I – GİRİŞ:
İlk kurulduğu tarihte, uyuşmazlığın kaynağına göre genel olarak iki, özel olarak da tek dereceli iken; 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda, 3619 ve 3622 sayılı Kanunlarla, yapılan değişiklikler sonucu, tek dereceli yargı sistemi olma niteliğini yitirerek, tamamen iki dereceli hale getirilen İdari Yargı Sistemimiz, 20 Temmuz 2016 gününde uygulamaya konulan, 6545 sayılı Kanunla, bölge idare mahkemeleri istinaf mahkemesine dönüştürülerek; altta, idare ve vergi mahkemeleri; üstte, uyuşmazlığın miktarına ve konusuna göre, istinaf ve temyiz mercii olmak üzere, yeniden yapılandırılmıştır.
İstinafın, temyizden farkı, aşağıda yeniden değinileceği üzere, temyizin, yalnızca bir hukuka uygunluk denetimi olmasına ve, bu denetimin sonucuna göre, hukuka uygun kararı verme yetkisinin kararı temyiz denetimine tabi olan yargı yerine ait bulunmasına karşın; istinafta, kanunda yazılı istisnalar dışında, uyuşmazlığın, baştan alınarak, hem maddi, hem de hukuki yönüyle yeniden yargılama yapılıyor ve dava hakkında bu yargılama sonucuna göre, yeniden hüküm kuruluyor olmasıdır.
Bölge idare mahkemelerinin istinaf mahkemesi olarak yeniden yapılandırıldığı tarihten bugüne kadar geçen kısa zaman diliminde, uygulamanın gereği gibi ve sorunsuz yürütülmesi, kuşkusuz, beklenemezdi. Nitekim; yorum ve anlayış farkından ya da sisteme gereğince nüfuz edememekten kaynaklanan sorunlar, çok geçmeden, kendini göstermiştir. Örneğin; bölge idare mahkemelerinin, temyiz denetiminden öykünerek, ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesini değiştirip, istinaf başvurusunun reddi yolunda karar vermeleri, bu sorunlardan biridir. Diğer bir sorun da, kimi bölge idare mahkemelerinin, ilk derece mahkemesinin noksan incelemeyle verilen kararını kaldırdıktan sonra, dosyayı, incelemedeki noksanlığın giderilmesi ve dava hakkında yeniden karar verilmesi için, mahkemeye göndermeleridir. Bu uygulamaya, Danıştay’ın kimi dava daireleri de, temyiz denetimi dolayısıyla verdikleri bozma kararlarıyla (Dan.14.D., 15.5.2018, E: 2018/120, K:2018/3671), katkıda bulunmaktadırlar[1].
Bu yazımızda; ilk derece mahkemelerince eksik incelemeyle verilen/taleplerden kimileri hakkında hüküm içermeyen kararlar üzerinde yapılan istinaf incelemesi dolayısıyla yapılan bu uygulamanın, kanuna ve sistemin gereklerine uygunluğunu değerlendirmeye çalışacağız.
II – KANUN DÜZENLEMESİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME:
İdari Yargılama Usulü Kanununun “İstinaf” başlıklı 45’inci maddesinin 4’üncü fıkrasında, aynen, “Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir. İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir.” hükmü yer almıştır. Hükümden görüleceği üzere; istinaf incelemesi yapan bölge idare mahkemesinin, incelemeye konu ilk derece idari yargı yerinin kararını “hukuka uygun” bulmaması durumunda, vereceği karar bellidir. Bu halde verilecek karar; istinaf başvurusunun kabulü ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasıdır. Kanun, istinaf başvurusunun kabulü ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektirecek hukuka uygun olmama/bulunmama halinin çerçevesini de çizmiş; belli hukuka aykırılık halleriyle sınırlamış değildir. Bu bakımdan; istinaf incelemesine tabi ilk derece mahkemesi kararında bulunabilecek her türlü hukuka aykırılık/ uygun olmama hali, istinaf başvurusunun kabulüne ve ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına karar verilebilmesi için yeterlidir.
