AÇIKLAMA: Aşağıda okuyacağınız yazı, Vergi Usul Kanununun 367’nci maddesinin  son fıkrasının Anayasa Mahkemesince iptal edildiğine dair bilgi ulaşmadan çok önce, güncellemekte olduğumuz, Vergisel Kabahatler ve Suçlar adlı kitabımızın bu maddeyle ilgili bölümünde, ceza mahkemesi kararının vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkisi sorunu hakkında yapmış olduğumuz açıklama ve görüşlerimizi içermektedir. Anayasa Mahkemesinin (gerekçesini henüz bilmediğimiz) anılan kararının yayılmasından sonra aynen kalmayacağını düşündüğümüz bu açıklamaları, sitemizde, ilgilenenlerin bilgisine, herhangi bir değişiklik yapmaksızın, sunmuş bulunuyoruz.

Vergi Usul Kanununun 367’nci maddenin beşinci fıkrasında, 359’uncu maddede yazılı suçlardan dolayı cezaya hükmedilmesinin, vergi ziyaı cezası veya usulsüzlük cezalarının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği; aynı maddenin son fıkrasında da, ceza mahkemesi kararlarının, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hâkimini bağlamayacağı söylenmiştir.

Beşinci fıkranın düzenlemesi, kişinin aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı; yani, Non Bis İn İdem Kuralı ile ilgilidir. Daha doğrusu, anılan kuralın istisnasını düzenlemektedir. Fıkranın açıklaması ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine ek 7 Nolu Protokolun[1] 4’üncü maddesi ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin, bu maddenin uygulanmasıyla ilgili, içtihadına uygunluğu konusunda, kitabın genel hükümlerle ilgili bölümünde yeterli bilgi verilmiş olduğundan; burada, ayrıca değinmekte yarar görmüyoruz. Konu hakkında, o bölümde, “Non Bis İn İdem Kuralı başlığı altında yapılan açıklamalara bakılabilir. 

Son fıkradaki düzenlemeye gelince; ceza mahkemesince verilen kararlarla vergisel kabahatler dolayısıyla Dördüncü Kitabının İkinci Kısmında yazılı “vergi cezalarını uygulayacak” makam ve mercilerince verilecek kararların karşılıklı etkileşimi ile ilgili düzenleme içermektedir. Fıkraya göre; bu kararların birbirlerini etkilemesi mümkün değildir. İdari makam ve mercilerce verilecek kararların ceza mahkemesini bağlamaması, esasen doğal olan durumdur. Ancak; Anayasanın 138’inci maddesinin son fıkrasındın, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır” hükmü karşısında, ceza mahkemelerince verilecek kararların, vergisel kabahatler dolayısıyla verilecek kararlar bakımından idari makam ve mercileri bağlamamasının haklı bir gerekçesinin bulunması gerekir. Biz, bu gerekçenin, vergi ziyaı kabahati yönünden, Vergi Usul Kanununun 344’üncü maddesinde tanımı yapılan vergi ziyaı kabahati ile 359’uncu maddede yazılı kaçakçılık suçlarının unsurlarının farklılığında olduğunu düşünüyoruz[2]. Örneğin; sanığın 359’uncu maddede yazılı eylemlerin herhangi birini işlediğinin yargılama sonunda sabit olduğunu varsayalım. Olayda, ceza mahkemesi, eylem hakkındaki bu saptamasına karşın, sanığın bu eylemi kasıtlı olarak yapmadığı kanısına varmış olsun. Kaçakçılık suçu kasıtla işlenebilecek nitelikte olduğundan; olayda, ceza mahkemesince verilecek karar, sanığın beraati olmak zorunda. Ancak; vergi ziyaı kabahati taksirle de işlenebileceğinden; beraat kararı, vergi idaresinin, ceza kesme işlemi tesisine engel olmaz[3]. Başka bir örneği ele alalım: Sanığın vergi ile ilgili işlemlerini vergi matrahını azaltacak şekilde başka kayıt ortamlarına yazdığının sabit olduğu gerekçesiyle mahkumiyetine karar verildiğini varsayalım. Eğer, sanık, dönem ortasında tespit edilen bu eylemi sebebiyle, dönem sonunda beyanını doğru olarak yapmışsa; vergi ziyaı doğmayacağından; ceza mahkemesince mahkumiyetine karar verilmesine karşın, hakkında vergi ziyaı cezası uygulaması yapılamaz.

