenin cebri icra yöntemlerine maruz kalmasına hukuken olanak yoktur. Daha açık olarak söylemek gerekirse; itiraz merciince itiraza cevap verilmedikçe tahakkuk ettirilen gümrük vergisinin ve bu vergi ile birlikte alınan idari para cezasının, gümrük idaresince tahsili mümkün değildir. Dolayısıyla; gümrük vergisi tahakkuklarıyla vergi ile birlikte alınan idari para cezaları bakımından; itiraza 242’nci maddenin 2’nci fıkrasında öngörülen otuz günlük süre içerisinde cevap verilmemesi halinin zımni ret olarak kabulünde, bu vergilerin yükümlüleri ile cezaların muhataplarının zımni ret müessesesiyle korunması gereken güncel bir hukuki yararı bulunmamaktadır.
[12] Dan. 7. D., 4.4.2013, E: 2012/1405, K: 2013/1620; Dan.7.D., 5.4.2018, E: 2015/4276, K: 2018/2384: İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesinin, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 242’nci maddesine nazaran genel düzenlemeler içerdiği; 242’nci maddede hüküm bulunmayan durumlarda İdari Yargılama Usulü Kanununun 10’uncu maddesinin genel hükümlerinin uygulanacağı; dolayısıyla, zımni ret oluşmasına karşın süresi içerisinde idari dava açmayan davacının; itirazına, daha sonraki tarihte verilen cevap üzerine yeniden işlemeye başlayan otuz günlük idari dava süresi içerisinde açmış olduğu davanın esasının incelenmesi gerektiği hk.
[13] Not: Yaptığımız açıklamalardan bir çoğunun, başkaca bir desteğe gerek olmaksızın, tek başlarına, itirazın seçimlik hak olduğu tezini çürütebileceğini; 197’nci maddenin 5’inci fıkrasındaki durumun, bu hallerden biri olduğunu düşünüyorum.
[14] Ank. BİM 4.VD, 17.1.2018, E:2017/2679, K: 2018/24: “Her ne kadar; mahkemece, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 242. maddesinde düzenlenen “idari itiraz” yolu tüketilmesi zorunlu bir yol olarak kabul edilmişse de, Kanunun 6111 sayılı Kanunun 137. maddesi ile yeniden düzenlenen 244. maddesi ile gümrük uyuşmazlıkları bakımından da “uzlaşma” kurumu kabul edilmiş olup, maddedeki; “uzlaşma talebinin, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde, henüz itiraz başvurusu yapılmamış gümrük vergileri ve cezalar için yapılacağı; uzlaşma talebinde bulunulması halinde, itiraz veya dava açma süresinin duracağı, uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde sürenin kaldığı yerden işlemeye başlayacağı” yolundaki düzenleme; gümrük vergilerinin tebliği üzerine hem idari itiraz süresinin, hem de dava açma süresinin başladığının Kanun koyucu tarafından kabul edildiğini gösterdiği gibi, 242. maddede de, bu yolun tüketilmesinin dava koşulu olduğunu gösterir, tartışmaya ve yoruma yer vermeyecek açıklıkta bir düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında, “idari itiraz” yolunun, bir dava koşulu olarak tüketilmesi zorunlu bir yol olarak kabul edilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği sonucuna varılmakla, aksi yoldaki mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.”
[15] Anılan 244’üncü maddede, 4458 sayılı kanun dışındaki kanunlarda öngörülen para cezalarında da uzlaşılabileceği yolunda açık düzenleme yer almış olması da, başka kanunlarda öngörülen para cezalarının açık hüküm veya gönderme olmadıkça, Gümrük Kanununa tabi olmayacağını göstermektedir.
[16] Garanti Bankası, 2013/4553, 16.4.2015, p.41; Serkan Acar, 2013/1613, 2.10.2013; İHAM, Edificacion SA/İspanya, 280/28/95, 19.2.1998.
[17] AYM, Türkiye İş Bankası A.Ş., 2014/6192, 12.11.2014, p.43.
[18] İHAM, Spacek s.r.o/Çek Cumhuriyeti, 26449/95, 9.11.1999, p.56-61.
[19] AYM, Türkiye İş Bankası A.Ş., p.43.
[20] İHAM, Hentrich/Fransa, 13616/88, 22.9.1994, p.42.
[21] AYM, Murat Çevik, 2013/3244, 7.7.2015, p.40.
[22] Türkiye İş Bankası, p.58.
[23] Dan.7.D., 19.12.2005, E: 2005/3358, K:2005/3303; Dan.7.D., 17.11.2008 E: 2005/4104, K:2008/4618; Dan.7.D., 2.4.2018, E: 2015/4426, K:2018/2295; Dan. 7. D., 24.12.2018, E: 2015/6928, K: 2018/6222; Dan.7.D., 14.12.2018, E: 2016/9084, K: 2018/6223.
Saygıder Başsavcım,
Merhaba.
Bir sorum olacak: Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü’nün itiraz üzerine verdiği red kararları “kesin ve yürütülebilir bir işlem” midir? Değilse, bu kararlara karşı nasıl dava açılabiliyor? Ve, yargı bu kararlara karşı açılan davaları neden reddetmiyor?
Yanıtınız için peşinen teşekkür ederim.
Cahit Yerci
Sayın YERCİ, merhaba.
Yorumunuzda (daha doğrusu, sorunuzda), gümrük ve ticaret bölge müdürlüklerinin, gümrük müdürlüklerinin kararlarına (ek tahakkuk, ceza kararı ve diğer idari kararlara), Gümrük Kanununun 242’nci maddesi uyarınca yapılan itirazın, bu bölge müdürlüklerince reddine dair kararların kesin ve yürütülebilir işlem olup olmadığını öğrenmek istemektesiniz.
Sayın YERCİ, biliyor olmanız gerektiği üzere, kamu idaresinin kamu hukuku (idari hukuku) alanında yapmış olduğu işlem ve almış olduğu kararlara idari işlem denilmektedir. Ancak; yine, biliyor olmanız gerektiği gibi, idarenin idare hukuku alanında yapmış olduğu her işlem, almış olduğu her karar, idari davaya konu edilebilecek nitelikte değildir. İdarenin bir işleminin idari davaya konu edilebilmesi için, İdari Yargılama Usulü Kanunun 14’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasında (d) bendinde kimi niteliklere sahip olması aranmaktadır. Bend düzenlemesinde idarenin işleminin idari davaya konu edilebilmesi için aranan nitelik, kesin ve yürütülmesinin gerekli olmasıdır. Aslında, bundan daha fazlası, yargı kararlarında ve öğretide aranmıştır. Benim, yazımın, gümrük müdürlüğü kararlarının idari işlem niteliği ile ilgili bölümünde açıklamaya çalıştığım, hem bu nitelikler, hem de kanunda açıkça gösterilen kesin ve yürütülmesinin gerekli olması niteliği.
Anılan bölüm dikkatli okunmuşsa, anlaşılmış olacağı üzere; gümrük müdürlüklerinin kararlarının idari işlem niteliğinin belirlenmesinde; ben, bu belirlemeyi, 4458 sayılı Kanunun 242’nci maddesinin 4’üncü fıkrasında yer alan düzenlemeyi temel (hareket noktası) alarak yapmış bulunmaktayım. Zira; fıkra düzenlemesi, açıkça şunu söylüyor: “İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir.”. Bunu, ben söylemiyorum; Kanun söylüyor. Kanunun sözünü göz ardı ederek, yorum yapılamaz. Aksi takdirde yapacağımız yorum, havanda su dövmekten öte geçemez.
İtirazın reddi kararlarına karşı idari yargı mercilerine başvurunun amacı ne olabilir sizce? Örneğin; “İtirazımı reddeden bölge müdürünü görevden alın veya hakkında disiplin cezası verin, hukuka aykırı karar verdi” olabilir mi? Olamaz değil mi? İdari yargı mercilerine tek başvuru yöntemi vardır ve amacı da bellidir. Bu başvuru yöntemi de, idari davadır; amacı, konusuna ve dilekçedeki talebe göre; konusu olan idari işlemin iptal edilerek hukuk düzeninden kaldırılması ve/veya uğranılan zararın tazminidir.
İdari Yargılama Usulü Kanununun 14’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının (d) bendi, yukarıda değindik, bir işlemin idari davaya konu olabilmesi için, kesin ve yürütülmesinin gerekli (yürütülebilir değil) olması koşulunu arıyor. Gümrük Kanununun 242’nci maddesinin 4’üncü fıkrası da, itirazın reddi kararlarına karşı idari yargı mercilerine başvurulabileceğini (idari dava açılabileceğini) söylüyor. Şimdi ne oldu? İtirazın reddi kararın kesin ve yürütülmesi gerekli işlem olmadı mı, kanun nazarında? Aksini bir hukukçu olarak söyleyebilir miyiz? Düzenlemeyi, sağından da solundan da, evirip çevirip tekrar okursanız da, aynı anlam çıkmaz mı? Eğer; Kanun nazarında, kesin ve yürütülmesi gerekli işlem, itirazın reddine ilişkin kararsa, bundan önceki tüm işlemler, hazırlık işlemi veya ara işlem olmaz mı? Buna idare hukukçularının itirazı olabilir mi?
Bakınız. Ben, yazımın sonuç kısmında, (“olan”la “olması gereken”in aynı şeyler olmadığının farkında da olarak) şeklinde bir ibare kullandım. Okuyan hiç kimse, bunu niçin kullandığımın ayırdına varamamış. “Olması gereken” farklı olabilir; farklı düzenleme yapılabilir. O zaman farklı düşünebilirim. Ama, “olan” bu. Ben olana, kanunun kabul ettiğine göre, bundan başka sonuç çıkaramam demek istemiştim. Üzgünüm, kimse anlamamış.
Umarım, Sayın YERCİ, bu söylediklerim açıklayıcı olmuştur. Yine, sorularınız ve yorumlarınız olursa, buraya yazınız; memnuniyetle yanıtlarım. İyi akşamlar.
Saygıdeğer Başsavcım,
Merhaba.
Öncelikle, sorumda, “Saygıder” demişim. “Saygıdeğer” olacaktı. Düzeltir ve özür dilerim.
Yanıtınız için çok teşekkür ederim. İlgi gösterdiniz ve emek verdiniz yanıtlamak için.
Bir sorum daha olacak: GK’nın 242/4’üncü maddesinde “işlem” şeklinde bir sözcük var. Bu sözcük hangi işlemi ifade etmektedir sizce?
Yanıtınız için peşinen teşekkür ederim.
İyi akşamlar dilerim.
Cahit Yerci
Sayın YERCİ, fıkradaki “işlem” sözcüğü, itiraza konu gümrük müdürlüğü işlemini işaret ediyor ve yetkili vergi mahkemesini göstermek için kullanılıyor. Bu kullanılış biçimi, İdari Yargılama Usulü Kanununun vergi uyuşmazlıklarında yetkili mahkemeyi gösteren 37’nci maddesinin düzenlemesine uygundur. Fıkrada, idari yargı merciine yapılacak başvururun konusunu gösteren ibare. “İtirazın reddi kararlarına karşı ibaresidir, işlem sözcüğü değil.
İyi geceler. Selamlar.
Saygıdeğer Başsavcım,
Merhaba.
Yanıtınız için çok teşekkür ederim.
Benim kişisel görüşüm şu şekilde: İtirazın reddi kararlarına karşı açılan davalarda, dava konusunu, bazı istisnai durumlar hariç (örneğin, idari itirazın süreden reddedlmesi) idari işlemin kendisi oluşturmaktadır; itirazın red kararları değil.
İdari itirazın reddedildiği hallerde açılan davalarda, yargı yerinin, idari işlemin yasallığını irdelemeden, idari itirazın reddedilmesi kararının hukuka uygunluğunu karara bağlaması mümkün değildir.
Dava, itirazın reddi kararlarına karşı açılıyorsa eğer, hasım Gümrük ve Ticaret Başmüdürlüğü olmalıdır. Açılan davadaki talebin de bu başmüdürlüğün kararına yönelmesi gerekir. Örneğin, davacı, dava dilekçesinde, yalnızca, gümrük müdürlüğünün tarh ya da ceza kesme işleminin iptalini talep etmişse, yargı yerinin bu davayı görememesi gerekir.
Ayrıca, davayı çözüme kavuşturacak yargı yeri, idari işlemi yapan idareye göre belirleniyorsa, burada, uyuşmazlık konusu, Başmüdürlüğün işlemidir demek ne kadar kanuna uygundur?
Yorum ve değerlendirmeleriniz için peşinen teşekkür ederim.
Saygılarımı sunarım.
Cahit Yerci
Sayın YERCİ, duraksamalarınızı anlıyorum. Mesleğinizin ne olduğunu bilmediğimden, bu konuda çok şey söylemek istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: kafanızdaki sorunlara yanıt bulabilmenize ben yardımcı olamam. Bunun için, İdari Yargılama Usulün kurallarının özellikleri ile inceliklerine vakıf olmanız gerekir. Sorularınızdan ve duraksamalarınızdan, bu konuda derinliğine bilgi birikimine sahip olmadığınızı anlıyorum. Bu konuda birşeyler söylemek istiyorsanız; İdari Yargılama Usulünün temel kuralları ve incelikleri hakkındaki bilginizi derinleştirmenizi; bazı müesseselerin üzerinde bu birikimle düşünmenizi; örneğin, İdari Yargılama Usulü Kanununun,242’nci maddenin 4’üncü fıkrasının uyumlu olduğunu söylediğim, 37’nci maddesinin ilk fıkrasının (b) bendin de, yetki ile ilgili genel kuraldan sapılarak, düzeltme ve şikayet başvurusunda, dava konusu işlemin Gİ Başkanlığının işlemi olmasına ve davada da hasım olarak GİB gösterilmesine karşın, yetkili vergi mahkemesinin vergiyi tarh ve tahakkuk ettiren vergi dairesinin bulunduğu yer mahkemesi olarak gösterilmesinin nedenini; hangi gereksinmeden kaynaklandığını araştırmanızı öneririm. İtirazın reddi kararına karşı açılan davalarda hasım olarak niçin gümrük müdürlüklerinin gösterildiği yolundaki duraksamanız konusunda ise, sayın BULUT’un sorusuna vermiş olduğum yanıtın yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Oraya bakmanızı öneririm. Selamlar.
