I – GİRİŞ:

Uygulamada; kimi vergi mahkemeleri ile istinaf mercileri, vergiden kaynaklanan kamu alacaklarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin, konu unsurları bakımından tarh işlemlerinden farklı olmadığı; her ikisinin de, vergiye ilişkin olup belli miktar para içerdiği; İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinde vergi davası diye bir dava türü olmamakla birlikte, vergi davalarının içeriğinin, 2576 sayılı Kanunun vergi mahkemelerinin görevin düzenleyen 6’ncı maddesi ile 2577 sayılı Kanunun vergi uyuşmazlıklarında yetkili mahkemeyi gösteren 37’nci maddesinde belirlendiği; bu maddelerde, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan idari işlemleri konu edinen idari davaların da vergi mahkemelerinin görevinde kabul edildiği; nitelikleri itibarıyla aynı olan iki işlemden ödeme emirlerini konu edinen idari davalarla ile ilgili olarak duruşma yapılmasında parasal sınır aranmaması için Kanun koyucu’nun haklı bir nedeni olamayacağı görüşüyle, ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davalarda da, duruşma yapılabilmesi için kanunun öngördüğü parasal sınırın aşılmış olması koşulunu aramaktadırlar.

Bu yazımızda, tarafların dinlenilme hakkı ile ilgili olan bu uygulamayı, kanuna ve hukuka uygunluğu yönlerinden değerlendirmeye çalışacağız.

II – TARH İŞLEMİ İLE ÖDEME EMRİNİN KONU UNSURLARI BAKIMINDAN BENZERLİĞİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:

Tarh işlemleriyle 6183 sayılı Kanunun uygulamasıyla tesis edilen işlemlerin bir kısmının; örneğin, ödeme emrinin, belli para içerdiği doğrudur. Ancak; 2577 sayılı Kanunun 17’nci maddesinde, duruşma zorunluluğu bakımından ölçüt olarak, idari davaya konu edilen idari işlemin konu unsurunun belli paraya ilişkin olması veya belli para içermesi değil; tarh edilen vergi ve ceza toplamı belli parayı aşan “vergi davaları” esas alınmıştır. Düzenleme, aynen, şöyledir: “… iptal ve yirmibeşbin lirayı aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yü­kümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin lirayı aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma ya­pılır.”. Demek ki, belli para, tarh edilen vergi ve verginin zam ve ceza tutarı toplamı yirmibeş bin lirayı aşan vergi davaları ile tam yargı davaları bakımından, duruşma yapma zorunluluğunu sınırlayan etken olmaktadır. Tam yargı davası ve vergi davası niteliğinde olmayan idari davalarda (iptal davalarında), tarafların istemesi durumunda, iptali istenilen işlemin konu unsurunun belli para olup olmamasına bakılmaksızın, duruşma yapılması zorunlu bulunmaktadır.

İlk derece idari yargı yerlerinde açılabilecek idari dava türleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasında sayılmıştır. Fıkrada sayılan dava türleri arasında, “vergi davası” adında bir dava türü bulunmamaktadır. Anılan Kanunun yürürlüğe girdiği ilk yıllarda, vergi uyuşmazlıklarını konu edinen idari davaların türünün, tam yargı davası olduğunu kabul eden görüşler mevcuttu. Hatta, bu davaların kendisine özgü (suijeneris) davalar olduğunu savunanlar da vardı. Ancak; artık, Uygulama’da ve, hemen hemen, tüm Öğreti’de, bu davaların tam yargı davası veya suijeneris dava olmadığı; “vergi davası” adlandırmasının, Kanunda, iptal davasının konusu olan bir tür “vergi uyuşmazlığı”nı tanımlamak için kullanıldığı kabul edilmektedir.