Diğer bir örnek de, sahte veya muhteviyatı bakımından yanıltıcı belge kullanma eylemiyle ilgilidir. Önceki dönemlerde (hatta şimdi bile kimi zaman), ceza mahkemeleri, bu eylem sebebiyle açılan davalarda, tayin edilen bilirkişilerin, biçimsel incelemeyle, defter ve belgelerin kanunun belirlediği şekle uygunluğu konusunda vermiş oldukları raporlara dayanarak, beraat kararı vermişlerdir. Oysa; sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge, esasen, biçimsel olarak mevzuata uygun olan, ancak içerdiği bilgiler yönünden gerçeği yansıtmayan belgedir. Bu tür bir belgenin, bilirkişilerin yapmış oldukları şekildeki bir incelemeyle sahte veya yanıltıcı olup olmadığının tespiti olanaklı değildir. Bu yüzden; ceza mahkemelerinin vermiş oldukları beraat kararlarının, vergi idaresinin, belgelerin biçimselliğinin ötesine geçerek, “gerçek mahiyet esasına” göre yapmış oldukları inceleme sonunda tesis ettikleri vergi ziyaı cezası kesme işlemini etkilemesi mümkün değildir.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu bakımdan; fıkra hükmünün uygulanmasında yaklaşımın, ceza mahkemesinin kararlarının vergisel kabahatler yönünden idari makam ve mercileri hiçbir halde etkileyemeyeceği şeklinde değil de; olayına, suç ve kabahatin unsurlarındaki farklılığa, ceza mahkemesi kararının bu farklılıklar yönünden etkisine ve maddi gerçekliğin yargısal gerçeklik halini alıp almamış olmasına bakılarak belirlenmesinin doğru bir uygulama olacağını düşünmekteyiz.

Uygulamada; ceza mahkemesi kararının, idari makam ve mercilerce vergisel kabahatler yönünden yapılacak işlemler üzerinde etkili olup olmamasının, bu idarelerin işlemlerinin hukuka uygunluk denetimiyle görevli idari yargı mercilerinin kararları için de söz konusu olup olmadığı tartışılmaktadır. Başka deyişle; bu, idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli idari yargı yerlerinin, salt ceza mahkemesinin kararının “sonucuna” dayanarak, ceza kesme işleminin iptali veya davanın reddi yolunda karar verip veremeyecekleri sorulmaktadır. Fıkranın sözel yorumundan çıkan anlam, düzenlemenin idari yargı yerleriyle ilgili olmadığıdır. Zira; fıkra, bu Kanunun (Vergi Usul Kanununun) Dördüncü Kitabının İkinci Kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerden söz etmektedir. Vergi Usul Kanununun anılan hükümleri, vergisel kabahatlere ve bu kabahatlere uygulanacak cezalarla ilgili düzenlemeler içermektedir. Bu hükümlerin uygulayıcısı, aynı Kanunun 365’inci maddesine göre, olayların ilgili bulunduğu vergi bakımından mükellefin bağlı olduğu vergi dairesidir. İdari yargı mercileri, bu hükümleri uygulayan merciler değil, bu hükümleri uygulayan idari mercilerin tesis etmiş oldukları ceza kesme işlemlerinin hukuka uygunluğunu, yargısal yöntemlerle, denetleyen mercilerdir. Denetleme eylemi, uygulama eylemi değildir. Dolayısıyla; fıkrada sözü edilen hükümlerin uygulanmasını yargısal yöntemlerle denetlemekle görevli idari yargı yerlerinin, bu hükümlerin uygulayıcısı merciler olarak kabulü ve ceza mahkemesinin kararlarının bu mercilerin kararlarını etkileyemeyeceğinin söylenmesi, sözel yorumla mümkün değildir[4].