Bir yargı kararında bulunabilecek hukuka aykırılık hallerini; maddi olayın saptanmasında hata, saptanan maddi olayın hukuki nitelemesinde hata, uyuşmazlığa uygulanan hukuk kuralının tespitinde hata, bu hukuk kuralının yorumlanmasında veya uyuşmazlığa uygulanmasında hata, yargılama usulüne ilişkin kurallardan kararın sonucunu etkileyebilecek olanlarda hata olmak üzere sıralayabiliriz[2]. Kararda, taraflardan birinin iddiasının karşılanmamış olması veya davacının taleplerinden biri hakkında hüküm kurulmamış olması, maddi uyuşmazlığın ve davacının talebinin belirlenmesinde veya nitelemesinde yapılan hatadan kaynaklanmış olabileceği gibi; maddi uyuşmazlığın her yönüyle ortaya konulabilmesi için gerekli inceleme ve araştırmanın ihmal edilmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir. İstinaf incelemesi sonunda verilebilecek kararlar bakımından, bu iki hukuka aykırılık hali arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. İstinaf mercii, hangisinin varlığına kanaat getirse getirsin, vereceği karar bellidir: İstinaf başvurusunun kabulü ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması.
Fıkra, ayrıca, ilk derece mahkemesi kararının hukuka uygun bulunmaması durumunda verilecek kararı göstermekle de kalmamakta; bu aşamadan sonra istinaf merciince yapılması gereken işlemleri de, istinaf müessesesinin niteliğine uygun olarak, bu halde, bölge idare mahkemesinin, işin esası hakkında yeniden karar vereceğini söylemektedir. Fıkrada, istinaf merciinin ilk derece mahkemesinin kararını kaldırdıktan sonra işin esası hakkında yeniden karar verebilmesi için, hangi tür hukuka aykırılığın gerçekleşmiş olması gerektiği konusunda da, sınırlayıcı bir belirleme bulunmamaktadır. Aksine; fıkrada kullanılan, “Bu hallerde” ibaresi, sözünü etmiş olduğumuz hukuka aykırılıklarının tümünü kapsayıcı niteliktedir. Dolayısıyla; ilk derece mahkemesi kararını, hukuka uygun bulmadığı gerekçesiyle, kaldıran bölge idare mahkemesinin, tespit etmiş olduğu hukuka aykırılık hallerinden kimilerini, istinaf müessesesinin kanunda yazılı gereklerine uymayan tarzda, nitelendirerek, işin esası hakkında karar verme görevini yadsıması, kanunun düzenlemesine uygun değildir.
İstinaf incelemesi sırasında, ilk derece mahkemesi kararının hukuka uygun bulunmaması durumunda, verilecek karar ve yapılacak işlemlerle ilgili kural bu olmakla birlikte; Kanun, 45’inci maddenin sonraki fıkrasında (5’inci fıkra), istinaf merciinin, hukuka uygun bulmadığı ilk derece mahkemesi kararını kaldırdıktan sonra, dosyayı, yeniden karar verilmek üzere, ilgili ilk derece mahkemesine gönderebileceği haller de öngörülmüştür. Fıkra, “Bölge idare mahkemesi, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. Bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararları kesindir.” düzenlemesini içermektedir. Fıkra; sözünü etmiş olduğumuz kurala istisna niteliğinde olan üç hal öngörmektedir. İstinaf başvurusunu inceleyen bölge idare mahkemesi;
1 – İlk derece mahkemesinin kararı, ilk inceleme üzerine (yani, 14’üncü maddenin 3’üncü fıkrasında yazılı yönlerden tespit edilen aykırılıklar nedeniyle, 15’inci madde uyarınca) verilen kararlardan ise;
2 – Görevsiz ve yetkisiz mahkemece davaya bakılmış ve hüküm kurulmuş ise;
3 – Yahut, reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından veya onun bulunduğu heyetçe bakılan davada verilmiş ise;
Başvuruyu kabul ederek, kararı kaldırdıktan sonra, dosyayı, ilgili mahkemeye göndermek zorundadır. Yani; bu hallerde, istinaf mercii, işin esası hakkında karar verme konusunda yetkili değildir. Başka bir deyişle de; istinaf merciinin, istinaf başvurusunu kabul edip, ilk derece mahkemesinin kararını kaldırdıktan sonra, dava dosyasını yeniden karar verilmek üzere ilgili mahkemeye gönderebileceği haller, bunlarla sınırlıdır.