Sayın CANDAN,
Bana yanıt verirken benimsediğiniz üslupla kendiniz hakkında çok fikir verdiniz. Bu üslubun ne kadar saygılı ve saygın olduğuna ise, okuyanlar zaten karar verir.
Hürmetler…
Cahit Yerci
Cahit üstadım değerli eski bir Maliye ve Gümrük bürokratıdır. Üstelik konusunda tek kitap olan “ithalatta kdv” kitabının da yazarıdır. Açıkçası ben de çok şaşkınım ve üzüldüm bu uslüpla cevap verilmesine kendisine …
Sayın YERCİ, sizi tanımıyorum. Hiçbir kitabınız ya da yazınızı da okumuş değilim. Size özel bir olumlu ya da olumsuz duygu beslemiyorum. Ben, yalnızca, karşımdaki soyut kişinin soru soruş şeklinden çıkarımlar yapıp, bunu eğip bükmeden söyledim. O soyut kişi, bunu anlayamamışsa, bu onun kusuru, benim değil. Size yeniden söyleyim; İdari Yargılama Usulüne vakıf biri, bir idari işlemi hukuka uygunluk denetimine tabi tutarken, onun hazırlık aşamasında yapılan işlemlerin hukuka uygunluğunu da denetleyeceğini bilir ve cevabınızdaki gibi itirazın reddine karşı dava açıldığında, itiraza konu işlemin hukuka uygunluğunu incelemeden davada karar verilemez yorumunu yapıp, bundan itiraza konu kararın davaya konu olabileceği gibi bir çıkarım yapmaz. Yine söyleyeyim: İdari Yargılama Hukuka vakıf biri, kendisine 242’nci maddenin 4’üncü fıkrasında yetkili vergi mahkemesinin belirlenmesinde ölçü alındığını; bunun da, İYUK’nun 37’nci maddesinde yetkili mahkemeyi belirlemede kabul edilen yönteme uygun olduğunu söylememe karşın, yanıtında, “Ayrıca, davayı çözüme kavuşturacak yargı yeri, idari işlemi yapan idareye göre belirleniyorsa, burada, uyuşmazlık konusu, Başmüdürlüğün işlemidir demek ne kadar kanuna uygundur?” gibi bir cümle kurmaz. 37’nci maddenin ilk fıkrasının (b) bendinde uygulanan yöntemi ve bu yöntemin seçilmesinin amacını bilir. Size bir önerim; böylesine gerçekçi bir eleştiriye tahammülünüz yoksa; bilmediğiniz konularda kitap ya da yazı yazmayın; içinde yargı içeren sorular sormayın. Soru sorarken, bilmediğinizi, öğrenmek istediğinizi söyleyin. Yazıyorsanız da, size söylenen gerçekleri saygısızlık olarak yorumlamayın. Asıl saygısızlık, gerçekler kişinin yüzüne söylendiğinde, bunu sindiremeyip, söyleyeni saygısızlıkla suçlamaktır. Sağlıcakla kalın.
Sayın Candan,
Teyit etmişsiniz.
Hürmetler…
Cahit Yerci
Bunu sürdürmenin anlamı yok. Anlaşılan, siz, gerçekle yüzleşmenin hazımsızlığını; ben de, bunu söyleme saygısızlığını sürdürüp gideceğiz. Bitirelim. İyi çalışmalar.
Turgut bey üstadım,
Emeğinize sağlık çok güzel bir makale olmuş.
Gümrük idaresi tarafından tahakkuk ettirilen vergilere ve kesilen para cezalarının idari itiraz prosedürü yerine getirilmeden veya idari iyiraz süresi geçirilmeden kesin ve yürütülebilir bir idari işlem olup olmadığı sanırım makalenizin konusunun çözüm noktası. Bu bağlamda, gümrük vergileri tahakkuku ve para cezalarına karşı açılacak davada; dava konusu idari işlem tahakkuk veya para cezası işlemi mi yoksa bölge müdürlüğünün ret kararı mıdır? Çünkü bu işkenlere karşı açılan davada yargı çevrelerince hasım(davalı) tahakkuku yapan veya cezayı kesen gümrük müdürlüğü olarak kabul görmektedir. Eğer gümrük müdürlüğünün işlemine vaki itirazın reddi kararı dava konusu ediliyor ve bu işlemin iptali yönünde karar veriliyor ise hasım olarak bölge müdürlüğü olması gerekmez mi?
Saygılarımla,
Mustafa Kemal Bulut
Sayın BULUT, merhaba. Öncelikle beğeninize teşekkür ederim. Ayrıca; yaptığınız yorum için de sizi kutlarım. Zira; makale ile ilgili yorum yapma cesaretini ilk siz gösterdiniz. Ne yazık ki, bir çok meslektaşım, yorumlarını, isim belirtmeksizin, aracı ile, bana, iletmeyi tercih ettiler. Ben isterdim ki, kendi isimleriyle, görüşlerini de eleştirilerini de burada yazabilsinler. Amaç, görüş alışverişi değil mi? Burada, açık olarak yapılsın ki, bir yararı olabilsin.
Şunu söylüyorsunuz: Yargı çevrelerinde, hasım olarak gümrük müdürlükleri gösterilmektedir. Eğer, idari davada, bölge müdürlüğünün işlemi dava konusu ise, bölge müdürlüğünün hasım olması gerekmez mi?
Bu duraksamanızda son derece haklısınız. Ben de, 1997 yılında üye seçilip, Danıştay Yedinci Dairesinde göreve başladığımda, daha başta bu konuya takılmıştım. Zira; dava, o tarihte, gümrük başmüdürlüklerinin işlemine karşı açılıyor; ama, hasım, gümrük müdürlüğü gösteriliyordu. Oysa, bir bakanlık bünyesindeki (o tarihte, gümrük müdürlükleri ve başmüdürlükler, Devlet Bakanlığına bağlı, Gümrük Müsteşarlığının taşra örgütü durumunda idiler) müdürlük ve başmüdürlüklerin idari dava ehliyeti bulunmamaktadır. Bakanlıklar da, devlet tüzel kişiliğinden yararlanarak, davada taraf olabilirler. Vergi Usul Kanununa tabi vergilerle ilgili uyuşmazlıklarda, vergi daireleri davada taraf oluyorlardı; ama, Maliye Bakanlığı Teşkilat Kanunu (KHK), vergi dairelerini davayı takip ile yetkilendirmişti (Daha sonra da, Gelir İdaresi Başkanlığı Kuruluş Ve görevleki Kanunu, vergi dairesi başkanlıkları için aynı yetkilendirmeyi yaptı). Ben, gümrük müdürlükleri için de, benzer bir yasa hükmü aradım; ama, bulamadım. Sonunda, 1994 tarihli bir Müşteşarlık genelgesi bulundu. Buna göre, Müsteşarlık, gümrük müdürlüklerine, kendi adına davaları takip yetkisi veriyordu. Arkadaşlarla görüştük; (o tarihte Dairede görevli meslektaşlarım bilirler) şöyle bir çözüm bulduk : temyiz aşamasında, kararın ilgili kısmına, “Gümrük Müsteşarlığını Temsilen…. Gümrük Müdürlüğü) yazalım dedik ve ondan sonraki uygulamayı bu şekilde yaptık. Ama, vergi mahkemeleri, değişiklikteki bu inceliği anlayamadılar; gümrük müdürlüğünü davalı yazmaya devam ettiler. Belki, o tarihte, biz de doğrusunu anlatamadık ya da analatmadık. Dolayısıyla; davalı olarak, gümrük müdürlüğünün de, bölge müdürlüğünün de gösterilmesi yanlış. Hasım, Bakanlık olmalı diye düşünüyorum.
Biliyorsunuz; vergi uyuşmazlıklarını konu edinen idari davaların türü, iptal davasıdır. İptal davalarında, yargılananın idare değil, idarenin işlemi olduğu kabul edilir. Davada bir davalı olması, idari işlemin yapılış nedenlerini yargı yerine açıklayacak bir birime ihtiyaç olmasındandır. Bu birim de, doğal olarak, işlemi yapan idari makamdır. Gümrük uyuşmazlıklarında, tahakkukun neden yapıldığı neden ceza kesildiği, gümrük müdürlüklerince açıklanabilir, ama itirazın neden reddedildiğini ancak bölge müdürlüğü açıklayabilir. Bu bakımdan; hasım olarak ne gümrük müdürlüğünün ne de başmüdürlüğün gösterilmesi, idari davada hasmın varlık nedenine uygundur. Uygun olan, önce de söylemiş olduğum gibi, her ikisini de çatısı altında barındıran bakanlığın hasım olmasıdır. Esasen, diğer idari uyuşmazlıklarda da olan bu değil mi?
Sayın BULUT, umarım, açıklama yeterli olmuştur. İyi akşamlar dilerim.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
VERGİ MAHKEMELERİ , BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ KARARLARINI İPTAL EDERKEN,
ESAS İTİBARIYLA BİR TARH İŞLEMİNİ Mİ YOKSA BİR TAHAKKUK İŞLEMİNİ Mİ
İPTAL EDERLER? .
İPTAL EDİLEN İŞLEMİN VERGİ HUKUKU AÇISINDAN ASIL HUKUKİ NİTELİĞİ NEDİR?
BAŞKA BİR ANLATIMLA, GÜMRÜK MÜDÜRLÜKLERİ İTHALATTAN SONRA BİR VERGİ FARKI TESPİT
ETTİKLERİNDE ESAS İTİBARIYLA BİR TARH İŞLEMİ Mİ; YOKSA BİR TAHAKUK İŞLEMİ Mİ TESİS
ETMEKTEDİRLER?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, merhaba.
Sorunuz gerçekte iki soru içermektedir:
1 – Vergi mahkemeleri, bölge müdürlüğünün itirazın reddine ilişkin kararı mı, yoksa, gümrük müdürlüklerinin bu itiraza konu kararını mı (ek tarhiyat, ceza kararı veya idari kararı mı) iptal etmelidirler?
2 – İthalat gerçekleştikten sonra (gümrük vergisi tahakkuk ettirildikten sonra) gümrük müdürlüklerince yapılan ek vergilendirme işleminin hukuki niteliği nedir? Tarh mı, tahakkuk mu?
Sorunuzu bu çerçevede yanıtlamaya çalışacağım.
1 – Uygulamada; dava dilekçesinde, itirazın reddi işlemi ile birlikte, itiraza konu işlemin (ek tahakkuk, ceza kararı veya idari kararın) ya da yalnızca itiraza konu işlemin iptalinin istenildiği; vergi mahkemelerin de, itirazın reddine dair gümrük bölge müdürlüğünün işlemiyle birlikte, itiraza konu kararın da; hatta, yalnızca itiraza konu kararın iptaline karar verdikleri (idarenin yerine geçerek, vergi ve cezayı terkin ettiklerine veya kaldırdıklarına hiç değinmek istemiyorum) görülmektedir. Uygulamanın bu durumunu gördükten sonra, bu soruyu sormakta son derece haklısınız.
İtiraz aşamasından sonra açılacak idari davanın konusu, 242’nci maddenin 4’üncü fıkrasında açıkça belirtildiği üzere, itiraza konu işlem değil, itirazın reddine dair olan gümrük bölge müdürlüğü işlemidir. Fıkrada, “işlem”den söz edilmesi, davaya bakacak yetkili vergi mahkemesinin belirlenmesi amacıyladır ve İdari Yargılama Usulü Kanununun, vergi uyuşmazlıklarında yetkiyi belirleyen 37’nci maddesinin ilk fıkrasının (b) bendinde kabul edilen belirleme yöntemiyle uyumludur. Davanın konusu, bölge müdürlüklerinin itirazın reddi kararı olunca; açılacak davada yapılacak hukuka uygunluk denetimin de bu işlem üzerinde olması ve yapılacak inceleme sonucuna göre, yine bu işlemin akibeti ile ilgili hüküm kurulması gereklidir. Örneğin; “… nedenlerle hukuka aykırı görülen bölge müdürlüğünün dava konusu işleminin iptaline…” veya “…. nedenlerle dava konusu bölge müdürlüğü işleminde hukuka aykırılık bulunmadığından, davanın reddine…” gibi.
Bununla birlikte; yukarıda da söylediğimiz gibi, uygulamada, dava dilekçelerinde, itirazın reddi işlemi ile birlikte, itiraza konu işlemin (ek tahakkuk, ceza kararı veya idari kararın) ya da yalnızca itiraza konu işlemin iptalinin istenildiği sıkça olmaktadır. Bu bakımdan; dava dilekçesinde yalnızca itiraza konu kararın ya da bu kararla birlikte itirazın reddine dair olan bölge müdürlüğü kararının da iptalinin istenilmesi durumunda, vergi mahkemelerinin davayı gümrük bölge müdürlüğünün işlemine inhisar ettirmeleri veya davanın konusunun doğru belli edilmesi için dilekçenin reddine karar vermeleri uygun olur. Yalnızca itiraza konu kararın iptalinin istenilmesi halinde, diğer bir olasılık da, bu işlemin idari davaya konu edilebilecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddidir. Ancak; bu durumda, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesinin usul kurallarının aşırı katı uygulanmasının mahkemeye ulaşım hakkını ihlal edeceği yolundaki içtihadına muhatap olma riski bulunmaktadır. Bizim önerimiz, davanın doğru işleme yöneltilerek görülmesidir.