 Bununla birlikte; idari yargı mercileri, idarenin faaliyetleri (eylem ve işlemleri) üzerinde, hukuka uygunluk denetimi yapan, yargı yerleridir. Hukuka uygunluk denetimi de, idarenin işlem ve eylemlerinin yapıldıktarı tarihteki maddi ve hukuki koşullar dikkate alınarak yapılan bir denetimdir. Dolayısıyla; idari yargı yerlerinin, idarenin ceza kesme işleminin tesisi tarihinde içinde bulunduğu koşulları belirleyen anılan düzenlemeyi dikkate almamaları düşünülemez. Başka deyişle; idari yargı denetimi sırasında, yargı yeri, ceza kesme işleminin tesis edildiği tarih itibarıyla bu işlemi hukuka aykırı kılan maddi ve hukuki sebeplerin olup olmadığını araştırmak zorundadır. Vergi idaresinin vergi cezası kesme işlemine maddi sebep olarak almış olduğu eylemin, kanundaki tipe uygun olarak gerçekleşmediği yolunda ceza mahkemesince verilen ve kesinleşen yargı kararından sonra, hâlâ bu eylemin kanunda yazılı tipe uygunluğunun söylenmesi, hukuki gerçeklikle bağdaşan bir durum değildir. İki ayrı yargı düzeni olmakla birlikte, ülkenin hukuk düzeni tektir. Aynı hukuk düzeninde ise; iki ayrı hukuki gerçeklik, olabilecek bir durum değildir. Olursa; orada, düzenden değil, olsa olsa, düzensizlikten söz edilir. Bu bakımdan; bize göre; idari yargı yerlerinde yapılan yargılamada, vergisel kabahatin unsurları yönünden, daha önce verilmiş ve kesin hüküm haline almış bir ceza mahkemesi kararıyla hukuki gerçeklik kazanmış maddi ve hukuki durumların da dikkate alınması, idari yargı denetiminin hukuka uygunluk denetimi olmasının doğal sonucudur.

Yargılaması sırasında, idari yargı yerinin, yukarıda, vergi idaresinin, ceza mahkemesi kararı karşısında, yapması gerektiğini söylediğimiz biçimde hareket etmesi; yani, olayın özelliklerine, suç ve kabahatin unsurlarındaki farklılığa, ceza mahkemesi kararının bu farklılıklar üzerinde/yönünden etkisine ve maddi gerçekliğin yargısal gerçeklik halini alıp almamış olmasına bakması ve, oluşmuşsa, bu gerçeklikleri dikkate alması gerekir. Örneğin; yukarıda değinildiği üzere, 359’uncu maddede yazılı eylemlerin suç oluşturması, kasıtlı olarak yapılmış olmasına bağlıdır. Oysa; vergisel kabahat için taksir yeterlidir. Eğer; ceza mahkemesi, eylem sabit olmakla birlikte kasıtlı yapılmadığını söylemişse; idari yargı yeri, eylemin kasıtlı yapıldığına karar veremez/vermemelidir. Böyle bir durum, kesin hüküm haline alıp hukuk düzeni ile bütünleşen hukuki gerçeklikle bağdaşmaz. Aynı şekilde; sanığın ibraz etmeme eylemini haklı göstermek için ileri sürmüş olduğu yangının, bilerek çıkarıldığı, bu nedenle mücbir sebep sayılamayacağı sonucuna ulaşan ceza mahkemesi kararına karşın; idari yargı yeri, olayda mücbir sebep olduğuna da karar veremez/vermemelidir.