Bu üç halin ilkinde; İdari Yargılama Usulü Kanununun 14’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasında, davanın açıldığı mahkemece uyuşmazlığın esasına girilerek karar verilmesine engel olarak gösterilen durumlardan birinin varlığı gerekçesiyle, dosya tekemmül ettirilmeksizin, davanın sonuçlandırılması hali vardır. İkincisinde; kararı veren mahkeme, uyuşmazlık konusunda görevli ya da yetkili mahkeme değildir. Bu nedenle de, uyuşmazlık hakkında görevli ve yetkili mahkemece verilmiş bir karar, henüz, yoktur. Son halde ise; kararı veren mahkeme görevli ve yetkilidir. Davanın esasına geçilmesine engel bir aykırılık da, söz konusu değildir. Ancak; kararı veren ya da verilmesine katılan hâkim reddedilmiş ya da yasaklı olduğu için; karar, davanın gerçek hâkimi ya da hâkimlerinin görüş ve kanaati ile oluşmuş bir karar değildir. Görüldüğü üzere; bu üç halde, ya davanın esasına girilmeden karar verilmiştir ya da kararı veren mahkeme veya hâkim, kararı vermesi gereken mahkeme veya hâkim değildir. Bu hallerde; ilk derece mahkemesi kararı kaldırıldıktan sonra, dosya, dava hakkında karar verilmek üzere, ilgili ilk derece mahkemesine gönderilir. İlgili ilk derece mahkemesi; davaya görevsiz veya yetkisiz mahkemece bakılmış olması halinde, görevli veya yetkili idari yargı yeri; kararın reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından verilmiş olması durumunda, bu hâkimin katılmadığı kurul veya başka bir hâkim tarafından davaya bakılmak üzere, kararı veren mahkeme veya, duruma göre, belirlenecek mahkeme; diğer hallerde ise, kararı kaldırılan ilk derece idari yargı yeridir.
Eksik incelemeyle verilen ya da davacının taleplerinden kimilerini karşılamayan karar, ne ilk inceleme üzerine verilen kararı istinafa konu mahkemece, ne görevsiz ve yetkisiz mahkemece, ne de reddedilen ya da yasaklanmış olan hâkim veya bu hâkimin katıldığı heyetçe verilen karardır. Mahkeme, görevli ve yetkilidir; kararı veren hâkim ya da hâkimler hakkında da, ileri sürülmüş bir ret ya da yasaklanma nedeni yoktur. Ayrıca; karar, ilk inceleme aşamasında herhangi bir hukuka aykırılık görülmediği için, dosya tekemmül ettirilerek, davanın esası hakkında verilmiş karardır. Bu bakımdan; karar, 45’inci maddenin 5’inci fıkrasının kapsamında değildir. Aksine; tam da, 4’üncü fıkra kapsamında olan ve bu fıkra uyarınca işleme (istinaf denetimine) tabi tutulması gereken karardır.
III – İSTİNAF İNCELEMESİNİN ÖZELLİKLERİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME:
Temyiz, üçüncü bir yargılama aşaması olarak değil; hukuk düzenini oluşturan kuralların, ülke genelinde, aynı şekilde yorumlanıp, aynı şekilde uygulanarak içtihat birliğinin sağlanması ve, böylece, kanun önünde eşitlik ilkesinin tesisi amacıyla düşünülmüş bir kanun yoludur. Bu yüzden; temyiz mercii, uyuşmazlığın maddi yönüyle (maddi uyuşmazlıkla) ilgilenmez; derece mahkemesince belirlenen maddi uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının, doğru tespit edilip edilmediğine, doğru yorumlanıp doğru ve eksiksiz uygulanıp uygulanmadığına bakar.