Gümrük müdürlüğünün işlemlerine (ek tahakkuk, ceza kararı veya idari kararlara) karşı itiraza gidilmesinin amacı, hukuka aykırılığı iddia olunun bu işlemin üst makamdan geri alınmasının (iptalinin) veya düzeltilmesinin istenilmesidir. Bölge müdürlüğünün bu itirazı reddetmesi, itiraza konu işlemin hukuka uygun olduğu, geri alınamayacağı anlamına gelir. İdari dava sonunda, itirazın reddine ilişkin olan bu işlemi iptal etmekle de, vergi mahkemesi, “Gümrük Bölge Müdürlüğü sen yanılıyorsun. İtiraza konu kararı ben inceledim, yukarıda gerekçesini gösterdiğim üzere, hukuka aykırılığı açık. Hukuka aykırılığı açık olan bu işlemi geri alman veya düzeltmen gerekirken, bu konuda yapılan itirazı reddetmen hukuka aykırı. İptal ediyorum.” demiş olmaktadır. İtiraza konu işlemin geri alınması veya düzeltilmesi, bu iptal kararının konusu değil, gereğidir. İdari Yargılama Usulü Kanununun 28’inci maddesine göre de, iptal kararının gereklerini yerine getirmek, işlemi iptal edilen idareye; yani, konumuz bakımından, gümrük bölge müdürlüğüne ait bir yükümlülüktür. Dolayısıyla; itiraza konu işlemi (ek tahakkuku, ceza kararını veya idari işlemi) geri almak (iptal etmek) veya düzeltmek yetkisi de, yükümlülüğü de, bu idareye aittir. Dava sonunda, vergi mahkemesince, itiraza konu işlemin (ek tahakkukun, ceza kararının veya idari işlemin) iptaline de karar verilmesi, mahkemenin bu idarenin yerine geçerek karar vermesi anlamına gelir ki; bu, Anayasanın 125’inci maddesi ile İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinin 2’nci fıkrasında yapılan yasaklamanın açık ihlalidir. Bu bakımdan; bu tür davalarda, hüküm kurulurken özenli olmakta yarar vardır.
2 – Sorularınızdan ikincisinin yanıtına gelince: “Tarh” sözcüğünün matematik dışındaki anlamı, “vergi koyma”dır. Vergi Usul Kanunu anlamında ise, verginin miktar olarak hesaplanmasıdır. Oysa; “tahakkuk”un sözlük anlamı, “gerçekleşme” dir. Vergi Usul Kanunu anlamında ise, miktar itibarıyla hesaplanarak muhatabına tebliğ edilen verginin ödenmesi gereken aşamaya gelmesidir. Bu aşamadan sonra, artık hiçbir idari ve yargısal başvurunun, ödeme yükümlülüğünü (Kanunda yazılı terkini gerektiren haller dışında) kaldırıcı veya (6183 sayılı Kanunun 48’inci maddesinin uygulanması hali dışında) erteleyici etki yapması mümkün değildir. Ödeme süresi içerisinde ödenmeyen vergi, 6183 sayılı Kanunun cebri icra yöntemleri uygulanarak tahsil edilir. Buna göre; tarh işlemiyle verginin miktar itibarıyla hesaplaması yapılmakta; ancak, tahakkuk etmedikçe, ödenmesi gerekmemektedir.
Gümrük Mevzuatında ise; durum, bundan farklıdır. Uygulamada ek tahakkuk denilen tahakkuk işlemiyle, hem verginin miktar itibarıyla hesaplaması yapılmakta, hem de ödeme süresi başlatılmaktadır. Vergiyi miktar itibarıyla ilk defa hesaplayan işlem olması bakımından tarh işlemine benzeyen tahakkuk işlemi, tebliğiyle ödeme süresini başlatıyor olması yönüyle, Vergi Usul Kanununda tanımı yapılan tarh işleminden farkılık göstermektedir. Ödeme süresini başlatması bakımından ise, Vergi Usul Kanununun tahakkuk işlemine benzemekte; ancak, itirazda bulunulmasının ödeme süresini kesmesi bakımından, bu tahakkuk işleminden ayrılmaktadır.
Bu bakımlardan; Vergi Usul Kanununun ölçütleri içerisinde, tam anlamıyla ne tarh, ne de tahakkuk işlemidir denilebilir. Bize göre; ağırlıklı olarak tarh işlemine benzeyen; ancak tahakkukun özelliklerini de barındıran, suijeneris (kendine özgü) bir vergilendirme işlemi olarak almak daha doğru olur.
Açıklayıcı olduğu umuduyla, selamlar.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİYLE BİRLİKTE, VERGİ İNCELEME YA DA VERGİ TEKNİGİ RAPORU MÜKELLEFE TEBLİĞ EDİLMEMİŞ OLSA BİLE, MAHKEMENİN ARA KARARIYLA BUNLARI DAVACI MÜKELEFE TEBLİĞ EDEREK SAVUNMA HAKKI İÇİN SÜRE VERMESİYLE SAVUNMA HAKKININ İHLALİNİN ENGELLENDİĞİ GÖRÜŞÜ DANIŞTAYDA YERLEŞİK İÇTİHAT HALİNİ ALDI.
ANCAK BURDA SAVUNMA HAKKININ İHLALİ YÖNÜYLE ASIL ÖNEMLİ BAŞKA BİR KONU DAHA VAR. BU GÖRÜŞE KATILMAYANLARIN ASIL DAYANAK NOKTASI DA ZATEN BU..
RAPORLAR DAVACIYA MAHKEME TARAFINDAN TEBLİĞ EDİLMİŞ OLSA BİLE, YİNE DE ;
1- 1 KAT VERGİ ZİYALI CEZALI TARHİYATLARDA DAVA AÇMADAN ÖNCE UZLAŞMA HAKKININ MÜKELLEFÇE DEĞERLENDİRİLMESİNİN ENGELLENMESİ
2- VUK NUN 376 MADDESİNDEKİ İNDİRİM HAKKININ DEĞERLENDİRİLMESİNİN ENGELLENMESİ
NEDENLERİYLE
YİNE DE SAVUNMA HAKKININ İHLALİ SÖZ KONUSU OLMUYOR MU?
VERGİ/ CEZA İHBARNAMESİYLE BİRLİKTE İLGİLİ RAPORLARIN MÜKELLEFE TEBLİĞ EDİLMEMESİ, MÜKELLEFİN HAKKINDA YAPILAN CEZALI TARHİYATLARIN NEDENİ DAVA AÇMADAN ÖĞRENMEK SURETİYLE UZLAŞMA YA DA İNDİRİM HAKKINI KULLANIP KULLANMAMASI YÖNÜNDEKİ TAKDİR HAKKININ ENGELLENMESİ SONUCUNU DOĞURARAK, MÜKELLEFİN SAVUNMA HAKKI İHLAL EDİLMİŞ OLMUYOR MU?
BU KONUDAKİ SİZİN GÖRÜŞLERİNİZİ ÖĞRENMEK İSTİYORUM.
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, haklısınız. Ben de öyle düşünüyorum. Eğer, VİR ve VTR’nun mükellefe tebliği dava ve savunma hakkının gereği gibi kullanabilmesi için gerekli ise ( ki öyledir), mükellefin diğer yasal haklarını kullanabilmesi için de gereklidir. Ben, Danıştay’ın anılan görüşüne katılmıyorum. Bu görüşümü de, bir konuşmamda, benzer bir konu sebebiyle,ifade ettiğimi hatırlıyorum. Eğer, ihbarname ile birlikte VİR ve VTR’nin de tebliğ edilmediği tespit edilirse, mükellefe, bunlar zamanında tebliğ edilmiş olsaydı mükellefin kullanmayı düşünebileceği tüm hakların yeniden tanınmasını sağlayıcı bir çözüm bulunması daha doğru olur.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
SONUÇ OLARAK;
DANIŞTAY VERGİ DAVA DAİRELERİN ŞİMDİKİ YERLEŞİK KARARLARININ HUKUKA UYGUN OLMADIĞINI ;
VERGİ İNCELEME VE VERGİ TEKNİĞİ RAPORLARI EKİNDE OLMADAN TEBLİĞ EDİLEN VERGİ/CEZA İHBARNAMELERİNE KARŞI AÇILAN DAVALARDA; VERGİ MAHKEMELERİNİN SAVUNMA HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİ GEREKÇESİYLE CEZALI TARHİYATLARIN KALDIRILMASINA KARAR VERMELERİNİN HUKUKA UYGUN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORSUNUZ DEĞİL Mİ BAŞSAVCIM?
YOKSA BAŞKA BİR ÇÖZÜM ÖNERİNİZ Mİ VAR?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, uzun zamandan buyana, esası usule üstün tutan bir anlayış var. Bunlara göre; esas usule feda edilemez. Usul kurallarına öncelik vermek, usul ekonomisine aykırıdır ve yargılamanın uzaması sonucunu yaratmaktan öte bir etki yaratmaz. Bu iddiada bulunanların Türk Yargısını, Ergenekon ve Balyoz davalarında, ne hale getirdiklerinin, yakın zamanda, canlı tanığı olduk. Daha doğrusu, insan beyninin kendi sinir hücrelerinin mantıksal iletişimi ile bulabileceği bir sonucu yaşayarak öğrendik. Oysa; ne usul ekonomisi, yargının tarafsızlığını ve adil yargılamayı sağlayıcı usul kurallarının ihmali sonucu yaratabilir, ne de usul kuralları esasa feda edilebilir. Ben böyle söyleyenlere şu yanıtı veriyorum: “Kuşkusuz, esas önemlidir. Ama, yalnızca bir bireye değil, tüm kamuya tarafsız ve adil yargılanma sağlayan usul kuralları daha önemlidir”. Bu bakımdan; salt usul ekonomisi gerekçesiyle, VUK’nun 35 ve 108’inci maddelerini yok saymak ve davacıya VİR veya VTR temin edilerek, yalnızca savunma hakkı vermek, adil yargılanma hakkını sağlayamaz. Bana göre; vergi ihbarnamesine VİR ve VTR’nin eklenmemiş olması, anılan maddelere göre, tebligatın yok sayılmasını gerektiren, esaslı bir şekil noksanlığıdır. Böyle bir noksanlık, tarhiyatın iptalini (kaldırılmasını değil) gerektirmez; ancak, kullanılması, usulüne göre yapılmış bir bildirim bulunmasına bağlı olan haklar yönünden, bu hakların kullanılması için kanunlarda öngörülen sürelerin işlemesini olanaksız kılar. Belki, yeni (ilk defa söyleniyor) olduğu için bir çok kişiye çarpıcı ve itici gelebilir (hatta geleceğine eminim), ama önerim şu: Davada, uygulamada yapıldığı gibi, davalı idareden ihbarnameye eklenmeyen raporlar getirtilerek, davacıya gönderilir ve otuz gün süre verilerek, bu süre içerisinde, yasada tanınan haklarından hangisini kullanmak istediği sorulabilir, bu haklardan dava yolunu tercih etmesi halinde, bu raporlara göre tarhiyatın hukuki durumu hakkında ne diyebilecekse onu söylemesinin gerektiği belirtilir. Eğer, davacı, örneğin uzlaşma başvurusunda bulunmayı veya 376’ncı maddeden yararlanmayı seçtiği yolunda bir yanıt verirse; davalı idarenin, hukuken yok hükmünde tebligatla, usulüne uygun tebliğ edilmesi halinde uzlaşma hakkını kullanacağı anlaşılan davacının, bu yola gitmesini engelleyerek, gereksiz dava açmasına yol açtığı gerekçesiyle, merci tecavüzü olduğuna ve dava dilekçesinin ilgili vergi dairesine veya uzlaşma komisyonu sekreterliğine tevdiine karar verilir; yargılama giderleri de vergi dairesine yükletilir. Kuşkusuz; bu önerime, merci tecavüzü müessesesiyle çok örtüşmediğini ileri sürerek, itiraz edenler olacaktır. Ama; VUK’nun 124’üncü maddesi ile Gümrük Kanununun 242’nci maddesi uyarınca verilen merci tecavüzü kararları da, Danıştay’ın 521 sayılı Kanun dönemindeki bu müessese ile ilgili anlayışına çok uymadığı halde, seksenli yıllarda nasıl uydurulmuşsa, şimdi de uydurulabilir. O düzenlemelerde, dava açmadan önce (dava konusu işlem tesisi için) kanun gereği gidilmesi zorunlu başvurular söz konusudur. Burada da, ilgilinin dava açmadan önce istemesi halinde, davalı idarenin kanunen işletmek zorunda olduğu bir idari usul söz konusudur. VİR ve VTR’leri incelemiş olsaydı, iradesi o müesseselerden birini (örneğin, uzlaşma müessesesini) kullanma yönünde olacak olan davacının, anılan raporlar kanuna aykırı olarak ihbarnameye eklenmeyerek, iradesinin gereğini yapması engellenmiştir. Engel kaldırıldığında; idari dava, bu müesseseler atlanarak açılmış dava haline gelir. Bu da, merci atlanarak, idari dava açılması halinin bir benzeridir denilebilir. Benimki, yalnızca bir öneri. Kabul edip etmemek, gerçekleşebilecek adil çözüm arayanlara düşer.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
DANIŞTAYDA DA TARTIŞMALI OLAN BİR KONUDA GÖRÜŞÜNÜZÜ ÖĞRENMEK İSTİYORUM.
