Değerli Konut Vergisi, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa, 41’inci maddesinden sonra gelmek üzere, 7 Aralık 2019 gün ve 30971 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7194 sayılı Kanunun 30’uncu maddesiyle eklenen Dördüncü Kısımda yer alan maddelerde düzenlenmiştir. Bu Kısımda yer alan 42’nci maddede; Türkiye sınırları içinde bulunan mesken nitelikli taşınmazlardan bina vergi değeri veya Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değeri 5.000.000 Türk lirası ve üzerinde olanların değerli konut vergisine tabi olduğu söylenmiş; 43’üncü maddede de; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce ilgili mevzuat kapsamında yapılan veya yaptırılan değerleme sonucunda belirlenen ve değeri 42 nci maddede yer alan tutarı aşan (bu tutar dâhil) mesken nitelikli taşınmazların, ilgilileri tarafından ulaşılabilecek şekilde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün internet sitesinde ilan edileceği ve ilgilisine ayrıca tebliğ olunacağı hükmü yer almıştır.
43’üncü maddenin son cümlelerinde, tebliğ tarihinden itibaren on beşinci günün sonuna kadar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne itiraz edilmeyen mesken nitelikli taşınmaz değerinin kesinleşeceği; süresinde yapılan itirazların, on beş gün içinde değerlendirilerek sonuçlandırılacağı ve kesinleşen değerin, aynı usulle ilan ve ilgilisine tebliğ edileceği; bu değerin, değerli konut vergisi uygulamasında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değer olarak kabul edileceği yolunda hüküm yer almış bulunmaktadır. Buna göre; adı geçen Genel Müdürlükçe tebliğ olunan değer, müvekkilin değerli konut vergisine esas alınması gereken değer; yani, verginin matrahı niteliğini kazanmış olmaktadır.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bir kamu idaresidir. Yani kamu hizmeti yapmakta ve bu hizmeti dolayısıyla da kamu gücü kullanmaktadır. Sözü edilen değerleme de, bu kamu idaresinin kamu gücü kullanarak, tek yanlı irade beyanı ile yapmış olduğu bir idari işlemdir. Bu bakımdan; bu değerleme işleminin hukuka aykırılığından bahisle iptali için dava açıldığında, bu davanın idari yargı yerlerinin görevine gireceği tartışma götürmeyecek açıklıktadır. Bununla birlikte; adı geçen Genel Müdürlüğün bir vergi idaresi olmaması ve değerleme yapma yetkisinin 4 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 480 ve devamı maddelerinde öngörülmüş olması nedeniyle, bir idari davaya konu edildiğinde, bu değerleme işleminden doğan idari uyuşmazlığın, idare ve vergi mahkemelerinden hangisinin görevine gireceği konusu tartışmaya açık bulunmaktadır. Biz, nedenlerini aşağıda açıklayacağımız üzere, görevin vergi mahkemelerine ait olduğu düşüncesindeyiz:
1- 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 20’nci maddesinde, vergi tarhı, vergi alacağının, kanunlarında gösterilen matrah ve nispetler üzerinden, vergi dairesince, miktar olarak hesaplanması (hesaplanarak, bu alacağı tespit eden idari muamele-işlem) olarak tanımlanmıştır. Değerli konut vergisi mükellefi tarafından beyan edildiğinde, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değer üzerinden yetkili vergi dairesince yapılması gereken işlem, bu tarh işlemidir. Dolayısıyla; Genel Müdürlüğün bizzat yaptığı ya da yaptırdığı değerleme sonunda bulunun rakam/değer, (emlak vergisine esas vergi değerinden yüksek olması koşuluyla) kanunda belli edilen oran uygulanarak değerli konut vergisinin miktarının hesaplandığı matrah olmaktadır.
Verginin matrahı, Anayasa Mahkemesinin, 31.3.1987 gün ve E: 1986/20, K:1987/9 (R.G: 28.5.1987 – 19473) sayılı kararında, yasallık alanında olduğunu söylediği mali yükün (verginin) asli unsurlarından biridir[1]. İdari Yargılama Hukuku ve idari işlem teorisi yönünden, bu asli unsur, Vergi Usul Kanunun 20’nci maddesinde bir idari işlem (idari muamele) olarak tanımlanan tarh işleminin sebep unsurunu oluşturmaktadır. İdari Yargılama Hukukunun ilke ve kurallarına göre; bir idari işlemi hukuka uygunluk denetimine tabi tutma konusunda görevli ve yetkili yargı yeri, kanunda açıkça ayrı bir yargı yeri gösterilmiş olmadıkça, onun unsurlarının hukuka uygunluğunun denetiminde de görevli ve yetkilidir. Dolayısıyla; matrahın hukuka uygunluğunun denetiminin, sebep unsurunu oluşturduğu vergi tarhının denetimi yapma konusunda görevli idari yargı yerince yapılması gereklidir.