Yargı önüne gelen her uyuşmazlık, biri maddi, diğeri de hukuki olmak üzere, iki uyuşmazlık içerir. İlk derece mahkemeleri, davanın sonunda, bu iki uyuşmazlığı da çözmek zorundadır. İstinaf mahkemeleri için de, temyiz denetiminden farklı olarak, durum aynıdır. Bu mahkemelerin varlık nedeni, mesleğin başında olan, kıdemsiz ve deneyimi az yargıçların vermiş oldukları kararların, bir kez de, meslekte kıdemli ve deneyimli yargıçlar tarafından, davaya, uyuşmazlığın her iki yönüyle de, yeniden bakılarak, denetlenmesidir. Bu bakımdan; istinaf incelemesi, “istinaf” sözcüğünün sözlük anlamına uygun olarak, davanın, bir üst yargı yerince, yeniden görülmesi niteliğindedir. Davanın yeniden görülmesi demek; davadaki iddia, talep ve savunmaların, tarafların sunduğu veya ilk derece mahkemesinin ilgili yerlerden re’sen getirttiği delil niteliğindeki belge ve bilgilerin yeniden incelenip değerlendirilmesi; gerekiyorsa, ilgili yer, kurum, kuruluş ve kişilerden ek bilgi ve belgeler getirtilerek incelenmesi; davanın ilk derece mahkemesinde görülmesi sırasında uygulanan keşif, bilirkişi incelemesi gibi usul müesseselerinin tümünün yeniden uygulanması demektir. Bu, hukuka uygun bulmadığı kararı kaldıran istinaf merciinin, yasada öngörülen istisnai durumlar dışında, ilk derece mahkemesinin yerine geçerek – ilk derece mahkemesi imiş gibi karar vermesinden başka bir şey değildir. Eğer, öyle olmasaydı; yani, istinaf mercii, ilk derece mahkemesinin noksan bıraktığı yargılamayı tamamlamak durumunda bulunmasaydı; istinaf merciine, istinabe yetkisi verilmesinin bir anlamı da olmazdı.
İncelemedeki noksanlık, bizzat, tamamlanarak işin esası hakkında kadar verilmesi istinaf denetiminin gereklerinden olmasına karşın; bölge idare mahkemesinin, noksan incelemenin tamamlanması ve sonucuna göre yeniden karar verilmesi için dosyayı, kararı kaldırılan, ilk derece idari yargı yerine göndermesi, bu yetkilerin ve işin esası hakkında karar verme görevinin yadsınması niteliğindedir ve kanuna aykırıdır.
IV – ÇOK AŞAMALI YARGILAMA YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
Yukarıda verilen Danıştay kararında, Daire, ilk derece mahkemesince eksik hüküm kurulması durumunda verilecek kararlarla ilgili olarak Kanunda bir açıklık olmadığını söyledikten sonra; istinaf merciinin ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak, uyuşmazlık hakkında kendisinin karar verebilmesinin ön şartının, ilk derece mahkemesinin işin esası hakkında karar vermiş olması olduğunu; aksi halde, ilk derece, istinaf ve temyiz olmak üzere üç aşamalı yargılama sistemine uyulmamış olacağını söylemektedir.
Bu gerekçe, İdari Yargı Sistemimizin, üç aşamalı olduğu konusundaki değerlendirmeye dayanmaktadır. Oysa; İdari Yargı Sistemimiz, iddia edildiğinin aksine, üç aşamalı/dereceli değildir. Kimi davalar için tek aşamalı/dereceli, kimi davalar için de iki aşamalı/derecelidir. Eğer, (kimilerinin kabul ettiği gibi) temyiz bir derece sayılırsa; kimi davalar için de, üç aşamalı/derecelidir. Daha açık olarak söylemek gerekirse; İdari Yargı Sistemimiz, kural olarak iki aşamalı/derecelidir. Tek ve üç aşamalılık/derecelilik ise, istisnadır.