BAZI DANIŞTAY KARARLARINDA ( AKSİ YÖNDE DANIŞTAY KARARLARI DA VARDIR) CEZALI TARHİYAT YAPILDIKTAN SONRA 6183 SAYILI KANUNUN 13/1 UYARINCA İHTİYATİ HACİZ KARARI ALINMASININ MÜMKÜN OLMADIĞI BELİRTİLMEKTEDİR.
BU GÖRÜŞÜN HUKUKİ DAYANAKLARI NEDİR? ÇÜNKÜ DANIŞTAY KARARLARININ GEREKÇESİNDE DE BU GÖRÜŞÜN YASAL DAYANAKLARI HAKKINDA AÇIKLAYICI NET BİR BİLGİ BULUNMAMAKTADIR.
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALATTA 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA PARA CEZASI UYGULAMASIYLA İLGİLİ BİR SORUM DAHA OLACAK…..
DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALAT YAPILDIKTAN SONRA REJİM SONLANDIRILIYOR VE TEMİNAT MEKTUBUDA İTHALATÇIYA İADE EDİLİYOR.
DAHİLDE İŞLEME REJİMİ MÜEYYİDESİZ ŞEKİLDE SONLANDIRILDIKTAN SONRA, GÜMRÜK MÜDÜRLÜĞÜ YAPTIĞI İNCELEME SONUCUNDA, İTHALATTA ÇİFT FATURA KULLANILMAK SURETİYLE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNİ VE KIYMET DÜŞÜK BEYAN EDİLMEK SURETİYLE DAHİLDE İŞLEME REJİMİNDE DÖVİZ KULLANIM ORANI, RANDIMAN ORANI GİBİ SAYISAL DEĞERLERDE SAPTIRMA YAPILMAK SURETİYLE SERBEST DOLAŞIMA GÜMRÜK VERGİSİ ÖDENMEDEN EŞYA SOKULDUGUNU TESPİT EDİYOR.
YANİ GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLMESİNİN NEDENİNİN TEMİNAT MİKTARINI DÜŞÜK GÖSTERMEK OLMADIĞI, GÜMRÜK KIYMETİ DÜŞÜK BEYAN EDİLMESİNİN ASIL NEDENİNİN; DÖVİZ KULANIM ORANI, RANDIMAN ORANI GİBİ TEKNİK HESAPLAMALAR KULANILMAK SURETİYLE YURT İÇİNE KAÇAK OLARAK EŞYA SOKULMAK OLDUĞU KANITLANIYOR.
BU DURUMDA İTHATÇI ADINA REJİM İHLALİ YANİ YURDA GÜMRÜK VERGİLERİ ÖDENMEDEN SOKULAN EŞYALAR NEDENİYLE SADECE 4458 SAYILI KANUNUN 238. MADDESİ UYARINCA PARA CEZASI MI UYGULANACAKTIR?
YOKSA ; İTHALATÇI ADINA REJİM İHLALİ NEDENİYLE 238 . MADDE UYARINCA UYGULANACAK PARA CEZASI KARARINDAN AYRI OLARAK DA; KIYMETİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİNDEN BAHİSLE DE AYRICA 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA PARA CEZASI KARARI UYGULANACAKMIDIR?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, merhaba.
Sayın ERCİYAS, örnek vermiş olduğunuz olayda, iki ayrı kanuna aykırı davranış (eylem) var: İlki, DİR’ne tabi eşyayı, kanuna aykırı olarak serbest dolaşıma sokmak. İkincisi, serbest dolaşıma sokulan eşyanın DİR kapsamında ithali sırasında, eşyanın değerini düşük göstermek amacıyla, çifte fatura kullanmak. Gümrükte çifte fatura kullanmak, bilmeyenler olabileceği için söyleyelim, çıkış gümrüğüne ayrı, giriş gümrüğüne ayrı tutarlar içeren fatura ibraz olunması; başka anlatımla; ihraç gümrüğüne gerçek alım bedelini taşıyan, giriş gümrüğüne ise, düşük bedel içeren ve gerçeği yansıtmayan fatura verilmesidir. Amaç, eşyanın kıymetini düşük göstererek, daha az gümrük vergisi ödenmesidir.
DİR kapsamındaki eşyanın Gümrük İdaresinin izni olmaksızın, serbest dolaşıma sokulması eyleminin cezası, Gümrük Kanununun 238’inci maddesine göre, eşyanın (gümrük vergisinin değil) gümrüklenmiş kıymetinin iki katıdır. Yani; eşyanın kıymeti (değeri) + gümrük vergileri x 2 = ceza miktarıdır. Bu ceza, 234’üncü maddenin 1’inci fıkrasında, noksan kıymet beyanı için öngörülen para cezasından çok daha ağır bir cezadır.
İkinci eyleme gelince: Ben, bu halde, 234/2’deki cezanın uygulanacağı düşüncesinde değilim. Zira; anılan ceza, eşyanın teminata esas olmak üzere beyan edilen kıymetinin noksan olduğunun, rejim sona ermeden veya ihlal edilmeden tespiti halinde verilmesi gereken cezadır. Esasen; konu ile ilgili daha önceki yanıtlarımdan da anlaşılacağı üzere, ölçülülük ilkesine uygun olsun diye, 234/1’de aynı eylem için öngörülen cezanın yarısı öngörülmüştür. Kanuna aykırı da olsa, rejim kapatılmış ve teminat geri verilmiş; dolayısıyla, eşya, bambaşka bir hukuki duruma girmiştir. Bu hukuki durum, Kanunun 180 ve devamı maddeleri ile 114’üncü maddesinde öngörülen ve vergisel durumu ve cezası bakımlarından ilkinden tamamen ayrı olan hukuki durumdur.
Kanunun 183’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında, “Gümrük gözetimi altındaki ithalat vergilerine tabi eşyanın, kanuna aykırı olarak gümrük gözetimi dışına çıkarılması halinde gümrük yükümlülüğü doğar.
2. Gümrük yükümlülüğü, eşyanın gümrük gözetiminden çıkarıldığı tarihte başlar.” denilmektedir.
Kanunun 114’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında da, “Dahilde işleme rejimi kapsamında bir gümrük yükümlülüğünün doğması halinde, 115 inci madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, gümrük vergileri, ithal eşyasının dahilde işleme rejimine ilişkin beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları gözönünde bulundurularak hesaplanır.” hükmü yer almış bulunmaktadır. Bu iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, dahilde işleme rejimi kapsamındaki eşyanın gümrüğün izni olmadan serbest dolaşıma sokulması durumunda, eşyanın gümrük yükümlülüğünün gümrük gözetiminden çıkarıldığı tarihte doğacağı; gümrük vergisinin ise, eşyanın dahilde işleme rejimi beyannamesinin tescil edildiği tarihteki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları, yani beyan edilen kıymetinin göz önünde tutularak hesaplanıp tahsil edileceği anlaşılmaktadır.
Eğer, eşyanın kıymeti o tarihte doğru beyan edilmiş olunsaydı; herhangi bir sorun olmayacaktı. Yalnızca, eşyanın açıklanan şekilde hesaplanan vergisi ve 238’inci maddeye göre hesaplanan cezası ödenmekle yetinilecekti.
Bana göre; kanuna aykırı bu eyleme, serbest dolaşıma DİR ihlali edilerek giriş, usulüne uygun bir giriş; DİR için yapılan beyan da, bu rejime giriş için yapılmış bir beyan olmadığından; eşyanın kıymetinin noksan beyan edilmiş olunmasına karşın, tipiklik ilkesi uyarınca, 234’üncü maddenin 1’inci fıkrası da uygulanamaz.
Kanunun başka bir maddesinde de, bu eyleme tıpa tıp uyan eylemler için ceza öngören (238’den) başka bir madde de bulunmamaktadır..
Yine, bana göre; eğer, yükümlünün DİR giriş beyannamesinde eşyanın kıymeti için çifte fatura kullandığı, eşyanın kanuna aykırı olarak rejim dışına çıkarıldığı tarihten önce veya aynı tarihte tespit edilmiş ise; 238’inci maddeye göre belirlenecek cezası, esasen gerçek kıymete göre hesaplanacağından; başkaca bir cezaya gerek kalmayacaktır. Yok, eğer, daha sonraki bir tarihte yapılmışsa, zamanaşımı süresi içerisinde olmak kaydıyla, hem ek bir tahakkukla verginin tamamlattırılması, hem de ek bir ceza kararı ile, tamamlattırılan bu vergiye göre, 238’inci madde uyarınca yeniden hesaplanacak cezanın noksan kısmının alınması uygun olur.
Benim görüşüm bu.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
UYGUN OLURSA 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDE UYGULAMASIYLA İLGİLİ BİR SORUM DAHA OLACAK.
YANITINIZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM.
DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE İTHALAT YAPAN A FİRMASI BANKADAN BİR TUTAR SINIRLAMASI OLMAKSIZIN 2 YIL SÜRELİ TEMİNAT MEKTUBU ALMIŞ
TEMİNAT MEKTUBUNU VEREN BANKA A İTHALATÇISININ DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE YAPTIĞI BÜTÜN İHALATLARA BİR TUTAR ( TL) SINIRLAMASI OLMAKSIZIN 2 YIL BOYUNCA KEFİL OLMUŞ.
DAHİLDE İŞLEME REJİMİ SONA ERMEDEN İTHALATTÇININ ÇİFT FATURA KULLANMAK SURETİYLE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ TESPİT EDİLMİŞ.
DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE YAPILAN BU İTHALATTA ÇİFT FATURA KULLANMAK SURETİYLE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK GÖSTERİLMESİNİN NEDENİN TEMİNAT MEKTUBU TUTARINI DÜŞÜK GÖSTERMEK OLMADIĞI ÇOK AÇIK.
ÇÜNKÜ BANKADAN ALINAN TEMİNAT MEKTUBUNDA BANKANIN KEFİL OLDUĞU TEMİNAT TUTARI ZATEN SINIRSIZ. YANİ İTHALATÇININ TEMİNAT TUTARINI DÜŞÜK GÖSTERMEK GİBİ DERDİ YOK.
DAHİLDE İŞLEME REJİMİYLE YAPILAN BU İTHALATTA VERGİLER TEMİNATA BAGLANARAK YANİ ZATEN VERGİLER ÖDENMEDEN İTHALAT YAPILIYOR. TEMİNAT MEKTUBU TUTARI DA ZATEN SINIRSIZ.
PEKİ BU İTHALATÇI NEDEN GÜMRÜK KIYMETİNİ DÜŞÜK GÖSTERME İHTİYACI HİSSETMİŞ ?- AMACI NE OLABİLİR?
GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLMESİNİN AMACI , SERBEST DOLAŞIMA KAÇAK OLARAK EŞYA SOKMAK ..
GÜMRÜK KIYMETİ DÜŞÜK BEYAN EDİLEREK; DÖVİZ KULLANIM ORANI, RANDIMAN ORANI GİBİ SAYISAL VERİLER KULLANILMAK SURETİYLE SERBEST DOLAŞIMA GÜMRÜK VERGİLER ÖDENMEDEN EŞYA SOKULMASI MÜMKÜN OLABİLİYOR.
SORUM ŞU :!!!!!!!!!!!!!!!
TEMİNAT TUTARI SINIRSIZ OLAN BİR TEMİNAT MEKTUBUYLA YAPILAN DAHİLDE İŞLEME REJİMİ İTHALATINDA, ÇİFT FATURA KULLANILMAK SURETİYLE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ, DAHİLDE İŞLEME REJİMİ SONA ERMEDEN TESPİT EDİLDİĞİNDE DE 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA YİNE PARA CEZASI UYGULANACAKMIDIR.??????
SAYGILARIMLA.
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, teminat mektubunda miktar sınırlaması olmamasının sonucu değiştireceğini düşünmüyorum. Zira; rejim ihlali halinde, bu teminat mektubundan tahsil edilecek vergi, beyan edilen kıymete göre hesaplanacak vergi olacaktır; yani, noksan vergi. Rejime giriş için verilen beyannamede eksik kıymet beyanı ile kabahat işlenmiş olmaktadır.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
YANITINIZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM.
TEMİNAT TUTARI SINIRSIZ OLAN BİR TEMİNAT MEKTUBUYLA YAPILAN DAHİLDE İŞLEME REJİMİ İTHALATINDA, ÇİFT FATURA KULLANILMAK SURETİYLE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ,
DAHİLDE İŞLEME REJİMİ SONA ERDİKTEN SONRA TESPİT EDİLİYOR.
AMA REJİM İHLALİ YAPILDIĞI YÖNÜNDE İSE BİR TESPİT YAPILMIYOR. YANİ VERGİ ZİYAI YOK.
BU DURUMDA, YANİ SINIRSIZ TUTARLI BİR TEMİNAT MEKTUBUYLA YAPILAN BİR İTHALATTA DAHİLDE İŞLEME REJİMİ KAPANDIKTAN SONRA,
REJİM İHLALİ YÖNÜNDE BİR TESPİT DE OLMADAN SADECE GÜMRÜK GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ GEREKÇESİYLE 4458 SAYILI KANUNUN 234/2 MADDESİ UYARINCA PARA CEZASI UYGULANACAKMIDIR?