Buna karşılık; ceza mahkemesinin, tayin ettiği bilirkişinin biçimsel incelemeyle düzenlemiş olduğu rapora dayanarak vermiş olduğu beraat kararı, mükellefin eylemlerinin gerçek mahiyetini ortaya koyan bir hukuki gerçeklik oluşturmaz. Zira; ceza mahkemesinin tayin ettiği bilirkişice gerçekleştirilen inceleme, Gerçek mahiyet incelemesi değil, mükellefin kullandığı belgelerin, Vergi Usul Kanunu ile bu Kanunun vermis olduğu yetkiye dayanılarak yürürlüğe konulan idari düzenlemelerde öngörülen biçimsel kuralları uygunluk incelemesidir. Oysa; sahte veya mahiyeti itibarıyla yanıltıcı belge, esasen bu kuralları uygun olarak düzenlenmiş belgedir. Belgelerin bu biçimselliklerine bakılarak, Vergi Usul Kanununun 359’uncu maddesinde tanımlanan anlamda sahte veya mahiyeti itibarıyla yanıltıcı olduklarının söylenmesi mümkün değildir. Gerçek mahiyet incelemesi, belgelerin bu biçimselliğinin ötesine geçilerek; belgeyi düzenleyen ve kullanan mükelleflerin faaliyetleri, iş organizasyonları, finansman durumları, işçi çalıştırıp çalıştırıp çalıştırmadıkları, üretim araçları, vergi ödevleri karşısında durumları vs araştırılarak yapılan ve sonuçları, bizzat, yargı yerince değerlendirilen incelemedir. Bu nedenle; idari yargı yeri, ceza mahkemesi kararıyla kendisini bağlı görmeyerek; tarh dosyasındaki delilleri, re’sen inceleme yetkisini de kullanarak, bizzat incelemek suretiyle, vergisel kabahatin maddi unsurunun sabit olup olmadığına karar verebilir.

Bu bakımdan; idari yargıcın kararını etkileyen, ceza mahkemesinin kararının sonucu (beraat, mahkumiyet, hükmün açıklanmasının geri bırakılması) değil, bu sonuca ulaşılması için yapılan maddi tespitlerle bu tespitlerin vergisel kabahatler yönünden de sonuçları olan nitelendirilmesi olmalıdır. Örneğin; sanığın defterlerindeki işlemlerin, 359’uncu madde anlamında, hesap ve muhasebe hilesi olmadığı, basit hatalar olduğu gerekçesiyle sanığın beraati yolunda verilen ceza mahkemesi kararı, eğer bu hatalar sonucu vergi ziyaı doğmuşsa, vergi ziyaı kabahatinin oluşmasını etkilemez. Ancak; mahkemeyi beraat kararı vermeye götüren, eylemin muhasebe hilesi olmadığı yolundaki nitelendirme/gerekçe, bu vergi ziyaı sebebiyle mükellefe 344’üncü maddenin ikinci fıkrası uyarınca kesilecek vergi ziyaı cezasının miktarını etkiler. Vergi ziyaı cezası, üç kat değil; mükellefin taksirinin de olmadığını kanıtlayamamış olması koşuluyla, bir kat olarak kesilir[5].

Bu tür etkilenme; vergi mahkemesi kararının, ceza mahkemesince karar verilmesinden önce kesinleşmesi hali için de geçerlidir[6]. Başka değişle; vergi mahkemesinin kesinleşmiş kararlarının, yapılan maddi tespitlerin ve bu tespitlerin suçun unsurları yönünden sonuçları olan nitelendirilmesinin, ceza mahkemesinin kararı üzerinde etkisi olması gereklidir[7]. Bu etkileşmenin, 367’nci maddenin son fıkrasını ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır. Aksine; yukarıda söylemiş olduğumuz üzere, hukuk devletinde, iki ayrı yargı düzeninin iki ayrı mahkemesinin aynı eylem/olay üzerinde farklı nitelendirme yaparak farklı sonuçlar çıkarması, olabilir bir durum olarak görülemez. Uyuşmazlık Mahkemesinin hüküm uyuşmazlığı ile ilgili görevleri de, 367’nci madde benzeri yasal düzenlemelerin uygulamada anlaşıldığı gibi anlaşılmasının yaratacağı sıradanlaşan sorunlar için değil, farklı ve istisnai durumlar içindir. Bu nedenle; uygulamanın yarattığı soruna çözüm değildir. Hukuk devleti ise, çözümsüzlüğü kaldıramaz.