Yani; kimi davalar için tek dereceli yargılama, Kanun koyucu’nun kabulüdür ve sistemin yapısında vardır. İstinaf merciinin ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasından sonra yeniden yapacağı yargılama sonundan ilkinden tamamen farklı olarak vermiş olduğu kesin kararları, tek aşamalı/dereceli yargılamayla verilmiş kabul etsek bile; bu, ne Kanun koyucu’nun kabulüne, ne de sistemin yapısına ters düşer. Dolayısıyla; eksik incelemeye dayalı olan ve eksik hüküm içeren kararlar dolayısıyla ilk kez istinafta inceleme yapılıp hüküm kurulacak olmasına bakılarak, sistemin bozulacağının iddia edilmesi, söz konusu gerçekle uyuşmamaktadır.
V – KARARDA KARŞILANMAYAN TALEPLERİN HUKUKİ NİTELİĞİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME:
Yargılama, davacının talebinin mahkeme kalemine girdiği tarihten, mahkemece bu talep hakkında karar verildiği tarihe kadar devam eden bir süreçtir. Dava, bu kararla son bulur ve yargı yeri elini dosyadan çeker. Karar, davacının taleplerinin hukuka uygun ve kabul edilebilir olup olmadığı ile ilgili olmak zorundadır. İdari yargıda, davacının talebi, ya bir idari işlemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi ya da belli bir miktar tazminatın davalı idareden alınarak kendisine verilmesidir. Dolayısıyla; davacının talebinin kabul edilmesi demek; hukuka uygunluğu denetlenen idari işlemin iptal edilmesi; istenilen tazminatın davalı idareden alınıp davacıya verilmesine hükmedilmesi demektir. Bu bakımdan; davacının talebinin kabul edilmiş sayılabilmesi, kararda, açıkça, iptal veya tazminat hükmünün kurulmuş olmasına bağlıdır. Başka anlatımla; kararda açıkça o yolda hüküm kurulmuş olmadıkça, davacının talep ya da talepleri kabul edilmiş sayılamaz. Kuşkusuz, mahkeme, davacının talebini ya da taleplerinden birini reddedince de, bunu kararında yazıp gerekçelendirmek zorundadır (AY, md.141). Ancak; talep edilmesine karşın, kararda hüküm kurulmamış olması, talebin kabul edildiği anlamına gelmez. Davanın esasına girildikten sonra, iki seçenek vardır: Talep, ya kabul edilir ya da reddedilir. Davanın konusuz kalması hali dışında, başka bir seçenek de yoktur. Açıkça kabul edilmeyen talep hakkında hüküm kurulmaksızın davanın sona erdirilmesi, sonucu bakımdan, talebin reddedildiği anlamına gelir. Böyle bir durumda; dava veya davanın ilgili kısmı reddedilmiş gibi, iptali istenilen idari işlem hukuki varlığını sürdürmeye devam eder; idare, talep edilen tazminat miktarını ödemekle yükümlü olmaz. Bu, bir bakıma; davacının talebinin ya da taleplerinden kimisinin gerekçesiz olarak reddedilmesi hali gibidir. Yani; kurulmuş açık hüküm bulunmamasına karşın, yargılamanın bitirilmesiyle davanın o taleple ilgili kısmı hakkında, kendiliğinden, oluşan bir karar (ret kararı) mevcuttur. Esasen; böyle bir karar olmamış olsaydı, olmayan kararın kaldırılması da söz konusu olmazdı.
Öte yandan; istinaf merciinin hukuka aykırı ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak işin esasını kendisinin karara bağlayabilmesi için, bu kararın uyuşmazlığın esası hakkında verilmiş karar olması gerektiği doğrudur. Ancak; eksik inceleme ile kurulmuş ya da tarafların iddia ve taleplerini eksik hüküm altına almış olan kararların, uyuşmazlığın esasına ilişkin olmadıkları söylenmesi Yargılama Hukukuna uygun değildir. Bu tür kararlar, davaya bakan ilk derece mahkemelerinin, uyuşmazlığın esasına girerek, araştırılması gereken hususları eksik araştırmak, karara bağlanması gereken talepleri de eksik dikkate almak suretiyle vermiş oldukları kararlardır. Oysa; ilk derece mahkemelerinin, işin esasına girmeden verdikleri, davayı sonlandırıcı, kararları, yukarıda açıklandığı üzere, ilk inceleme üzerine, İdari Yargılama Usulü Kanununun 15’inci maddesi uyarınca, verdikleri kararlardır. Eksik inceleme ile verilen kararlarla eksik hüküm içeren kararların, yukarıda değinildiği gibi, bu tür kararlarla herhangi bir benzerlikleri yoktur.