SAYGILARIMLA.
MEHMET FATİH ERCİYAS
Bunun yanıtını daha önce vermiştim; ama, yine vereyim. Rejim ihlal edilmemiş ve usulüne uygun olarak kapatılmışsa, 234/2 uygulanmaz. Ama, çift fatura kullanmak, giriş gümrüğüne verilenin, gerçek fatura olmadığını gösterir. Yani; gümrüğe kıymet bakımından yalan beyanda bulunulmuş demektir. Eğer, bu eylem başka bir suç ya da kabahat oluşturursa, o suç ya da kabahat için öngörülen ceza uygulanır. Değilse, yapılacak birşey de yok.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
SONUÇ OLARAK ,
SINIRSIZ TUTARLI TEMİNAT MEKTUBUYLA YAPILAN DAHİLDE İŞLEME REJİMİ İTHALATTA REJİM KAPANDIKTAN SONRA GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ VE FAKAT REJİM İHLALİNİN DE OLMADIĞI DURUMLARDA GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ GEREKÇESİYLE 234/2 MADDE UYARINCA CEZA UYGULANAMIYOR.
AMA REJİM KAPANMADAN ÖNCE GÜMRÜK KIYMETİNİN DÜŞÜK BEYAN EDİLDİĞİ VE FAKAT YİNE REJİM İHLALİ OLMADIĞI DURUMLARDA İSE 234/2 UYARINCA CEZA UYGULANABİLİYOR.
SAYIN BAŞSAVCIM ;
BU İKİLİ AYRIMIN YASAL DAYANAKLARI NEDİR?
BU ŞEKİLDE BİR İKİLİ AYRIM YAPMAK SURETİYLE BU GÖRÜŞÜ SAVUNURKEN , YASAL VE HUKİKİ DAYANAKLARINI NE ŞEKİLDE BELİRTMEMİZ GEREKECEK?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, rejim henüz kapanmadan beyandaki noksanlığın saptanması halinde 234/2’ye göre ceza kesilebilmesi için, ayrıca bir yasal dayanağı gerek yok. Anılan fıkra esasen bunu düzenliyor. Beyandaki eksikliğin rejimin kapanmasından sonra saptanması durumunda anılan düzenlemeye göre ceza kesilemeyeceği yolundaki görüşümün yasal dayanağı ise, fıkradaki düzenlemenin, bu konuyla ilgili sorularınıza daha önce vermiş olduğum yanıtlarda ortaya koyduğum varlık nedeninde mevcuttur. Rejim herhangi bir sorun olmaksızın kapatıldığına göre; Kanun koyucu’nun ceza yaptırımıyla engellemek istediği, eksik beyandan kaynaklanması olasılığı bulunan, riskler de ortadan kalmış demektir. Dolayısıyla, 234/2’ye göre ceza kesilmesini gerektiren bir neden kalmamıştır.
Sayın ERCİYAS, merhaba,
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Kanununun 13’üncü maddesinde düzenlenen ihtiyati haciz müessesesi, adından da anlaşılacağı üzere, bu Kanun kapsamındaki kamu alacaklarını teminat altına alan müesseselerden biridir. Ayrıca; ihtiyati haciz koyma yetkisi, alacaklı kamu idaresinin her durumda kullanabileceği bir yetki de değildir. Bu yetkinin kullanılması, maddede, bireylerin hukuk güvenlikleri ve mülkiyet hakları bakımından sıkı koşullara bağlanmıştır. Müessesenin öncelikle bu yönden düşünülmesi gereklidir.
Madde, ilk fıkrasında, 9’uncu maddede gereğince teminat istenilmesini mücip hallerin mevcut olması durumunda ihtiyati haciz kararı alınabileceğini söylemektedir. Fıkraya göre; alacaklı kamu idaresine başka kanunlarının, hatta, 6183 sayılı Kanunun başka maddelerinde verilen teminat isteme yetkisinin kullanılmasını gerektiren hallerin varlığı, ihtiyati haciz kararı alınabilmesi için yeterli değildir. Teminat istenilmesini gerektiren durumların, fıkrada sözü edilen 9’uncu maddede sayılan hallerden biri olması zorunludur. Buna karşılık; bu fıkra uyarınca ihtiyati hariç kararı alınabilmesi için, teminatın istenilmiş olması gerekmemektedir.
9’uncu maddede, teminat istenilmesini gerektiren üç hal öngörülmüştür: VUK’nun 344’üncü maddesi uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren hallerin varlığı; kamu alacağının aynı Kanunun 359’uncu maddesinde sayılan hallere temas etmesi ve Türkiye’de ikametgahı olmayan kamu borçlusunun durumunun alacağın tahsilini tehlikeye sokması.
İlk iki halin varlığı da tek başlarına teminat istenilmesi olanağı tanımamaktadır. Ayrıca iki koşulun daha gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlk koşul, kamu alacağının salınması için gerekli muamelelere başlanılmış olması; ikincisi de, vergi incelemesine yetkili olanlarca yapılmış ilk hesaplamaların olması gereklidir. Bu koşulların varlığı halinde, Kanun koyucu, henüz kesin haciz koyma olanağı bulunmayan alacaklı kamu idaresine, olası alacağını güvence altına almak üzere, teminat isteme hakkı tanımaktadır. Başka anlatımla; madde, hukuken var olan, kesinleşmiş, tahsili olanaklı kamu alacağını değil; ileride varlık kazanması olası kamu alacağını güvence altına almaktadır. Kamu alacağının, henüz, hukuki olarak var olmadığı; kamu borçlusunun da, olası borçları yönünden yasal yollara başvurma olanağının bulunmadığı dönemde, alacaklı kamu idaresine tanınan bu yetki, hukuk devleti çerçevesinde, olağandışı bir yetkidir ve kullanılmasının bireylerin Anayasa ve yasalarla korunan haklarının zarar görmesine yol açması kaçınılmazdır. Bu nedenle de, hem yetkiyi kullanacak olan yönünden, hem de yetkinin kullanılması yönünden, maddede sıkı koşullar aranmıştır; kullanılması da bu koşullarda olanaklıdır. Bu bakımdan; olası borçludan, 9’uncu maddede sayılan ilk iki hal için teminat istenilmesi, salt, sözünü etmiş olduğumuz iki koşulun varlığına bağlıdır. Dolayısıyla; bu iki halde, teminat istenilmesini gerektiren durum, bu iki koşulun gerçekleştiği durumdur.
Alacak hukuken varlık kazandıktan sonra (tarh işleminin yapılmış olması, alacağa hukuken varlık kazandırır), artık hukuk devletinin olağan yöntemlerinin işletilmesi gereklidir: Kamu borçlusunun idari dava yoluna gitmesi halinde, kamu alacağının tahsilinin durması; bu yolu kullanmaması veya davanın reddedilmesi durumunda, borcu ödemesi; ödemediği takdirde, alacağın ödeme emri ile istenilmesi; ödeme emri tebliğine karşın, borcun süresi içerisinde ödenmemesi halinde kesin haciz kararı alınıp uygulanması, satış vs. Bu süreçte, 9’uncu maddenin ilk fıkrasında yazılı nedenlerle teminat istenilmesini gerektiren herhangi bir durumun olması mümkün değildir. Dolayısıyla, anılan fıkraya dayanılarak teminat istenilmesinin gerekli olduğundan söz edilmesi de mümkün değildir.
Bu bakımdan; tarh işlemi yapılıp, ihbarname tebliğ edildikten sonra, borçludan 9’uncu madde uyarınca teminat istenilmesi veya teminat istenilmesini gerektiren hallerin varlığının ileri sürülmesi ve buna dayanılarak ihtiyati haciz kararı alınıp uygulanması hukuki değildir.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
Öncelikle yanıtınız için teşekkür ederim.
13/1 ihtiyati haciz konusuyla ilgili olarak size üç ayrı sorum daha olacak.
Yanıtlarınız için şimdiden teşekkür ederim.
SORUM 1 :
-AATUHK md.13 ile ihtiyati haciz kararının herhangi bir zamanla sınırlı olmaksızın alınabileceği ve derhal uygulanacağı belirtilmiştir.
Yani yasa hükmünde , ihtiyati haczin bir zaman sınırlaması olmaksızın derhal uygulanabileceğinin belirtilmiş olması cezalı tarh işlemi tesis edildikten sonra da 13/1 uyarınca ihtiyati haczin uygulanabileceği anlamına gelmez mi?
SORUM 2 :
13/1 de sadece, vergi incelemesine başlanıldığı durumlarda ihtiyati haciz kararının en erken ne zaman alınabileceği düzenlenmiştir.İhtiyati haciz kararının alınabileceği son tarih hakkında bir düzenleme yapılmamıştır. Bu hükümde 13/1 uyarınca ihtiyati haciz kararı alınabilmesi için son bir tarih olduğu belirtilmediği gibi, son bir tarih olmadığı yönünde bir bilginin de olmadığı açık değil mi?
SORU 3
13/1 hükmü de diger ihtiyati haciz hükümleri gibi vergi borçlarının garanti altına alınması için için düzenlenmiş olduğuna göre yasa koyucu ; neden vergi/ ceza ihbarnamesi düzenlendikten sonra 13/1 uyarınca ihtiyati haciz kararı alınması engellemek istemiş olsun?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, bu son sorularınızla ilgili olarak, önceki yanıtıma, ancak şunları ekleyebilirim. Diğerleri zaten o yanıtta açıklaması olan hususlar:
1- Söylediğim gibi, ihtiyati haciz, olağan dışı bir koruma yöntemi. Hatalı uygulandığında bireyin hukuk güvenliği ve mülkiyet hakkının ihlal edilmesi kaçınılmaz. Bu yüzden; kanun hem koşulları hem de yetkilileri yönünden kesin hacze nazaran farklı ve katı koşullar öngörmüştür. Eğer, söylediğiniz gibi, tarh işlemi yapıldıktan sonra da teminat istemek mümkün olsaydı; Kanun koyucu, “ilk hesaplamalara veya yapılan tarhiyata göre” ibaresini kullanırdı. Tarhiyat yapıldıktan sonra da teminat istenmesi,ancak borçlunun Türkiye’de ikametgahının olması koşuluna bağlıdır. Bu hal dışında, 9’uncu maddede, tarhiyattan sonra teminat istenilebilecek bir hal öngörülmemiştir. Tarhiyattan sonra ihtiyati haciz, 13’üncü maddede yazılı diğer hallerden birinin bulunması koşuluyla olanaklıdır.
2- Zamanla mukayyet olmama hali, ihtiyati haciz kararının alınmasıyla değil; alınan kararın uygulanmasıyla ilgilidir ve ihtiyati haciz koşulları devam ettikçe, alınan kararın uygulanmaya devam edeceği anlamına gelir.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE AMME BORÇLULARININ KİMLER OLDUĞU TEK TEK SAYILMIŞ.
SORUM 1
KANUNİ TEMSİLCİLER 3. MADDE DE AMME BORÇLUSU OLARAK SAYILMIŞKEN NEDEN LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI AMME BORÇLUSU OLARAK SAYILMAMIŞ? LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI BU MADDEYE GÖRE AMME BORÇLUSU DEĞİLLER Mİ?
DİĞER TARAFTAN ; LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARININ 6183 SAYILI KANUNUN 35. MADDESİ UYARINCA İSE AMME BORÇLU OLDUKLARI İSE ÇOK AÇIK DEĞİL Mİ? BURDA YİNE BİR ÇELİŞKİ YOK MU?
SORUM 2 :
VERGİ SORUMLULARI AMME BORÇLU OLARAK SAYILIRKEN, AYRICA KANUNİ TEMSİLCİLER İLE MİRASÇILAR DA AMME BORÇLUSU OLARAK AYRICA SAYILMIŞ.
HALBUKİ VERGİ HUKUKU TERMİNOLOJİSİNDE, VERGİ TEVKİFATI YAPAN KİŞİLER, KANUNİ TEMSİLCİLER, LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI , MİRASÇILAR , YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER, SERBEST MALİ MÜŞÜVİRLER VERGİ SORUMLUSU OLARAK KABUL EDİLMEKTEDİR.
BU DURUMDA 6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE YASA YAPICI, VERGİ SORUMLULARI AMME BORÇLUSUDUR DERKEN SADECE VERGİ TEVKİFATI YAPANLARI MI VERGİ SORUMLUSU OLARAK KABUL EDİP, DİĞERLERİNİ İSE VERGİ SORUMLUSU OLARAK KABUL ETMİYOR MU?
YANİ YASA KOYUCUYA GÖRE KANUNİ TEMSİLCİLER, LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI , MİRASÇILAR , YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER, SERBEST MALİ MÜŞÜ
AVİRLER VERGİ SORUMLUSU OLMUYORLAR MI?
VE YİNE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI DA 6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE SAYILMADIKLARINDAN AMME BORÇLUSU OLMUYORLAR MI?