Birer idari uyuşmazlık türü olan “vergi uyuşmazlıkları”, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 6’ncı maddesinde, vergi mahkemelerinin görevlerinin; 2577 sayılı Kanunun 37’nci maddesinde de, bu mahkemelerin yetki alanlarının belirlenmesinde esas alınmıştır. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun tüm kamu alacaklarıyla değil, fakat vergi ve verginin zam ve cezalarından kaynaklanan kamu alacakları hakkında uygulanmasıyla tesis edilen işlemler de, bu iki maddede, vergi mahkemelerinin görev ve yetkisinde olan uyuşmazlıklar olarak gösterilmiştir. Bu bakımdan; 6183 sayılı Kanunun, vadesinin dolduğu tarihte tabi olduğu kanun değişerek, bu kanun yönünden kamu alacağına dönüşen vergi alacakları hakkında uygulanmasıyla tesis edilen idari işlemleri konu edinen idari davaların da, en geniş anlamıyla, vergi uyuşmazlığı kabul edilmesi doğrudur.

Ancak; 2577 sayılı Kanunun, duruşma konusunu düzenleyen, 17’nci maddesinde, duruşma yapma zorunluluğu bakımından, “vergi uyuşmazlıkları”ndan değil; yukarıda söylediğimiz gibi, “vergi davaları”ndan söz edilmektedir. Aynı Kanunun 37’nci maddesinde, İdari Yargılama Hukukunun terminolojisine uygun olarak, vergi uyuşmazlıklarından (vergi uyuşmazlıklarında yetkiden) söz eden Kanun koyucu’nun duruşma ile ilgili maddede, bu terminolojiye uymayan, “vergi davası” tanımlamasını kullanması, duruşma yapma zorunluluğunun sınırlarının belirlenmesi bakımından önemlidir. Kanun koyucu’nun, aynı Kanunun 2’nci maddesinde, idari dava türleri arasında vergi davası adında bir dava türünün olmadığını; bunun bir idari uyuşmazlık türü olduğunu bilmemesi olanaksızdır. Kanun koyucu’ya bu tür bir kusur izafe edilemez. Bu bakımdan; Kanun koyucu’nun, “vergi davası” adlandırmasının İdari Yargılama Hukuku terminolojisine uygun olmadığını bildiğinin ve bu adlandırmayı, “vergi uyuşmazlıkları” olarak adlandırdığı idari uyuşmazlıkların bir bölümüne nazaran farklılık yaratmak amacıyla ve bilerek kullandığının kabulü zorunludur. Dolayısıyla; 17’nci maddede, bilerek, “vergi davası” tanımlamasını kullanan Kanun koyucu’nun, bununla, özel bir amaç güttüğü açık olmaktadır. Bu amacın da, tüm vergi uyuşmazlıklarını değil; Kanunun bir yerinde ya da herhangi bir kanunda, “vergi davası” olarak tanımlanan vergi uyuşmazlıklarını konu edinen iptal davalarında duruşma yapma zorunluluğu ile ilgili parasal sınır uygulaması getirmek olduğu, aynı açıklıkla, anlaşılabilmektedir.

Ne 2576 sayılı Kanunda, ne de 2577 sayılı Kanunda “vergi davaları”nı, bu başlık altında, tanımlayan bir düzenleme mevcuttur. Bu tanım, bu başlık altında, vergi uyuşmazlıkları bakımından özel bir kanun olan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununda vardır. Sözü edilen Kanunun Beşinci Kitabının başlığı, “Vergi Davaları”dır. Bu Kitapta yer alan 377’nci maddede, vergi davasını açabilecekler; 378’inci maddede de, davanın konusu olabilecek idari işlemler gösterilmiştir. 378’inci maddeye göre; vergi davasının konusu, vergi tarhına ilişkin işlemler (tarh işlemi – tarhiyat), ceza kesme işlemleri, takdir ve tadilat komisyonlarının kararlarıdır. Ne anılan maddede, ne de başka bir maddede, 6183 sayılı Kanunun vergi ve vergi cezalarıyla ilgili olarak uygulanmasıyla tesis edilen işlemler, bu davanın konusu olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla; bir önceki paragrafta sözünü ettiğimiz, Kanun koyucu’nun amacı, Vergi Usul Kanununun Beşinci Kitabında vergi davasının konusu olacağı belirtilen işlemlere karşı açılan davalarda, duruşma yapma zorunluluğu için parasal sınırlama getirmek olmaktadır.

Bu bakımdan; parasal sınırın, anılan işlemler dışındaki, vergiyle ilgili işlemlerden kaynaklanmaları nedeniyle vergi uyuşmazlığı olarak adlandırılan diğer uyuşmazlıkları konu edinen idari davalara da uygulanması, Kanun koyucu’nun amacını aşar niteliktedir ve bu amacı metin haline getiren yasal düzenlemeye uygun değildir.