Bu bakımdan; biz, 367’nci maddenin anılan düzenlemesinin, uygulamada olduğu gibi, ceza mahkemelerinin kararlarıyla idari yargı yerlerinin kararlarının hiçbir biçimde birbirini etkileyemeyeceği şeklinde yorumlanmasının doğru olmadığını; düzenlemenin, yukarıda açıklanan şekilde ve dar yorumlanmasının gerektiğini düşünüyoruz.

Hangi yargı düzenine mensup mahkemenin diğerinin karar vermesini beklemesi gerektiğine ilişkin soruna gelince[8]: Bu sorunun, yasal düzenleme olmadıkça, içtihadla çözümlenmesinin zor olduğunu düşünüyoruz. Bize göre; mevcut durumda, hangi mahkemenin kararı önce kesinleşirse; o karar, diğeriyle ilgili yargılamanın bulunduğu aşamada verilecek kararda dikkate alınmalıdır.

Yasal çözümün ise; kimi Batı ülkelerinde olduğu gibi, mükellefe güvence sağlayacak mekanizmaların oluşturulması şeklinde olmasında yarar vardır. Örneğin; yukarıda “Fransa Örneği” başlığı altında yapılan açıklamalardan anımsanacağı üzere, Fransa’da, çoğunluğu yüksek yargıçlardan oluşan ve başkanlığını bir Danıştay üyesinin yaptığı bir komisyonun olumlu görüşü olmaksızın, mükellef hakkında ceza davası açılması olanaklı değildir. Hukukumuzda, mükellefe bu tür bir güvencenin, bölge idare mahkemelerinin, kamu görevlilerinin yargılanması sorunuyla ilgili deneyim ve uzmanlıkları sayesinde, Vergi Usul Kanununun, Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından gerçekleştirilen Vergi Suç ve Kabahatleri Çalıştayı sonunda hazırlanan Vergi Suç Ve Kabahatleri Tasarısında yeniden düzenlenen, 363’üncü maddesi[9] ile sağlanabileceğini ve bu düzenlemeyle, ceza ve vergi mahkemelerinde yapılan yargılamalarla ilgili olarak varlığı yukarıda açıklanan sorunu da sonlandıracağını düşünüyoruz.


[1]Türkiye’nin 2.5.2016 tarihinde onayladığı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne (İHAS) ek 7 no.lu Protokolü, 9’uncu maddesi uyarınca, Türkiye açısından 1.8.2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

[2] Dan.4.D., 12.6.2017, E:2013/4119, K:2017/5169: “Vergi Mahkemesince, … Asliye 18. Ceza Mahkemesinin kararıyla davacının beraat ettiği belirtilmiş ise de vergi yasalarına aykırı davranışın, vergi kaybı doğurması ile suç teşkil etmesinin birbirinden bağımsız olarak düzenlenmesi ve vergi kaybı doğuran eylemlere iştirak ile suça iştirakin birbirinden ayrı düzenlenmesi dikkate alındığında ve dosya kapsamı ve Dairelerindeki diğer dosyalarda bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden; YH ve TY’ın, gerek kendilerinin ortak ve yöneticisi oldukları, gerekse de aldıkları vekaletname ile AC‘nın ortağı olduğu yukarıda adı geçen paravan şirketler üzerinden sahte fatura düzenleme faaliyetinde bulundukları, davacının bu organizasyona muhasebecilik hizmeti vererek dahil olduğu ve kaçakçılık suçuna iştirak ettiği, davacının bu şirketlerin işlerini yürütecek muhasebecileri bulup işi bırakan muhasebecilerin adı geçen şirketlere ait defterleri davacıya teslim etmeleri hususlarının da davacının bu organizasyona dahil olduğunu gösterdiği, ifadeleri alınan şahısların ve muhasebecilerin beyanlarının bu hususu doğrular nitelikte olduğu …”. Not: Daire, anılan kararında, suçla kabahatin unsurlarının farklı olması, yanında kabahata iştirakle suça iştirakin koşullarının da farklı olduğu görüşüyle hareket ederek, ceza mahkemesinin beraat kararını dikkate almamıştır. Bu gerekçe ile verilen bozma kararına vergi mahkemesince ısrar edilmesi üzerine de, Vergi Dava Daireleri Kurulu, 19.9.2018 gün ve E:2018/392, K:2018/451 sayılı kararıyla, Danıştay Dördüncü Dairesinin kararı doğrultusunda ısrar kararını bozmuştur.