. EĞER LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI VERGİ SORUMLUSU OLMALARI NEDENİYLE AMME BORÇLUSUDUR DERSEK, 3. MADDE DE VERGİ SORUMLUSU OLAN KANUNİ TEMSİLCİLER İLE MİRSÇILAR NEDEN AYRICA AMME BORÇLUSU OLARAK BELİRTİLMİŞ?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, düzenlemeye dikkatli bakılacak olursa, hemen birşey farkediliyor. Kanun, vergi alacakları da kamu alacağı olmasına karşın, ayrıca zikretme gereği duyuyor. Kamu alacağını ödemek zorunda olan kişilerden, bunların kanuni temsilcileri ve mirasçılarından söz ettikten hemen sonra, vergi mükellef ve sorumlularından söz ediyor. Bunun sebebi, bana göre, şu: Vergi dışındaki kamu alacakları için asıl borçlu dışında sorumlu olabilecek, yalnızca kanuni temsilcilerle mirasçılar var. Oysa vergi sorumlusu tanımına kanuni temsilciler ve mirasçılar da girer ama, başkaları da var. Başka deyişle, vergi bakımından sorumlu kavramı, diğer alacaklar yönünden daha kapsamlı. Bu nedenle Kanun koyucu, bunları tek tek saymak yerine vergi sorumluları demekle yetiniyor. Bu tanıma sizin söylediğiniz, bütün vergi sorumluları böylece sokulmuş oluyor. Yani; bir çelişki yok. Vergi alacakları bakımından kamu borçlusunu ayrıca tanımlama olayı var.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
BU DURUMDA 6183 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE YASA YAPICI, VERGİ SORUMLULARI AMME BORÇLUSUDUR DEDİĞİNE GÖRE, YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER İLE SERBEST MALİ MÜŞAVİRLER DE VERGİ HUKUKUNA GÖRE VERGİ SORUMLUSU OLDUKLARINDAN AMME BORÇLUSU OLUYORLAR.
BURDAN ŞU SONUCUNA ULAŞMAK İSTİYORUM SAYIN BAŞSAVCIM..
İHTİYATİ HACİZ İŞLEMİ AMME BORÇULULARI HAKKINDA TESİS EDİLEBİLİYOR.
YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER İLE SERBEST MALİ MÜŞAVİRLER AMME BORÇLUSU OLDUKLARINDAN DOLAYI ADLARINA İHTİYATİ HACİZ İŞLEMİ TESİS EDİLEBİLMESİ GEREKİYOR DEĞİL Mİ???
SAYGILARIMLA
Koşulları varsa, evet.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
AŞAĞIDA BELİRTİLEN GÖRÜŞ HUKUKA UYGUN BİR GÖRÜŞ MÜ ? BU GÖRÜŞE KATILIYOR MUSUNUZ??????????
” ….VUK NUN 126 MADDESİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKTEN ŞUNU ANLIYORUZ…, ”
”
VUK 126 MADDE UYARINCA YASA YAPICI; DAVA SÜRESİ KAÇIRILAN CEZALI TARHİYATLARA KARŞI YAPILACAK DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNDAKİ ZAMANAŞIMI SÜRESİNİ UZATMAK SURETİYLE;
ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE ADINA YAPILAN VE AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATI ÖĞRENEN VE DÜZELME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI DA KAÇIRMIŞ MÜKELLEFİN ; DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUYLA YENİDEN DAVA AÇILMASINI NEDEN SAĞLIYOR?????
……ÇÜNKÜ;
TEBLİĞ EDİLEN ÖDEME EMRİNE SÜRESİNDE AÇILACAK DAVADA AÇIK VERGİ HATA İDDİASINDA BULUNAMAYACAĞINDAN VE AYRICA DA DAVA SÜRESİ GEÇİRİLEN ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDİLEMEYECEĞİ İÇİN…..
EĞER ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ
ÜZERİNE 15 GÜN İÇİNDE AÇILACAK DAVADA VERGİ HATASININ İLERİ SÜRÜLME İMKANI OLSAYDI YA DA DAVA SÜRESİ KAÇIRILAN ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELME – ŞİKAYET YOLUNA GİDİLEBİLME İMKANI OLSAYDI YASA KOYUCU BÖYLE BİR DÜZENLEME YAPMAYA GEREK GÖRMEZDİ.. ÇÜNKÜ DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMAN AŞIMINI SÜRESİNİ KAÇIRAN MÜKELLEF ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE İPTALİ İSTEMİYLE 15 GÜN İÇİNDE DAVA AÇARAK ÖDEME EMRİNİN İPTALİNİ SAĞLAYABİLİRDİ. YA DA ÖDEME EMRİNE KARŞI DAVA SÜRESİNİ KAÇIRMIŞ OLSA BİLE ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİNDEN İTİBAREN 5 YIL İÇİNDE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİTMEK SURETİYLE ÖDEME EMRİNİN İPTALİNİ SAĞLAYABİLİRDİ. DEMEK Kİ MÜKELLEFLERİN BÖYLE BİR İMKANI YOK Kİ YASA KOYUCU DÜZELTME- ŞİKAYET ZAMANAŞIMI SÜRESİNİ UZATMAK ZORUNDA KALDI.
BÖYLE BİR DÜZENLEME YAPTIĞINA GÖRE DAVA SÜRESİ KAÇIRILAN ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDİLEMEYECEĞİNİ YASA KOYUCU ZIMNEN KABUL ETMEKTEDİR…… .”
DİĞER TARAFTAN BÖYLECE;
ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA AÇIK VERGİ HATALARI ” BÖYLE BİR BORCUM ” YOKTUR İTİRAZI KAPSAMINA GİRER Mİ GİRMEZ Mİ???? SORUSUNUN CEVABI KONUSUNDA YASA YAPICININ İRADESİ DE BELLİ OLMUŞ OLUYOR.
YANİ YASA DEĞİŞİKLİĞİNDEN AYRICA ŞU ÖNEMLİ SONUCA DA ULAŞIYORUZ :
AÇIK VERGİ HATASI İDDİASIYLA ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA AÇIK VERGİ HATASI OLSA BİLE YİNE DE VERGİ MAHKEMESİNCE DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMESİ GEREKİYOR.
YANİ YASA YAPICININ İRADESİNE GÖRE ; AÇIK VERGİ HATALARININ ” BÖYLE BİR BORCUM YOKTUR ” İDDİASI İÇİNDE KABUL EDİLMEMESİ GEREKİYOR.
ÇÜNKÜ MÜKELLEFLERİN ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİ ÜZERİNE AÇIK VERGİ HATASI İDDİASIYLA ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DE DAVA AÇMA HAKKI OLSAYDI;
YASA YAPICI VUK 126 MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİĞİ YAPMA İHTİYACI HİSSETMEZDİ.
ÇÜNKÜ KENDİSİNE ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE ADINA CEZALI TARHİYAT YAPILDIĞINI VE BU CEZALI TARHİYATDA DA AÇIK VERGİ HATASI OLDUĞUNU ;
ÖRNEĞİN AÇIK BİR ŞEKİLDE MUAFİYET VEYA İSTİSNA OLDUĞUNU, YA DA MÜKELLEFİYETTE AÇIK HATA OLDUĞUNU ÖĞRENEN KİŞİ ; ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE 15 GÜN İÇİNDE DAVA AÇARAK ÖDEME EMRİNİN İPTAL EDİLMESİNİ RAHATLIKLA SAĞLAYABİLİRDİ. DEMEK Kİ MÜKELLEFLERİN BÖYLE BİR İMKANI YOK Kİ YASA KOYUCU ZAMANAŞIMI SÜRELERİNİ UZATMAK SURETİYLE CEZALI TARHİYATLARA KARŞI DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDİLMESİNİ BU YASA DEĞİŞİKLİGİYLE YENİDEN SAĞLADI.YANİ DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA ZAMANAŞIMINI KAYBEDEN MÜKELLEFLERE FAZLADAN ZAMAN VERMİŞ OLDU.
BÖYLECE YASA DEĞİŞİKLİĞİNDEN; TARTIŞMALI BAŞKA BİR KONUDA YASA KOYUCUNUN GÖRÜŞÜNÜ ÖĞRENMİŞ OLMAKLA BU KONUYU DA AYRICA ÇÖZÜME KAVUŞTURMUŞ OLUYORUZ.
SONUÇ OLARAK ÜÇ SONUÇ ORTAYA ÇIKIYOR:
YASA KOYUCUNUN GÖRÜŞÜNE GÖRE,
1- ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA AÇIK VERGİ HATALARI ” BORCUM YOKTUR” İDDİASI OLARAK KABUL EDİLEMEZ.
2- ÖDEME EMRİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELTME ŞİKAYET YOLUNA GİDİLEMEZ
3- ZAMANAŞIMI SÜRESİNDE ÖDEME EMRİ İÇERİĞİ CEZALI TARHİYATLARIN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDİLEBİLİR……… ”
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, sorunuzun sonunda sıraladığınız görüşlere aynen katılıyorum. Ancak; bir hatayı düzelteceğim, bir de ekleme yapacağım. Hata şu: Düzeltme ve şikayet başvurularının reddi nedeniyle açılan davanın konusu, vergi hatası içeren tarh işlemi değildir. Vergi hatasının bulunduğu sonucuna varılırsa, yargılama sonunda tarhiyatın iptaline karar verilmez. Davanın konusu, düzeltme talebini reddeden vergi dairesi işlemine karşı yapılan şikayetin de reddine ilişkin GİB işlemidir. Eğer, yargılama sonucunda, vergi hatasının varlığı kanaatına varılırsa, bu işlemin iptaline karar verilir. Bunun anlamı, mahkemenin, GİB’e “Ey, GİB, ben inceledim, ortada açık vergi hatası var. Durum böyle iken, vergi dairesince bu hatanın düzeltilmemesi ve sizin de, vergi dairesinin kararına karşı yapılan şikayet başvurusunu kabul edip, vergi dairesine düzeltme konusunda talimat vermeniz gerekirken, başvuruyu reddetmeniz hukuka aykırıdır. Ben, sizin bu hukuka aykırı işleminizi iptal ediyorum. Gereğini yerine getirerek, düzeltme işlemi için gerekli prosedürü başlatmanız gerekir” demesi gibi bir şeydir.
Eklemek istediğim husus da şu: Doğru, ödeme emrine karşı açılan davada, konusu olan vergi alacağında var olan açık vergi hatalarını borcum yoktur kapsamında mütalaa edilerek, verilecek karara dayanak alınması, yanlış. Ancak; geçmişte, eğer, içtihadını hala sürdürüyorsa, VDDK’nun, gerekçesinde tartışmamakla birlikte, mükellefiyette hata gibi açık vergi hatalarını dikkate alarak, ödeme emirinin iptali gerekeceği yolunda vermiş olduğu kararlar mevcuttur. Bir de, biliyorsunuz, İç.B.K kararı var. 6183 sayılı Kanunun 58’inci maddesinde sözü edilen zamanaşımı tahsil zamanaşımı olmasına karşın, VUK’nun 118’inci maddesine göre vergi hatası oluşturabilecek nitelikteki tarh zamanaşımı da, anılan kararla, buna dahil edildi.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
SİZE SORMAK İSTEĞİM ŞORU TEKRARDAN YENİLİMEK İSTİYORUM.
BU SORUYA HERKESİN DAHA KOLAYLIKLA ANLAYACAĞI BİR ŞEKİLDE, DAHA SOMUT VE AÇIK BİR ŞEKİLDE YANIT VERİRSENİZ ÇOK SEVİNİRİM!!!!!!!
SORUM ŞU SAYIN BAŞSAVCIM :
SİZİN DE AYNEN KATILDIĞINIZI İFADE ETTİĞİNİZ BU ÜÇ (3) SONUCU;
YASA KOYUCUNUN VUK NUN 126 MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPMASI ÜZERİNE AÇIKÇA ANLIYORMUYUZ ??? YOKSA ANLAMIYORMUYUZ????
VUK NUN 126 .MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLTEN;
YASA YAPICININ BU KONULARDAKİ İRADESİ AÇIKÇA ORTAYA ÇIKIYOR MU? YOKSA ÇIKMIYOR MU?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, bu konuyu sizinle bir çok kez konuştuk. Kanun koyucu’nun böyle bir düzenleme yapması ve, gerekçesinde, düzeltmenin konusu olarak ödeme emrini değil de, içeriği olan vergiyi göstermesi, ayrıca düzenlemenin amacının ödeme emrinin içeriği (konusu) olan vergideki hatanın düzeltilmesi için öngörülen zaman aşamı süresini uzatmak olması, hareket noktasının ödeme emrinin kendisinin düzeltme başvurusunun konusu olamayacağı olmasını açıkça göstermektedir. Eğer; Kanun koyucu, ödeme emrinin kendisinin düzeltmeye konu olacağını düşünmüş olsaydı; tebliği ile yeni bir zaman aşımı süresi başlayacağından, böyle bir düzenlemeye gerek görmezdi.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
ÖNCEDEN VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİĞİNDEN ÇIKAN 3 SONUÇ OLARAK BELİRTMEK SURETİYLE SORDUĞUM SORULARA 2 SONUÇLA İLGİLİ VERDİĞİNİZ CEVABINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. ELLERİNİZE SAĞLIK.
SİZE VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİĞİNDEN YASA KOYUCUNUN İRADESİ OLARAK ÇIKAN DİĞER BİR KONUYLA( SONUÇLA) İLGİLİ SORDUĞUM AMA YANITINI SOMUT BİR ŞEKİLDE ALAMADIĞIM DİĞER ÜÇÜNCÜ SONUCA ( KONUYA) İLİŞKİN SORUMU DA YANITLARSANIZ ÇOK MEMNUN OLURUM.