2- 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri Ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanunun 6’ncı maddesinde de, vergi mahkemelerinin görevi; vergilendirme işlemini yapan idareye göre değil; mali yüküm ve yaptırım türüne, mali yükümlerin girdiği bütçeye ve uygulanan kanuna (6183 sayılı Kanun bakımından) göre belirlenmiştir. Buna göre; kamu idaresi tarafından, verginin yasallık alanına giren asli unsurlarından herhangi biriyle ilgili olarak yapılan idari nitelikteki işlemin, idari davaya konu edildiğinde, vergi mahkemelerinin görevine girebilmesi için, işlemi yapan kamu idaresinin vergi idaresi olması zorunluluğu bulunmamaktadır. İşlemin konusunun, verginin asli unsurlarından (vergilendirme işleminin unsurlarından) birine ilişkin olması, bu unsurun dahil bulunduğu verginin maddede sayılan bütçelere ait olması, açılan davanın vergi mahkemesinin görevine girebilmesi için yeterli olmaktadır.
3- Emlak Vergisi Kanununun 48’inci maddesine göre; tahsil edilen değerli konut vergisi, Genel Bütçe’ye aittir. Dolayısıyla; bu verginin tarhına karşı açılacak idari davanın vergi mahkemelerinin görevine girmesi, açıklanan Kanun hükmüdür. Uyuşmazlık konusu olduğunda vergi mahkemelerinin görevine giren bir verginin asli unsuru olan matrahı dolayısıyla doğan uyuşmazlığın da aynı mahkemelerinin görevine girmesi, yukarıda da açıklandığı üzere, matrahın verginin asli unsuru olmasının doğal sonucudur. Nitekim; vergi idaresinden bağımsız olan ve mükellef temsilcilerinin de iştirakiyle oluşan takdir komisyonlarının kararlarının idari davaya konu edildiğinde, bu davaların vergi mahkemelerince görülmesi, aynı nedenle olmaktadır. Öte yandan; değerli konut vergisinin matrahının Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenmesi, gerçekte, 213 sayılı Kanunun 74’ncü maddesinde, takdir komisyonlarına verilen servetlerin takdiri yetkisinin, bu vergiye ilişkin olarak, adı geçen Genel Müdürlük tarafından kullanılmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla; bu yetki kullanılarak alınan kararlar da, hukuka uygunluklarının yargısal denetimi bakımından; takdir komisyonlarının kararlarının statüsüne tabi olmak zorundadır.
4- Vergi uyuşmazlıklarında vergi mahkemelerinin yetkisi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 37’nci maddesinde gösterilmiştir. Anılan madde, “Bu Kanuna göre vergi uyuşmazlıklarında yetkili mahkeme:
a) Uyuşmazlık konusu vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümleri tarh ve tahakkuk ettiren, zam ve cezaları kesen,
b) (Ek: 18.6.1994-4001/17) Gümrük Kanununa göre alınması gereken vergilerle Vergi Usul Kanunu gereğince şikayet yoluyla vergi düzeltme taleplerinin reddine ilişkin işlemlerde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümleri tarh ve tahakkuk ettiren,
c) (Değişik: 18.6.1994-4001/17) Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasında, ödeme emrini düzenleyen,
d) (Değişik: 18.6.1994-4001/17) Diğer uyuşmazlıklarda dava konusu işlemi yapan,
Dairelerin bulunduğu yerdeki vergi mahkemesidir.” hükmünü içermektedir.
Matrah takdiri işlemlerine karşı açılan davalar, bu maddenin ilk fıkrasının ilk üç bendine girmemektedir, Bu bakımdan; yetkili vergi mahkemesi, (d) bendi uyarınca, dava konusu değerleme işlemini yapan davalı Genel Müdürlüğün bulunduğu yer; yani, Ankara Vergi Mahkemesidir. Bununla birlikte; yetkili vergi mahkemesinin bu şekilde belirlenmesinin, değerleme işlemlerine karşı açılan idari davaların Ankara vergi mahkemelerinde toplanması ve bu mahkemelerin iş yükünü olağanüstü artırması gibi bir etki ve sonucunun olacağı da kuşkusuzdur. Ayrıca; değerlemesi yapılan konutların Yurdun her yerine dağılmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda; keşif ve bilirkişi incelemelerinin istinabe yoluyla yaptırma olanağının bulunmasına karşın, davaların Ankara vergi mahkemelerinde toplanmasının, yargılamanın en kısa sürede ve en az masrafla yapılması ilkesine uygun olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan; yetkili vergi mahkemesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 44’üncü maddesi işletilerek, Danıştay’ca, taşınmazın bulunduğu yer vergi mahkemesi olarak belirlenmesinde yarar bulunmaktadır.
[1] “Mahkememizin yerleşmiş içtihatlarında da açıkça belirtildiği üzere, Anayasa Koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililere yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılabilmesi için yeter neden olamaz. Mali yükümlerin, matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zaman aşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri dolayısıyla, yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açılabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali yükümler belli başlı ögeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek yasalarla düzenlenmelidir.”