[3] Biz, bu örnekteki durumda, uygulamanın tersine, sanığın kastının olmadığı konusunda hukuki gerçekliğin oluşması sebebiyle, vergi ziyaı cezasının üç kat değil; mükellefin vergi ziyaının doğmasında taksirinin de olmadığını kanıtlayamamış olması koşuluyla, bir kat olarak uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz.

[4] AYM, 22.11.2012, E: 2012/136, K:2012/181: “İtiraz konusu kuralda, ceza mahkemesi kararlarının, 213 sayılı Kanun’un dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi bu makam ve mercilerce verilecek kararların da ceza hâkimini bağlamayacağı belirtilmiştir.

İtiraz konusu kuralda yer alan, ‘bu kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı olan vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler’ ibaresiyle idari makam ve mercilerin kastedilmekte olduğu, vergi veya İdare mahkemesi da yargı yetkisini kullanan diğer bir mahkemenin kastedilmediği açıktır. Dolayısıyla, itiraz yoluna başvuran Mahkemenin, itiraz konusu kuralı uygulayarak vergi mahkemesi kararlarını dikkate alamaması söz konusu değildir.”; Yr. Doç. Dr. Mustafa AKKAYA, “Vergi Mahkemesi Ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkileşimi Üzerine Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.46, S.1, Ankara 2006, sh.89: “Yukarıdaki görüşlere göre Vergi Usul Kanunu’nun 367 nci maddesinin son fıkrasıyla vergi ve ceza mahkemesi kararlarının birbirlerini etkilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Ancak anılan hükmü, mahkemelerin kararlarının birbirlerine kesinlikle etkili olmayacağı biçiminde yorumlayan yazarlar dahi, bundan rahatsızlık duymakta, bazı hallerde kararların bağlayıcı olması gerektiğine yönelik örnekler vermektedirler”. Bu noktada yazında dile getirilen görüşlerin bir kısmının, yargı organı olmadığı genellikle kabul gören itiraz ve temyiz komisyonlarının kaldırılıp vergi mahkemelerinin kurulmasından önceki zamanlara ait olduğuna işaret etmek gerekir. Yine belirtmek gerekir ki, bu görüşlerin tümü Vergi Usul Kanununun 367 nci maddesindeki “… yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler …” ibaresinin vergi mahkemelerini veya daha doğru bir ifade ile vergi yargı organlarını da içerdiği yönündeki varsayıma dayanmaktadır. Oysa anılan ibarenin yer aldığı 367 nci maddeyi bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, hükmün aynı fiil nedeniyle uygulanabilecek farklı nitelikteki yaptırımlar nedeniyle çıkması olası tereddütleri, özellikle de, ceza mahkemelerinin verecekleri kararların -kesin hükmün önleyici etkisi- vergi idaresinin ceza uygulama yetkisini kaldırıp kaldırmayacağı tartışmalarını önlemeyi amaçlayan bir düzenleme olduğu sonucuna varmaktayız.”.

[5] Bu, bizim görüşümüz. İdari Yargının, henüz, istisnai kararları dışında, vergi ziyaı kabahatinin de manevi unsuru olabileceğini kabul etmediği unutulmamalıdır.

[6] Böyle durumlarda, kimi vergi mahkemeleri, uyuşmazlık hakkında ulaştıkları sonucu desteklemek amacıyla, ceza mahkemesi kararına gönderme yapmaktadırlar. Örnek: Ank. 5.VM, 14.2.2013 gün ve E:2012/1871, K:2013/130: “… öte yandan, davacının, hakkında, kaçakçılık suçuna iştirakten dolayı açılan davada Ankara … Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.1.2011 gün ve E:2009/962, K:2011/39 sayılı karar ile beraat ettiği …”.