YANITINI SOMUT BİR ŞEKİLDE ALAMADIĞIM DİĞER BAŞKA BİR KONUYLA İLGİLİ SORUM ŞUYDU:
VUK NUN 126. MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKTEN VE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİNDE DE AYRICA YASA KOYUCUNUN ;
” ……AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARA. SÜRESİNDE DAVA AÇMAYAN MÜKELLEFLERİN, DAHA SONRA ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE 15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇTIKLARI DAVADA, AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINDA BULUNAMAYACAKLARI ; BAŞKA BİR ANLATIMLA AÇIK VERGİ HATASI İDDİALARININ ” BÖYLE BİR BORCUM YOKTUR ” İTİRAZI KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEMECEĞİ, BU ŞEKİLDE AÇILAN DAVALARIN VERGİ MAHKEMELERİNCE REDDEDİLMESİ GEREKTİĞİ ….. ”
GÖRÜŞÜ DE ( YASA YAPICININ BU KONUDAKİ GÖRÜŞÜ DE AYRICA ) ORTAYA ÇIKIYOR DEĞİL Mİ SAYIN BAŞSAVCIM?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
BU KONUYLA İLGİLİ AMA HUKUKİ NİTELİĞİ BAŞKA OLAN ÖNEMLİ BİR KONUYLA İLGİLİ BİR SORUM DAHA VAR…?
KANUNİ TEMSİLCİLER VUK m 10. MADDESİ UYARINCA, LİMETED ŞİRKET ORTAKLARI DA 6183 m 35 UYARINCA ADLARINA DÜZENLENEN ÖDEME EMİRLERİNE DAVA AÇMAZLARSA; MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VE HUKUKİ GÜVENLİK İLKELERİ UYARINCA BU KİŞİLERİN KENDİ ADLARINA DÜZENLENEN ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELTEM-ŞİKAYET YOLUNA BAŞVURMA HAKLARI OLDUĞU GÖRÜŞÜ SAVUNULABİLİR Mİ?
CEZALI TARH İŞLEMİNE VE ÖDEME EMRİNE DAVA AÇMAYAN MÜKELLEFLERİN ÖDEME EMRİNİN İPKALİ İSTEMİYLE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİTME İMKANLARININ OLMADIĞINI , AMA ÖDEME EMRİ İÇERİ CEZALI TARHİYATLAR İÇİN İSE ZAMANAŞIMI SÜRESİ İÇİNDE DÜZELTME – ŞİKAYET YOLUNA GİTME HAKLARININ OLDUGUNU VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEGİŞİKLİKTEN VE GEREKÇESİNDEN ANLIYORUZ.
AMA; YASA KOYUCUNUN VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİK İRADESİNİN ŞİRKET MÜDÜRLERİ İLE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARIYLA BİR İLGİSİ OLMADIĞI DA ÇOK AÇIK. BU KONU BAŞKA BİR HUKUKİ DURUM İÇERİYOR.
YANİ , MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VE HUKUKİ GÜVENLİK İLKELERİ UYARINCA BU KİŞİLERİN DÜZELTME- ŞİKAYET HAKLARI OLDUĞU SÖYLENEBİLİR Mİ?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, Vergi Usul Kanununun 8’inci maddesinin dördüncü fıkrasında, bu Kanunun sonraki maddelerinde geçen “mükellef”! tabirinin vergi sorumlularını da kapsadığı söylenmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da, vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olarak tanımlanmıştır. Bu anlamda; şirket müdürleri ve Ltd şirketi ortakları da vergi sorumlusudur. Dolayısıyla; bana göre, bu sıfatları nedeniyle takip edildiklerinde, sorumlu tutuldukları vergide vergi hatası bulunduğu iddiasıyla düzeltme başvurusunda bulunmalarına yasal engel bulunmamaktadır.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
SORUM BU DEĞİLDİ. DAHA BAŞKA BİR KONUYDU.
SORDUĞUM OLAYDA ŞİRKET MÜDÜRLERİ YA DA ŞİRKET ORTAKLARI ADINA YAPILMIŞ BİR CEZALI TARHİYAT VE BUNUN ÜZERİNE DE DÜZENLENMİŞ ÖDEME EMRİ YOK.??????
SORDUĞUM OLAY DA ŞİRKET MÜDÜRLERİ ADINA VUK NUN 10. MADDESİ UYARINCA, LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI ADINA DA 6183 m 35 UYARINCA DOĞRUDAN DOĞRUYA ÖDEME EMRİ TEBLİĞ EDİLİYOR. BU ÖDEME EMRİNE DAVA AÇMIYORLAR. DAHA SONRA ADLARINA DOĞRUDAN DOĞRUYA VUK 10 MADDE VE 6183 m 35 MADDE UYARINCA DÜZENLENEN BU ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİDİP , İLGİLİ DÖNEMLERDE ŞİRKET MÜDÜRÜ YA DA ŞİRKET ORTAĞI OLMADIKLARINI BELİRTİLİYORLAR.YANİ MÜKELLEFİYETTE AÇIK HATA İDDİASINDA BULUNUYORLAR. GERÇEKTENDE İLGİ DÖNEMDE ŞİRKET MÜDÜRÜ YA DA ORTAĞI DEĞİLLER.
MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VE HUKUK GÜVENLİĞİ İLKELERİ UYARINCA; ADLARINA DOĞRUDAN DOĞRUYA VUK 10 VE 6183 m 35 UYARINCA DÜZENLENEREK TEBLİĞ EDİLEN VE DAVA AÇILMAYAN ÖDEME EMİRLERİ İÇİN OLAYDA AÇIK MÜKELLEFİYETTE HATASI OLDUĞU DURUMLARDA
DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİTME HAKLARI OLDUĞU SAVUNULABİLİR Mİ?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, bu kişiler, adlarına Vergi Usul Kanununun 10 veya 6183 sayılı Kanunun 35’inci maddesi uyarınca düzenlenip tebliğ olunan ödeme emrinin iptali istemiyle süresinde dava açmış olsalardı; o davada, öncelikle ilgili dönemde kanuni temsilci olup olmayacakları incelenecekti. Açmamışlar. Süreyi geçirmişler. Konunun mahkemeye erişim hakkı ve hukuki güvenlik ilkesiyle ilgisi yok. Ödeme emri usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş. Dava açma süresi de kanunda kuşkuya yer vermeyecek açıklıkla gösterilmiş. Ulaşılabilir ve öngörülebilir nikelikte. Kişiler, kanunda gün olarak süresi açıkça yazılı davayı bu sürede açmadılar diye, mahkemeye erişim haklarının engellendiği ileri sürülemez. Hata, borç doğuran işlemde değil; bu borcu takip işleminde olduğundan; düzeltme ve şikayet başvurularına ilişkin yöntemler de burada işlemez. Evet, gerçekte sorumlusu olmadıkları bir borca, süresinde dava açmadıkları için katlanmak zorundalar. Hukuk sistemimizde, hukuka bağlı idare anlayışının işlerlik kazandırılması dışında, bu sorunun çözümü yok. Anılan anlayışın işlerlik kazandırılması ise, idarenin bu anlayışa ne derece sahip olduğuna bağlıdır.
iPhone’umdan gönderildi
Sayın ERCİYAS, doğru üç soru sorduğunuzu; benim de, üç soruya iki yanıt verdiğimi anımsıyorum. Ancak; iki yanıt, üç sorunuzun da yanıtı idi. Yanıtlarımı, bu düşünceyle kaleme almıştım. Ama, hangi soru olduğunu yeniden yazarsanız; ayrıca da yanıtlarım. Kanun koyucu’nun 126’ncı maddede yaptığı değişikliğin amacına gelince: Bana göre; Kanun koyucu’nun 126’ncı maddede değişiklik yapıp, ödeme emrinin düzeltilmesi isteğini engelleyeyim diye bir düşüncesi yok. Kanun koyucu; mevcut düzenlemeyle, esasen bunun olamayacağının ayırdında. O, değişiklikle, düzeltme zaman aşımını, önceki işlemlerin ilan yoluyla tebliğ edilmiş olması sebebiyle kaçırmak üzere olan veya kaçıranlara,düzeltme başvurusunda bulunabilmek için, ek bir zaman aşımı süresi daha tanımaktan başka bir amaç gütmüyor. Bunu da, ödeme emrinin içeriğindeki vergi hatasının düzeltilmesinin bu ek zaman aşımı süresi içerisinde istenilebileceğini söyleyerek gösteriyor. Özet olarak söylemek gerekirse; Kanun koyucu, ödeme emrinin kendisinin değil, içeriği olan vergi ve vergi cezasının düzeltmeye konu edilebileceğini bilerek, zaman aşımı ile ilgili söz konusu değişikliği yapıyor.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
YANITINI SOMUT BİR ŞEKİLDE ALAMADIĞIM DİĞER BAŞKA BİR KONUYLA İLGİLİ SORUM;
6183 m 58 DEKİ BORCUM YOKTUR İTİRAZININ KAPSAMIYLA İLGİLİ OLUP; 6183 m 58. İLGİLİ ŞORUM DA ŞUYDU SAYIN BAŞSAVCIM :
VUK NUN 126. MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKTEN VE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİNDE DE AYRICA
YASA KOYUCUNUN
” ……AÇIK VERGİ HATASI İÇEREN CEZALI TARHİYATLARA. SÜRESİNDE DAVA AÇMAYAN MÜKELLEFLERİN, DAHA SONRA ÖDEME EMRİ TEBLİĞİ ÜZERİNE 15 GÜN İÇİNDE ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇTIKLARI DAVADA, AÇIK VERGİ HATASI İDDİASINDA BULUNAMAYACAKLARI ; BAŞKA BİR ANLATIMLA AÇIK VERGİ HATASI İDDİALARININ ” BÖYLE BİR BORCUM YOKTUR ” İTİRAZI KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEMECEĞİ, BU ŞEKİLDE AÇILAN DAVALARIN VERGİ MAHKEMELERİNCE REDDEDİLMESİ GEREKTİĞİ ….. ”
GÖRÜŞÜ DE – SONUCU DA ( YASA YAPICININ BU KONUDAKİ GÖRÜŞÜ DE AYRICA ) ORTAYA ÇIKIYOR DEĞİL Mİ SAYIN BAŞSAVCIM?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
BU KONUYLA İLGİLİ AMA HUKUKİ NİTELİĞİ BAŞKA OLAN ÖNEMLİ BİR KONU DAHA VAR…
KANUNİ TEMSİLCİLER VUK m 10. MADDESİ UYARINCA, LİMETED ŞİRKET ORTAKLARI DA 6183 m 35 UYARINCA ADLARINA DÜZENLENEN ÖDEME EMİRLERİNE DAVA AÇMAZLARSA; MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VE HUKUKİ GÜVENLİK İLKELERİ UYARINCA BU KİŞİLERİN KENDİ ADLARINA DÜZENLENEN ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ İSTEMİYLE DÜZELTEM-ŞİKAYET YOLUNA BAŞVURMA HAKLARI OLDUĞU GÖRÜŞÜ SAVUNULABİLİR Mİ?
CEZALI TARH İŞLEMİNE VE ÖDEME EMRİNE DAVA AÇMAYAN MÜKELLEFLERİN ÖDEME EMRİNİN İPKALİ İSTEMİYLE DÜZELTME- ŞİKAYET YOLUNA GİTME İMKANLARININ OLMADIĞINI , AMA ÖDEME EMRİ İÇERİ CEZALI TARHİYATLAR İÇİN İSE ZAMANAŞIMI SÜRESİ İÇİNDE DÜZELTME – ŞİKAYET YOLUNA GİTME HAKLARININ OLDUGUNU VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEGİŞİKLİKTEN VE GEREKÇESİNDEN ANLIYORUZ.
AMA; YASA KOYUCUNUN VUK NUN 126 MADDESİNDEKİ DEĞİŞİKLİK İRADESİNİN ŞİRKET MÜDÜRLERİ İLE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARIYLA BİR İLGİSİ OLMADIĞI DA ÇOK AÇIK. BU KONU BAŞKA BİR HUKUKİ DURUM İÇERİYOR.
YANİ , MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VE HUKUKİ GÜVENLİK İLKELERİ UYARINCA BU KİŞİLERİN DÜZELTME- ŞİKAYET HAKLARI OLDUĞU SÖYLENEBİLİR Mİ?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA
AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARFESİNİN 5. MADDESİ AŞAĞIDADIR.
Ücretin tümünü hak etme
MADDE 5 – (1) Hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır.
(2) Gerek kısmi dava gerekse belirsiz alacak ve tespit davasında mahkemece dava değerinin belirlenmesinden sonra davacı davasını belirlenmiş değere göre takip etmese dahi, yasal avukatlık ücreti, belirlenmiş dava değerine göre hesaplanır.
UYGULAMADA İDARİ YARGIDA AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİNİN 5/1 MADDESİNDEN NE ANLAŞILMASI GEREKTİGİ KONUSUNDA FARKLI GÖRÜŞLER ORTAYA ÇIKMAKTADIR.!!!!!!!
İDARİ YARGI YÖNÜYLE 5/1 HÜKMÜNDEN SİZ NE ANLIYORSUNUZ? .
İDARİ YARGIDA 5/1 MADDENİN UYGULANMASI NASIL OLUR?????
İDARİ YARGIDA AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİNİN 5/1 HÜKMÜ;
HANGİ DURUMLARDA UYGULANIR? ??? ÖRNEK VERİRMİSİNİZ?
HANGİ DURUMLARDA İSE UYGULAMAZ.? ÖRNEK VERİRMİSİNİZ?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Sayın ERCİYAS, günaydın.