VI – HÂKİMİN BOŞLUK DOLDURMA YETKİSİYLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
Hâkimin boşluk doldurmasından söz edilebilmesi için, öncelikle, ortada bir yasal boşluğun bulunması gereklidir. Oysa; yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalardan anlaşılacağı üzere; ortada, bir yasal boşluk değil; istinaf merciinin, ilk derece mahkemesinin eksik bıraktığı inceleme ve araştırmayı, temyiz incelemesinde olduğu gibi, yine ilk derece mahkemesine tamamlattırabileceği düşüncesiyle yapılan bir uygulaması vardır. Kanunda, ilk derece mahkemesinin eksik inceleme yapmış ve tarafların taleplerinden kimileri hakkında hüküm kurmamış olması halinde yapılacak işlem hakkında açıklık olmaması, bir boşluk değildir. Yukarıda yapmış olduğumuz gibi; bu konudaki açıklığın, istinaf sisteminin özelliklerinden hareketle ve 45’inci maddenin 4’üncü fıkrasının kapsamının doğru belirlenmesiyle sağlanması mümkündür.
Yargılama usulüne ilişkin kurallar, yargılamanın gereği gibi ve adil olmasını sağlamak üzere vardır. Adil yargılanma ise, Anayasanın 36’ncı maddesi ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde güvence altına alınmış bir insan hakkıdır. İstinaf merciinin, ilk derece mahkemesi kararında tespit ettiği eksikliği, kendi inceleme ve araştırmasıyla gidermek yerine, bu eksiklikler giderilerek, dava hakkında yeniden karar verilmek üzere, dosyayı kararı veren ilk derece mahkemesine göndermesi; belli bir aşamaya gelen yargılama da, başa dönülmesi, baştaki tüm yargılama ve tebligat işlemlerinin yeniden yapılması, yeni bir karara ve yeni bir kanun yolu başvurusuna yol açılması demektir. Bu ise, ne yargılamanın en kısa zamanda, en az masrafla yapılması amacında olan Anayasa koyucu’nun, ne de istinaf sistemini kuran Kanun koyucu’nun makul kabul edebileceği bir zaman kaybıdır. Oysa; davanın tarafları yönünden, davalarının olabilecek en kısa sürede sonuçlandırılması, adil yargılanma hakkının alt unsuru olan bir haktır.
Bu bakımdan; olmayan bir boşluğu dolduracağım derken, tarafların adil yargılanma haklarının ihlaline neden olunması olasılığı vardır.
VII – SONUÇ:
Kanun yolu olarak, istinafla temyiz ayrı müesseselerdir. Bu nedenle de; birinde var olan usul müessesesinin diğerinde de olması gerekmez. Her müessese, kendi kuralları içerisinde ve amacına (varlık nedenine) uygun olarak işletilmelidir. İlk derece mahkemesinin yargılamasındaki eksiklik gerekçe gösterilerek, dava dosyasının, bu eksikliğin tamamlanmasından sonra yeniden karar verilmek üzere, ilk derece mahkemesine gönderilmesi, kanunun kabul ettiği istisnalar dışında, istinaf incelemesinin özelliklerinden biri değildir. Temyiz müessesesine ait olan bu yetki kullanılarak verilen bu tür kararların, sistemde istenmeyen sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Ayrıca; yetkinin kamu düzeninden olduğu da, unutulmamalıdır.
[1] NOT: Benzer durum, kanunda temyiz yolu olarak öngörülmesine karşın, gerçekte bir istinaf incelemesi olan ivedi yargılama usulü uygulanarak verilen kararların temyizinde de söz konusudur. (Dan.13.D., 9.3.2018, E:2018/55, K:2018/922, Danıştay Dergisi, Yıl. 2018, S.149, sh.408).
[2] Hukuka aykırılık halleri için bkz. Turgut CANDAN, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 45 vd. maddeleriyle ilgili açıklama, 7’nci Baskı, Yetkin Yayınları.