III – KANUN KOYUCU’NUN AMACININ BENZER İŞLEMLERİ KONU EDİNEN İDARİ DAVALAR ARASINDA, DURUŞMA KOŞULLARI YÖNÜNDEN, FARK YARATMAK OLAMAYACAĞI İDDİASININ DEĞERLENDİRMESİ:

Kanun koyucu’nun amacının konu unsurları benzeyen işlemlere karşı açılan idari davalar arasında duruşma koşulları bakımından fark yaratılması olamayacağı iddiası; ödeme emrinin konu unsurunun, tarh işleminin konu unsurunda olduğu gibi, belli para içermesine ve belli paranın da, tarh işleminin konusu olan ve vadesinde ödenmeyen vergi ve verginin zam ve cezaları olmasına dayanmaktadır. Bu iddianın sahiplerine göre; tarh ve ceza kesme işlemlerinin iptali istemiyle açılan davalarda duruşma yapılabilmesi için, güncel olarak, vergi ve ceza tutarının kırk bin Türk Lirasını aşıyor olması aranırken; örneğin, beşbin Türk Lirası gibi küçük bir tutar içeren ödeme emirlerine karşı açılan davada, duruşma yapılması isteğinin herhangi bir koşul aranmaksızın yerine getirilecek olmasının haklı bir nedeni olamaz. Dolayısıyla; ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davalarda da, duruşma yapılabilmesi için, ödeme emrinin konusu olan para tutarının yasada gösterilen miktarı aşıyor olması gerekir. Aksi takdirde; bu davalarda, duruşma yapılması zorunlu değildir.

Bu görüşün kanuna ve hukuka uygunluğunun değerlendirilmesinden önce, şu saptamaların yapılmasında yarar vardır:

  • Kanun koyucu’nun böyle bir amaç gütmüş olamayacağı iddia edilerek, parasal sınırın, benzer olduğu söylenen davalara da uygulanması, Kanun koyucu’nun tercihini/seçimini sorgulamak ve düzenlemede boşluk bırakıldığı düşünülen alanı, bizzat, doldurmak düşüncesinde olmak anlamına gelmektedir.
  • Üstelik; konumuz yönünden, boşluk doldurma düşüncesi, dinlenilme hakkının genişletilmesi değil, daraltılması yönündedir.
  • Dinlenilme hakkı, bir insan hakkı olan adil yargılanma hakkının alt unsurudur.
  • Bir insan hakkının sınırlandırılması, ancak yasayla mümkündür; hakka, yorum ya da başka bir suretle sınır konulamaz.

Öncelikle belirtelim ki; sözü edilen türde sorgulama, eşitlik, adil yargılama hakkının ihlali vs gibi hak ve özgürlüklere ilişkin nedenlerle, yalnızca, Anayasa Mahkemesince, normun anayasaya uygunluğunun denetimi sırasında, yapılabilecek bir sorgulamadır. Kaldı ki; Anayasa Mahkemesinin bu sorgulaması da, sorgulanan hakkın daraltılması değil, genişletilmesi yönünde olmak zorundadır.

İkincisi; içerdiği belli para miktarı kırkbin Türk Lirasından az olan davalarda duruşma hakkı tanımayan Kanun koyucu’nun tutarı beşbin Türk Lirası olan davada duruşma yapmayı zorunlu kılmasının haklı nedeni olamayacağı yolundaki görüş, korunmaya layık olma bakımından, hakları, taşıdıkları parasal değere göre, sınıflandırma alışkanlığının dışavurumudur. Maalesef hukuk sistemimizde, Kanun koyucu’nun bu tür sınıflandırmalar yaptığına, yargılama usulü kuralları ile ilgili olarak, rastlamaktayız. Örneğin; konusu olan para belli miktarın altında olan davalarda, istinaf ya da temyiz hakkının tanınmaması, bu tür bir sınıflandırmanın sonucudur. Anayasaya uygun olması koşuluyla, Kanun koyucu’nun bu tür sınıflandırmalar ve bu sınıflandırmalara bağlı olarak hak sınırlamaları yapması normal karşılanabilir. Ancak; somut olay temelinde hakkın korumasıyla görevli bir yargıcın, bu tür sınıflandırmalarla hak kısıtlamasına gitme çabası içerisinde olması düşünülemez.