Tarifedeki bu maddeyi, Tarifenin 2’nci fıkrasının ilk cümlesiyle birlikte anlamlandırmak gerekir. Anılan fıkra, avukatlık ücretinin kesin hüküm elde edilinceye kadar olan, dava, iş ve işlemler ücreti karşılığı olduğunu söylemektedir. O zaman, “dava ve icra takibini kabul eden avukat” ibaresinden anlaşılması gereken, bu fıkrada sözü edilen, davayı açan, açılmış davayı duruşmaya katılmak, cevap yazmak, ara kararına yanıt vermek, keşfe katılmak, kanun yollarına başvurmak vs suretiyle takip eden avukat olmalıdır. Söylemek istediğinizi anlıyorum. Bunlardan hiçbirini yapmayıp, dosyaya yalnızca vekaletname koyun avukatın ücrete hak kazanıp kazanamayacağını soruyorsunuz? Açıklama, bu tür avukata ücret takdirinin haksız kazanç sağlamak olacağını, sanırım, göstermektedir.
SAYIN BAŞSAVCIM MERHABA,
ANAYASA MAHKEMESİ BİR KARARININ GEREKÇESİNDE; BELEDİYE GELİRLERİ KANUNUN 97. MADDESİNCE BELEDİYELERCE TAHSİL EDİLEN ÜCRETLERİN BENZERİ MALİ YÜKÜM OLMADIĞINI İFADESİNE YER VERDİ.
ANCAK DANIŞTAY 9. DAİRESİ İSE BELEDİYE GELİRLERİ KANUNUN 97 . MADDESİ UYARINCA TAHSİL EDİLEN ÜCRETLERİN BENZERİ MALİ YÜKÜM OLDUĞUNU KABUL EDEREK BU DAVALARA BAKIYOR.
HAL BÖYLE OLUNCA ANAYASA MAHKEMESİYLE DANIŞTAY 9. DAİRESİ ARASINDA GÖRÜŞ FARKLILIĞI OLDU.
SİZE GÖRE BELEDİYE GELİRLERİ KANUNUN 97. MADDESİ UYARINCA TAHSİL EDİLEN ÜCRETLER BENZERİ MALİ YÜKÜM MÜDÜR? YOKSA DEĞİLMİDİR?
BAŞKA BİR İFADEYLE BU DAVALARA VERGİ MAHKEMELERİ Mİ YOKSA İDARE MAHKEMELERİ Mİ BAKMALIDIR?
SAYGILARIMLA
MEHMET FATİH ERCİYAS
Mehmet Bey, sorunuza Belediye Gelirleri Kanununun ilgili maddesine gönderme yapmadan yanıt vereceğim. Anayasanın 73’üncü maddesi vergi ve benzeri mali yükümlerin konuluşunda, konulanın değiştirilmesinde ve kaldırılmasında yasallık ilkesinin geçerli olduğunu söylüyor. Dolayısıyla; AYM’nin norm denetiminde, BGK’nin 97’nci maddesinin AY’ya uygunluğu yönünden, AYM’nin anılam maddede öngörülen ücretin vergi benzeri mali yüküm olup olmadığını belirlemesi gerekiyor. Bu belirlemeyi yapmadan, norm denetimi yapması olanaksız. Dolayısıyla, bu konu, öncelikle anılan Mahkemenin yetkisinde. Orası, bu vergi benzeri mali yüküm değil diyorsa, yargının buna uyması gerekir.
Merhaba Sayın Savcım,
Ben İstanbul Barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini icra etmekteyim. Makalenizde belirttiğiniz “Ank. BİM 4.VD, 17.1.2018, E:2017/2679, K: 2018/24” sayılı ilamının tam metnini paylaşmanız mümkün müdür? Mümkünse mail adresime iletirseniz sevinirim. Yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim.
Merhaba Sayın Savcım,
Makalenizi ve yorumlarınızı okuduktan sonra öncelikle size teşekkür etmek istiyorum; Sayın savcım sizden bir konuda bilgi rica edeceğim, gümrük beyannamesi çıktısında bir kalemimiz vergi tutarları sıfır çıkmış fakat alt toplamda vergi tutarına dahil edilmiş (sistemde vergi rakamları var, sadece çıktıda görünmüyor), önce vergi tutarına dahil olduğunu anlayamadığımız için gümrüğe 234/3 maddesine istinaden vergi ödeme başvurusunda bulunduk fakat hemen sonrasında beyannamenin redresesini yaptırdığımızda durumun farkına vardık, gümrükle görüştük onay aldık;
aradan bir kaç ay geçtikten sonra gümrük 234/1a maddesine istinaden 3 katı ceza kesilmiş fakat biz tebliği kaçırmışız, yaklaşık altı ay sonra ki ödeme emrinde durumu fark ettik ve itirazda bulunduk fakat cezaya itiraz süresini kaçırdığımız için usulen başvurumuz reddedildi. şuan ödeme emrinin durdurulması için dava açtık; aslında ödenmiş vergi için gümrük ceza kesmiş oldu, sadece kesilen cezaya zamanı içerisinde itiraz etmememizden kaynaklı sonuç nasıl olur? sizin bu konudaki değerli yorumlarınızı rica ediyorum.
Şimdiden değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum.
Sayın ÇİFT, merhaba. Anladığıma göre, kalemlerden birine ait rakam, ilgili sütunda çıkmamış; ancak, toplam vergi tutarında dahil olmuş. Yani, vergi kaybı yok. Eğer, bu anlayışım doğru ise, para cezası kararı alınması, kanuna aykırı. Dava süresini geçirmişsiniz ve benden ödeme emri aşamasında bunun dikkate alınıp alınamayacağını soruyorsunuz. Ortada kanunen alınmaması gereken ya da kaldırılması gereken bir ceza var. Daha önce cezalar dolayısıyla uygulamasına rastlamış değilim ama, Gümrük kanununun 211’inci maddesinde öngörülen başvuru yolunun da denenmesi, mümkün olabilirdi diye düşünüyorum. Ödeme emri aşamasında ise, bu iddia kural olarak incelenmez. Ama, geçmişte, benim Dairemin de, başka dairelerin; hatta VDDK’nun da böyle haksız sonuç doğuran durumlarda, bu gibi iddiaları ödeme emri aşamasında da inceleyen kararları vardı. Olsa olsa bir usulsüzlük kabahati sayılacak hatanın üç kat para cezası olarak uygulanmasındaki haksızlığı, vergi mahkemesinin de dikkate alacağını umuyorum. Selamlar.
Sayın Başsavcım,
Sayın Çiftçi’nin sorusuna naçizane bir kaykıda bulunmak isterim.
Olayda olduğu gibi itiraz süresi geçmiş olan yani kesinleşmiş olan gümrük vergi ve cezaları için Sayın Candan’ın da belirttiği Gümrük Kanunu’nun 211. Maddesi çerçesinde vergilerin ve cezaların kaldırılması talebinde bulunma hakkınızın kulanılabişeceği hususu, Gümrükler Genel Müdürlüğü tarafından da yayımlanan bir dağıtımlı yazı ile açıklığa kabuşturulmuştur.
Benzer konuda aynı başvuru yolunu kullanarak ek olarak tahakkuk ettirilen gümrük vergi ve cezalarını kaldırılmasını sağladığımızı belirtmek isterim.
Söz konusu yazıyı aşağıda paylaşmak isterim.
Yapmış olduğunuz kaldırma başvurunuzın ilgili makamlarca reddi halinde; ret işlemine karşı bergi mahkemesinde dava açark haksız ve hukuka aykırı olan işlemin iptalini talep edebileceğiniz de izahtan varistedir.
Saygılarımla,
Mustafa Kemal BULUT
Sayı :80571967-159.01
T.C.
TİCARET BAKANLIĞI Gümrükler Genel Müdürlüğü
Konu :İtiraz Süresi Kaçırılan Ek Tahakkuk Veya Ceza Kararlarının Kaldırılması Talebi Hk.
31.03.2020 / 53533520 DAĞITIM YERLERİNE
İlgi :İstanbul Gümrük ve Dış Ticaret Bölge Müdürlüğü`nün 12.03.2020 tarihli ve 38463417- 159.01/00053171412 sayılı yazısı.
İstanbul Gümrük ve Dış Ticaret Bölge Müdürlüğü`nden alınan ilgide kayıtlı yazıda özetle;
-Özellikle E-Tebligat Sistemi ile tebliğ edilen ek tahakkuk ve ceza kararı muhteviyatı alacaklar için 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 242/1 inci maddesi hükmünde belirtilen 15 günlük itiraz süresini kaçıran yükümlülerin anılan Kanunun 211/1 inci maddesi çerçevesinde Gümrük Yönetmeliği’nin 78 No:lu Eki Formu sunmak suretiyle kaldırma talebinde bulunduğu,
-Başvurulara konu olan ek tahakkuk veya ceza kararları kapsamı alacakların 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takibata geçilmiş, ödeme emri veya haciz aşamasına gelmiş kesinleşmiş alacaklar olduğu,
-Yükümlüler tarafından Gümrük Kanunu kapsamında kaldırma talebinin anılan Kanunun 242/1 inci maddesinde belirtilen 15 günlük itiraz süresinin kaçırılması nedeniyle itiraz yoluna gidilemeyen ve muaccel hale gelen borçlar için ikinci bir başvuru yolu olarak algılandığı,
belirtilerek Gümrük Kanununun 242/1 inci maddesinde belirtilen 15 günlük itiraz süresi kaçırılan ek tahakkuk veya ceza kararları kapsamı alacakların aynı Kanunun 211 inci maddesi çerçevesinde kaldırılmasına yönelik olarak Gümrük Yönetmeliği’nin 78 No:lu Eki Başvuru Formu sunulmak suretiyle yapılan başvuruların değerlendirmeye alınıp alınmayacağı hususuna açıklık getirilmesi talep edilmektedir.
Konuyla ile ilgili olarak Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü`nden görüş istenilmiş olup anılan Genel Müdürlükten alınan bir örneği ekli 25.03.2020 tarih ve 53496193 sayılı cevabi yazıda özetle;
– Ödenmiş olan bir vergi veya cezanın, Gümrük Kanununun 211 inci madde hükmüne istinaden geri verilebilmesi ya da henüz tahsil edilmemiş bir vergi veya cezanın kaldırılmasının, söz konusu ceza veya verginin “kanunen ödenmemesi gereken” bir vergi veya ceza olmasına, yani işlemde yanlışlık yapılmış olmasına, diğer bir deyişle hatalı işlemin söz konusu olmasına ve Kanunda belirtilen süre içinde geri istenilmesine bağlı olduğu,
– Yükümlülerin kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde itiraz edebildiği ve burada söz konusu olanın ise yükümlüler hakkında tesis edilen işleme karşı Kanunen tanınan itiraz yoluna başvurma haklarının bulunması olduğu,
– Geri verme veya kaldırma hakkındaki mevzuat incelendiğinde, söz konusu vergi veya cezanın kesinleşip kesinleşmemesi ya da itiraz yoluna gidilip gidilmemesi gibi bir kriter ya da şart getirilmediğinin görüldüğü,
– Geri verme veya kaldırma işleminin yükümlünün müracaatı halinde yapılabileceği gibi aynı süre içinde yapılan kontrol ve denetleme sonucunda re’sen de yapılabileceği;
– 4458 sayılı Kanunun 211 ve devamı maddelerinde düzenlenen geri verme/kaldırma müessesesinin, idarenin hatalı veya hukuka aykırı işlemini geri alabilmesine ilişkin genel kuralın özel bir düzenlemesinin mevcut olduğunun düşünüldüğü,
– Dolayısıyla Gümrük Kanununun 242 nci maddesinde yer alan 15 günlük itiraz süresi geçtikten sonra gümrük vergilerinin ve para cezalarının (kesinleşmiş ve 6183 sayılı Kanun uyarınca takip
işlemlerine başlanılmış olanlar dâhil) geri verilmesi veya kaldırılmasına yönelik olarak anılan Kanunun 211 inci maddesi kapsamında yapılan başvuruların değerlendirmeye alınabileceği, belirtilmektedir.
Bilgi ve buna göre gereğini rica ederim.
EK: 25.03.2020 tarih ve 53496193 sayılı yazı.
Dağıtım:
Tüm Gümrük ve Dış Ticaret Bölge Müdürlükleri.
Mustafa GÜMÜŞ Bakan a. Genel Müdür
Sayın BULUT, katkınız için çok teşekkür ederim. Eklemiş olduğunuz yazıyı da arşivime aydım. Ayrıca teşekkür ederim. Selamlar.
GÜMRÜK DAVALARINDA İTİRAZ ZORUNLUDUR GÖRÜŞÜ İÇİN BAŞKA BİR GEREKÇE DE
ŞUDUR :
Gümrük
Kanunu kapsamında tesis edilen işlemler yönünden de 2577 sayılı Kanun hükümleri geçerli
olduğuna göre, İYUK 11’inci madde hükmü varken ayrıca 4458 sayılı Kanun’un 242’nci
maddesindeki hükme gerek olmadığı;
, bu durumun da, 242’nci maddede yer alan itiraz
başvurusu düzenlemesinin ihtiyarı değil *zorunlu idari başvuru yolu olduğunu göstermektedir.
Başka bir argüman olabilir. Ama; ona da, 11’inci maddenin özel hali diyebilirler. Ancak; durumu değiştirmez. 242’nci madde, İYUK md.10’un, idari davaya konu edilebilecek nitelikte idari işlem tesis ettirme başvurusu olarak, özel hali. Bu nedenle de, idari dava açabilmek için zorunlu başvuru. Doğaldır ki; idari dava açma niyetinde olmayanlar, bu yolu denemeyebilirler. O takdirde de, dava açma yolu onlar için tıkanmış olur.
Geri bildirim: Düzeltme-Şikâyet Konusunda Yaşanan Hukuki Sorunlar » Smmm Sen de Katıl Muhasebe, Mevzuat, Vergi, Güncel Ekonomi Haberleri