[7] Yargıtay 11’inci Ceza Dairesi, kimi zaman, temyize konu mahkeme kararını, vergi mahkemesindeki dosya getirtilerek karar verilmek üzere bozmaktadır. Ancak; Daire, vergi mahkemesince bakılan davaya ait dosyanın getirtilmesine, dava hakkında verilen kararın bakılmakta olan ceza davasında değerlendirilmesi için değil, dosyada dava ile ilgili delillerin incelenmesi bakımından gerek görmektedir. Örnek: Yr.11.CD., 25.12.2018, E:2016/5831, K:2018/10938: “… Vergi Mahkemesi’nin 2012/124, 2012/123, 2012/122 esas sayılı davalarla ilgili dosyaların getirtilerek incelenmesi, bu davayı ilgilendiren delillerin onaylı örneklerinin çıkartılarak dosya içine konulması …”.

[8] AKKAYA, a.g.m. sh.96: “Hem mali yaptırım hem de hürriyeti bağlayıcı ceza gerektiren vergi suçları nedeniyle ceza mahkemesinin ve vergi mahkemesinin es zamanlı yargılama yapması durumunda, ceza mahkemesi yargılama konusu uyuşmazlığın somut özelliklerini dikkate almalı, ihtisas mahkemesi niteliğindeki vergi mahkemesinin aynı fiil nedeniyle vereceği kararın, kendi kararı üzerinde etkili olacağı yönünde bir saptama yaparsa “bekletici sorun sayma” kararı vermeli (CMUK. M. 255) ve vergi mahkemesi kararını beklemelidir. Ancak ceza mahkemesinin bu kararı vermesi, vergi mahkemesinin kararıyla bağlı olması sonucunu doğurmamalıdır. Ceza mahkemesi, vergi mahkemesinin vereceği kararın yargılama konusu uyuşmazlıkta etkili olmayacağı yönünde bir saptama yaparsa, yargılamaya devam ederek hüküm tesis etmelidir.”.; BİLİCİ, a.g.e, sh. 332. BİLİCİ, vergi ziyaı cezasının üç kat olarak uygulanabilmesi için, ceza mahkemesinin kaçakçılık suçunun oluştuğu yönünde karar vermiş olmasının aranması gerektiğini; bu kararın hem idareyi hem de vergi mahkemesini bağlayacağını söylemektedir.

[9] Vergi Kabahat ve Suçları Tasarısı, Editör: Bahri ÖZTÜRK-Funda BAŞARAN YAVAŞLAR, İstanbul Kültür Üniversitesi Ceza Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, Seçkin, Ankara 2020, sh.168. Tasarıda, bu konuda, şu düzenleme önerilmektedir: “Vergi düzenini ihlal ile vergi kaçakçılığı suçlarının cezalandırılmasında usul

Madde 363- Vergi düzeninin ihlali ile vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğini tespit eden vergi incelemesine yetkili memur, rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla, ihbarnamenin tebliğinden itibaren bu Kanun’un 364’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sürenin bitimiyle birlikte derhal durumu bölge idare mahkemesi nezdinde kurulu özel görevli daireye bildirmek zorundadır. Daire, vergi idaresi tarafından kendisine iletilen deliller ile hakkında suç isnadında bulunulan kişinin delillerini değerlendirdikten ve tarafları bir kez dinledikten sonra, keyfiyetin Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi gerekip gerekmediğine karar verir.

Vergi düzenini ihlal ile vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğini başka şekilde öğrenen Cumhuriyet Başsavcılığı, hemen ilgili vergi dairesini haberdar ederek inceleme yapılmasını talep eder. Vergi idaresinin inceleme neticesinde ulaştığı her türlü sonuç, yetkili bölge idare mahkemesine iletilir. Birinci fıkra hükmü, burada da aynen geçerlidir.

Matrah kaybına veya vergi ziyaına dayalı idari işlemlere karşı vergi mahkemesinde dava açılmışsa, ceza mahkemesi bu davanın sonuçlanması bekletici sorun yapar. Vergi mahkemesinin kararı ceza hâkimini bağlar.”.