1 – Mükelleflerin Hukuki Güvenlikleri Yönünden Değerlendirilmesi:
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasına göre, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, özet olarak, bireyleri hukuk koruması/güvenliği altında yaşatan devlet tipidir. Hukuk güvenliği, hukuk devleti olmanın, olmazsa olmaz koşuludur. Bireylerin hukuk güvenliklerinin varlığından söz edilebilmesi; hukuk kurallarının ve onların uygulanma tarzının önceden bilinebilir (öngörülebilir) olmasına; bireylerin, bir davranışta bulunmadan önce, hak ve özgürlüklerinin neler olduğunu ve davranışlarının bunların sınırları içerisinde kalıp kalmadığını bilebilme[1] ve uygulandıklarında ne gibi sonuçlar doğuracaklarının önceden öngörülebilme[2] olanağına sahip bulunmalarına bağlıdır.
1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa, 40’ıncı maddesinden sonra gelmek üzere, 7194 sayılı Kanunla eklenen Dördüncü Kısımda yer alan 42’nci madde, Türkiye sınırları içinde bulunan mesken nitelikli taşınmazlardan bina vergi değeri veya Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değeri 5.000.000 Türk lirası ve üzerinde olanların değerli konut vergisine tabi olduğunu; 43’üncü maddenin son fıkrası da, bu vergi uygulamasında, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen bir değerin bulunmaması durumunda, bina vergi değeri esas alınarak vergilendirme yapılacağını söylemektedir.
Buna göre; değerli konut vergisinin matrahı;
- Bina vergisine esas vergi değeri ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değerden biri, parasal sınırı geçiyorsa, geçen değer;
- Her ikisi de geçiyorsa, fazla olan değer;
- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenmiş bir değer yoksa, parasal sınırı geçen vergi değeri olmaktadır.
Kanunun düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün değerlemesi bir defa yapılıp, sonra tekrarlanmayan; yeniden değerleme oranına göre her yıl artırılan bir değerdir. Oysa; bina vergisi vergi değeri, dört yılda bir yeniden takdir olunmaktadır (Emlak V.K. md.11/1-a). Bunun anlamı şudur:
- Satın alındığı tarihteki değeri, hem vergi değerine hem de Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değerine nazaran beşmilyon liradan düşük olan bir konutun, vergi değeri, daha sonra yapılan takdirlerin birinde bu değeri aşabilir ve sahibi, birdenbire, beklemediği yeni bir vergi yüküyle karşı karşıya kalabilir.
- Satın alındığı tarihte, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen değerinin beşmilyon lirayı aştığı bilinerek alınan bir konutun, daha sonraki bir tarihte, takdir komisyonlarınca takdir olunan vergi değeri, sahibinin satın alma tarihinde öngörmediği bir miktarı geçip, onu, ağır bir vergi yüküyle karşı karşıya bırakabilir.
- Satın alındığı tarihte Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce belirlenen bir değeri bulunmayan; vergi değeri de beş milyon liranın altında kaldığı için satın alınan konutun, daha sonraki bir tarihte, anılan Genel Müdürlükçe değerlemesi yapılarak, malikinin, hiç beklemediği ağır bir vergi yükü ile karşı karşıya kalmasına neden olunabilir.
Görüldüğü üzere; Kanun, konut alıcıları için, alacakları konutun hem, ileride herhangi bir tarihte, değerli konut vergisine tabi olup olmayacağı; hem de, tabi olması durumunda, miktarının katlanılabilir kalıp kalmayacağı konusunda bir öngörülebilirlik içermemektedir. Hukuki güvenlik ilkesini ihlal eden bu durum sebebiyle, Kanun, Anayasaya aykırıdır.
2 – Ölçülülük İlkesi Yönünden Değerlendirilmesi:
Vergi, yapısı gereği, mükellefinin mülkiyet hakkına sınırlama oluşturur. Başka anlatımla; bireylerin mülkiyet haklarına, kamu giderlerinin karşılanması gerekçesiyle yapılan müdahaledir. Mülkiyet hakkı, Anayasanın 35; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine ek 1 numaralı Protokolün de 1’inci maddeleriyle güvence altına alınmış, bir insan hakkıdır. Anayasanın 13’üncü maddesinin son cümlesine göre de; temel hak ve özgürlüklere kanunla getirilen sınırlamalar, ölçülülük ilkesine aykırı olamamak zorundadır. Ölçülülük ilkesi; Anayasa Mahkemesi kararlarında, amaçla araç arasındaki adil denge olarak tanımlanmaktadır[3].
Bu şekilde kurulan dengenin adaletli olması, yukarıda verilen bir Anayasa Mahkemesi kararında[4] söylenildiği üzere, vergi yükünün, mükellefi bıktırıp soğutan, çalışmaktan vazgeçmeye zorlayan, ödeme güçlükleri yaratan ve eşitsizlikleriyle üzücü etki yapan ağırlıkta olmamasına bağlı bulunmaktadır. Bireye, kişisel olarak, aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmesi durumunda, bu adil denge bozulur[5].
Değerli konut vergisine tabi konutlar, esasen, aynı Kanunun bir başka maddesine göre değeri üzerinden bina vergisi alınan konutlardır. Üstelik; mükellefin ödediği bina vergisi, ödeyeceği değerli konut vergisinden mahsup edilmediği gibi; konutun değeri arttıkça, oranı da binde ona kadar artarak, vergi yükünün, çoğunlukla, konutun, kiraya verildiğinde, esasen, Gelir Vergisi Kanununun 70’inci maddesi uyarınca gayrımenkul sermaye iradı olarak veriye tabi bulunan, getirisiyle karşılanması mümkün olmayan ağırlığa ulaşmasına yol açıcı niteliktedir.
Bu tür vergileme, tam da, Anayasa Mahkemesinin olmaması gerektiğini söylediği, mükellefi bıktıran, ödeme güçlüğü ve eşitsizlikler yaratan; bizzat mükellefi tarafından kullanıldığında tahammülü olanaksız olan, konutunu elden çıkarmaya zorlayan, üzücü etki yapan ağırlıkta, adil dengeyi bozucu, ölçüsüz bir vergi yüküdür.
[1] Türkiye İş Bankası A.Ş., 2014/6192, 12.11.2014, p.43.
[2] İHAM, Hentrich/Fransa, 13616/88, 22.9.1994, p.42.
[3] AYM, 29.12.1999, E: 1999/33, K: 1999/51.
[4] AYM, 7.11.1989, E.1989/6, K.1989/42.
[5] AYM, Ferda YEŞİLTEPE, 25.7.2017, E.2014/7621, p.63.