Üçüncüsü; Kanun koyucu’nun amacının konu unsuru benzer olan idari işlemlere karşı açılan idari davalarda duruşma hakkı bakımından farklılık yaratmak olamayacağı kabul edildiği takdirde; aynı sorgulamanın, 6183 sayılı Kanunun vergiden kaynaklananlar dışındaki kamu alacakları hakkında uygulanmasıyla tesis edilen aynı tür işlemler ile konu unsuru para olan (örneğin, idari para cezaları gibi) sayısız idari işlemleri konu edinen idari davalar bakımından da yapılmaması ve bu işlemlere karşı açılan iptal davalarında duruşma için parasal sınıra uygunluk koşulunun aranmaması açıklanamaz ve aynı cümle tersinden kurularak, “Konu unsuru para olan sayısız idari işleme karşı açılan iptal davalarında duruşma yapılabilmesi için, para tutarının belli miktarı aşması koşulu aranmadığına göre; Kanun koyucu’nun amacı, vergi ile ilgili idari işlemlerde bu koşulu aramak olamaz” iddiası ileri sürülebilir.

Dördüncüsü; dinlenilme hakkı, yukarıda söylemiş olduğumuz üzere, adil yargılanma hakkının alt unsurudur. Duruşma yapılması, bu hakkın kullanılması anlamına gelmektedir. Adil yargılanma hakkı ise, Anayasamızın 36; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin de 6’ncı maddesinde güvence altına alınmıştır. İnsan haklarına ilişkin konularda düzenleme yapılması, bu hakların kullanılmasına sınırlamalar getirilmesi, gerek Anayasamızda, gerekse anılan Sözleşmede, yasal düzenleme bulunması koşuluna bağlanmıştır. Bu bakımdan; kanunda açıkça sınırlama öngörülmeyen dinlenilme hakkı ile ilgili olarak yorumla sınırlama getirilmesi, bu koşulun; dolayısıyla, hakkın ihlalidir.

Sonuncusu; insan haklarına ilişkin konularda, hakkın geniş; sınırlamanın dar yorumlanması esastır. Bu bakımdan; eğer, Kanun koyucu’nun benzer durumlarda farklı düzenleme yapma amacı güdemeyeceğinden hareketle bir yorum yapılacaksa; hakkaniyete uygun olan, bu yorumun, hakkın sınırlandırılması sonucunun yaratılması yönünde değil; var olan sınırlamanın kaldırılması yönünde olmasıdır. Ancak; Kanun koyucu’nun vergi davası olarak adlandırdığı uyuşmazlıklarda, dinlenilme hakkı yasayla sınırlandırılmıştır. Başka deyişle; idari yargıç için, bu tür yorumla da olsa, sınırlandırmanın kaldırılması mümkün değildir. Hakkaniyete uygun olmasına karşın, dinlenilme hakkı ile ilgili sınırlamaya dokunamayan idari yargıcın sınırlamayı yaygınlaştırıcı yorum yapması ise, hiçbir biçimde kabul edilemez.

Bu bakımlardan; vergiden kaynaklanan kamu alacaklarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davalarda duruşma yapma zorunluluğuna, yorumla, tarh ve ceza kesme işlemlerine karşı açılan davalarda olduğu gibi, parasal sınır getirilmesini haklı göstermek amacıyla ileri sürülen anılan görüş, hukuken kabul edilebilir değildir.

IV – SONUÇ :

İdari Yargılama Usulü Kanununun 17’nci maddesinde duruşma yapma zorunluluğu ile ilgili olarak öngörülen parasal sınır, Vergi Usul Kanununun Beşinci Kitabında sözü edilen vergi davalarını kapsamaktadır. Sınırın, vergi uyuşmazlıklarını konu edinen idari davalardan, Kanunun “vergi davası” olarak tanımladığı, anılan davaların dışındakiler için de aranması, Anayasaya, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine ve İdari Yargılama Usulü Kanununa aykırı bir uygulamadır.